ÜNİVERSİTE GELİŞİYOR

Önceki gün;
Pazar kahvaltısına, Üniversitenin Sosyal Tesislerine davetliydik.
Aslında,
Sevgili dostum diyebileceğim Rektör Yardımcısı Prof. Dr Aytekin Sır'a misafirdik.
Tabi, "kahvaltı" bahane!
Amaç; İki yönlü "Üniversitenin" son haline vakıf olmak ve Üniversite'nin dışarıdaki görüntüsü ne, anlamında bilgilenmek.
Bizde icabet ettik!
Önce mönüsü bol kahvaltı sofrasına oturduk.
Benim,
Mesleğin verdiği "mesai" trafiği noktasında uzun yıllardır kahvaltı kültürüyle pek aşinalığım yok!
Açıkçası, nadirdir "kahvaltıyla" zaman kaybı yaşamam.
Pek kahvaltı yapmam.
Ekseriyetiyle, Kahvaltı niyetine "öğlen" yemeği, akşam yemeğini de gece yarısı yemeği olarak günü kapatırım.
Neyse!

 

* * *

Çay yudumlarken, sohbet ediyoruz.
Çünkü; Üniversite de son dönemlerde neler olup-bittiği açısından hayli bilgi fakiriyiz.
Sadece bildiğimiz;
Abartılı bazı olumsuz hadiselerin tartışması.
Yok;
Üniversite çevresinde "Berlin" duvarı örülüyor.
Yok,
Fakülteler arasında cezaevi duvarı inşa ediliyor.
Ya da;
Öğrencilerin demokratik talep ve beklentilerine yönelik organize ettikleri eylemler.
Bir de;
Zaman zaman STK'ların hastane önünde yaptığı olumlu ya da olumsuz basın açıklamaları.
Her ne kadar;
Eğitim ve Öğretim yılı başında Rektör Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç "yılın" değerlendirmesini yapmış idiyse de.
Sadece; "duyduğumuzdu".
Görmüşlüğümüz ve gezmişliğimiz yoktu.
Hani derler ya; görmekle, duymak bir değildir diye.
Kahvaltı faslı içerisinde,
Tabi ki masada Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kenan Haspolat.
Ve Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Karakoç.

 

* * *

Eee.
Masadakilerin hepsi; Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi'nin kurmayları olunca ister istemez; sohbet sağlığa odaklanıyor.
Önemli notlar aldım; sıcak ve samimi geçen kahvaltı sohbeti süresi içerisinde.
Özellikle de; Devlet Hastaneleri ile Üniversite Hastaneleri arasındaki "işleyiş" ve bazen de üvey evlat muamelesi görülmesi noktasında.
Mesela;
Sıkça konuştuğumuz ve tartıştığımız mevzu "Üniversitede"  ölen hasta sayısının çok olduğu iddiası.
Ölümler neden, yüksek diye!
Bu soruyu, Aytekin Sır'a sordum "hikmeti nedir?" diye!
Cevabı Sır'dan önce, Haspolat hoca söze girerek verdi.
Özel Hastaneler dâhil. Devlet Hastaneleri "kısa sürede" tedavi edilebilir hasta kabul ediyor.
Hastalığı ağırlaşmış. Tedavisi uzun süren. Ya da kendisine özgü, mümkün olmayanı.
Hatta ağır yaralı vakaları bile "acile" sokmadan, buraya gönderiyor.
Burası da, Eğitim ve Araştırmaya dayalı hastane olduğu için haliyle meşguliyeti ağır oluyor.
Ve yine haliyle; "ölümler" çoklaşıyor.
Tabi,
Bu "ince" hassasiyet ihtiva eden hasta seçiciliği aslında, Sağlıktaki yapının giderek "hastayı" para kasası olarak görmesidir.
Çünkü ne kadar hasta, ne kadar kısa süreli tedavi olsa, "o kadar" hızlı para akışı olur.
Döner sermaye, Performans.
Ve sağlıktaki hizmet alımı eksenindeki "tahlil ve röntgen, Emar, Tomografi".
Böyle olunca da,
Hastanenin geliri de artıyor, doktor ve diğer personelin de döner sermaye payı bir o kadar yükseliyor.

 

* * *

Prof. Dr. Kenan Haspolat.
Sözünü esirgemeyen biri olduğu için hemen ifade etti;
"Ben 32 yıllık hekimim. Prof. Dr unvanına rağmen, döner sermaye dâhil aldığım, 7 bin lira. Ama özel sektöre bakın, en cüzi alınan maaş 15 bin lira."
Çarpık bir durum!
Aytekin Sır'ın, Devletin eninde sonunda bu gidişatla alakalı "önlem" alması gerektiği yönündeki uyarısıyla şöyle dedi:
Avrupa'da uygulanan bir sistem!
Hastanın, Hastalığı ve hastalık derecesine göre, "ilaç ve tedavi" bütçesi oluşturuluyor.
Şayet, Bütçe üzerine çıkan fiyat olursa "onu" hasta karşılıyor."
Eğer; Ülkemizde bu uygulama hâsıl olursa.
İşte o zaman; Hastanın "hassasiyeti" artmış olacak ve hastayı para kasası olarak gören zihniyete karşı, engel çıkarılmış olacak.
Kimse de; Sömürü veya başka bir iyi niyet içermeyen yola başvurmayacak.
İşte bu hayli; Derin ama samimi ve sıcak geçen sohbet zamanı hızla tüketirken.
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aytekin Sır,
İsterseniz biraz da Üniversite Kampüsünü gezelim.
Ve Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi ile Çocuk Hastalıkları Hastanesi'ndeki yeni yapıyı görelim.

 

* * *

Minibüsle turluyoruz.
Doğrusu, nerdeyse üç yıl oldu; üniversitenin yerleşke alanını gezmemem.
Hayli, değişiklik ve yeni inşaat alanları var.
Tabiri caizse; Kampüs "inşaat alanı" olmuş vaziyette.
TEKNO Kent Binası bitmek üzere.
Merkezi kütüphane. Edebiyat fakültesi. Merkezi araştırma laboratuarı.
Ve daha notlarıma alamadığım birçok; yeni bina inşaatı hızla yükseliyor.
Tüm bunlar, geçtiğimiz yıl ihale edilmiş. Şu an birçoğu da bitme aşamasına gelmiş yapılar.
Minibüste, Aytekin hoca bunların içtihadını anlatırken "Üniversitemizin" temel hedefi salt Diyarbakır ve Güneydoğu değil.
Bizim hedefimizde; Ortadoğu'ya ve Asya ülkelerine açılıp, büyümektir"
Araştırma hastanesindeyiz.
İster ziyaretçi,
İster refakatçi,
İster personel,
İster hekim olsun önemli değil.
Artık, "isteyen" istediği şekilde ne hastaneye girebiliyor ne de servislere.
Elektronik akıllı kartlar var.
O kartlarla, içeri girebiliyorsun, istediğin yere ancak girme imkânı sana verebiliyor.
Sınırlı.
Bir de, güvenliği ağının yanı sıra, güvenlik kameraları kurulmuş ki.
Hani, uzay üstü misali.
Yüzlerce noktada, kamera. Hepsi de; "hareket eden cisme" odaklı.
Zaten;
Araştırma Hastanesinin içerisine girildiğinde; "inşaat" ve yeni onarımlar kendisini gösteriyor.
Parkeler döşeniyor.
Duvarlar boyanıyor, yeni sistemler, yüzlerce kablo.

 

* * *

Bu seyir içerisinde; en kritik servise geliyoruz.
Yoğun Bakım Üniteleri ve Yanık Merkezi.
Şu an için; Hastaneye en son tıbbi alınan cihaz tutarı 20 milyon lira.
9 adet yeni ultrasonografi cihazı
2 adet yeni bilgisayarlı Tomografi
Ve 2 adet MR cihazları.
Anlayacağınız; Benim de hayli muzdarip olduğum ve bu köşede defalarca dile getirdiğim "köhnemiş" hastane halinden Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi kurtulmuş vaziyette. Kurtulmaya da devam ediyor.
Rahmetli annemi;
Bu köşenin müdavimleri bilirler, Hastanenin yoğun bakım ünitesindeki "harabe halini gördüğüm" için, apar-topar kaçırmıştım.
Hele; Acil servis.
Hastanenin acil servisi demeye bin şahit gerekliydi.
Canlandırma; odası mı, yoksa cansızlaştırma odası mı belli değildi.

 

* * *

Bu duyguların; Yarattığı hisle Araştırma Hastanesinden ayrılıp, önümüzdeki günlerde açılışı yapılacak olan Çocuk Hastalıkları Hastanesine geçiyoruz.
Kapıda; Bizi az önce birlikte kahvaltı yaptığımız Prof. Dr. Kenan Haspolat karşılıyor.
Diyarbakır ahalisi;
Haspolat'ı ekseriyetiyle "çocuk doktorluğunun" dışında, tarihi ve kültürel araştırmalarıyla tanır.
Hele, Diyarbakır'ın Peygamberler ve Sahabeler kenti olduğuna ilişkin bir araştırma ve sunumu var ki.
Kentin bir ferdi olarak; "minnettarız".
Hastaneyi geziyoruz.
Haspolat anlatıyor; hastanenin "içerdiği" envanteri.
Acil Polikliniği, Acil Kliniği, Gastroenteroloji Kliniği, İntaniye ve Nöroloji Kliniği.
Yoğun Bakımlar, Büyük Çocuk Kliniği.
Endokrinoloji Kliniği, Hematoloji-Onkoloji Kliniği, Bebek Kliniği, Nefroloji Kliniği, Göğüs Kliniği.
Yeni doğan 60 yataklı bebek ünitesiyle birlikte.
180 yatak kapasiteliyiz.
Şu an; Hacettepe Araştırma Hastanesinin Çocuk Hastalıkları Hastanesinden dahi büyüğüz.
Hastanede şu an için; açılış yapılmamasına ve halkın bilmemesine rağmen doluluk oranı yüzde 95'lerde.

 

* * *

Çocuk Hastanesinin yanı başında; bitimi yılan hikâyesine dönen ve 13 yıldır bitmeyen Kardiyoloji Hastanesi'ni görüyoruz.
Bir âlem.
Sorduk Aytekin Hoca'ya.
Dile kolay; üç hatta dört Rektörü geride bırakan bu hastane hala bitmiş değil.
Hastane daha hizmete açılmadan; ömrünün yarısını tüketmiş vaziyette.
Açıkladı Aytekin Sır; "Nihayet bitiriyoruz. Çünkü; anahtar teslimi ihalesi yapıldı. Ödenek sıkıntısı da yok. Bitiriyoruz".
Müjdeli bir haber.
Son yıllarda Güneydoğu'da; "Kalp hastalıkları" hayli fazla.
Ki; en yaygın hasta göçü de, Kardiyoloji veriyor.
Evet!
Pazar kahvaltısı ve sonrasındaki seyr-ü seferimiz; bu görüntülerle geçti.
Ancak şunu ifade edeyim; Dicle Üniversitesi, Eğitim ve Öğretim alanında olduğu gibi Sağlık alanında da; eskisi gibi değil.
Özellikle; Bölgenin gelişmesi açısından önümüzdeki aylarda faaliyete girecek olan TEKNOKENT.
Ve Araştırma; birimleri Sosyo-Ekonomik kalkınmada "lokomotif" olacaklar.

 

* * *

Her ne kadar; Tartışılır yönler hâsıl ise de Üniversitemiz umut verici şekilde ilerliyor.
Bu kadro, bu işi götürmede kararlı.
Bizim de; Bu yol maratonunda onlara destek olmamız gerekir ki, daha ilerici adımlar atabilsinler.
Yoksa bizden değil deyip köreltici eleştirilere mahkûm edersek.
Salt onlar kaybetmez.
Hem üniversite, hem bu kent, hem de bizler kaybederiz.
Onun için; Üniversitemize yekvücut şekilde bence sahip çıkmamız gerekir.
Tabi ki; Üniversite yönetiminin de bu "işbirliğine" açık olması gerekir.
Bir de önerim var; bu kahvaltı ve bu gezi "salt" bizimle kalınmasın.
Tekrarı sağlansın.
Ve en önemlisi; kentin diğer kurum ve kuruluşları dâhil olmak üzere.
Halka açılma noktasında; "duymakla-görmenin" farkının bilinmesi açısından bu tür gezilerin ivedilikle ve sıklıkla yapılması elzemdir.
Bilinmelidir ki;
Başarının sırrı diyalogun bütünlüğünde yatar.