ÜNİVERSİTELERİMİZ NE ALEMDE?
Ya da; üniversitelerde "yönetim" anlayışı nasıl olmalı?
Siyasal iktidarların güdümünde mi?
Yoksa "özerk" bir statüye sahip mi olmalı?
Üniversitelerdeki "yapılanma", demokrasinin nimetiyle mi işlerlik kazansın?
Yoksa bir zat'ın "iki dudağı" arasında çıkan komutla mı belirlensin?
Bu kısmi soruların "cevabına" odaklanmadan önce; üniversitelerimizin özet bir profilini çıkarmak istiyorum.
Çünkü "derin ve önemlilik" arz eden bir mevzuu.
Ehemmiyet şarttır.
***
O nedenle dün bu konuda bir dizi, arşiv karıştırdım.
Ülkenin "akademik" alandaki aktifliği nedir?
Üniversitelerin bu yöndeki "katkı" alanı neyi gösteriyor diye?
Çok önemli "dokümanlara" ulaştığı gibi, orta çıkan resmin de yarattığı kötü tablo, durumun vahimliğini gözler önüne serdi.
Şöyle ki; son yıllarda ülkenin siyasal ve sosyal alanında "yaşanan" tahribatın en büyük hissiyatı Üniversitelerle olmuştur.
Nedeni de; oluşan ortama "beyin üretme" anlamında eksik ve çok zayıf kalmıştır.
Öyle ki, bugün birçok üniversite "kendisini" bilim merkezi olarak değil, sıradan "meslek adamı" yetiştiren bir okul olarak görüyor.
Bilimsel veriler ortaya konulmadığı gibi, var olan ‘beyinlerde', siyasal ve sosyal "keşmekeşlik" nedeniyle, göç ediyor.
Teknolojik alanda, bugün üniversiteler "bilimsel" yönde katkı sunduğu, pek nadir?
***
Değerli bir bilim adamının kaleme aldığı gibi;
Bilim, bilim için mi yapılıyor yoksa akademik kariyer için mi?
Üniversitelerimizin evrensel bilime ve ülkeye katkısı ne kadar?
Üretilen bilimin, ne kadarı, ne kadar refere ediliyor?
Üniversiteler neden özerk olmalı?
Onları dokunulmaz kılan ne olmalı?
Üniversitelerde aykırı görüşlere ne kadar tolerans gösterilmeli?
Özerklik ve özgürlük, fikirlere ve araştırmaya mı yoksa tembelliğe, kadrolaşmaya ve bilim dışı söylemlere mi verilmeli?
Öğretim üyelerine mezara kadar mı kadro güvencesi sağlanmalı yoksa sözleşmeli hale mi getirilmeli?
Tek tip maaş mı verilmeli, yoksa ürettiği ya da getirdiği projeye göre mi ücretlendirme yapılmalı?
***
Evet, sevgili okurlar.
En önemlisi de üniversiteler nasıl yönetilmeli?
İktidarların atadıklarıyla mı, YÖK'ün kalıplarına uyanlarla mı, göstermelik seçimlerle mi, mütevelli heyetleriyle mi yoksa o işi gerçekten yapmayı hak eden profesyonellerle mi?
Örneğin, akademik ve idari yönetim birbirinden ayrılabilir mi?
Örneğin, bölüm başkanı, dekan, rektör, YÖK üyesi ve YÖK başkanlığı için her şeyden önce, adaylardan bilimsel açıdan kendisini kanıtlaması, yönetim tecrübesi, vizyon gibi temel kriterler istenmeli mi?
Üniversite siyasi bir yatırım mı, yoksa evrensel bilimin bir kalesi mi? Bolanya sürecine uyumdan uluslararası akreditasyona, Erasmus'tan ilk 500'e kadarki konular, başkalarının derdi mi olmalı, yoksa o üniversite mensuplarının mı?
Neden bir Arşimet, Kopernik, Einstein, Marie Curie, Galilei çıkaramadık?
Neden bilim alanında bir Nobel alamadık?
Neden bilimi, bilim insanlığını, bir yaşam biçimi haline getiremedik?
Üniversitelerimizi niye bilimin kâbeleri haline dönüştüremedik?
***
Mevzuu ciddi ve derin.
Neşter ve çözüm "kaçınılmaz".
Onun için de lafı uzatmamak gerekir.
Görünen köye de kılavuz gerekmez misali, tarif te şart değil.
Hastalık ta, tedavi de, yapılması gereken de belli.
Önemli olan, durumun hassasiyeti noktasında, "samimiyet" kazanımıdır.
Dün bu sorulara cevap bulma ve bir ölçüde "isteklerin" deklare edilmesi anlamında; bir panel düzenlendi.
Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi'nin "organize" ettiği, paneldeki konuşmacıların hemen hepsi, "az önce" ifade ettiğim, kriterler üzerine odaklandı.
Ki en çarpıcı ifade Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Akbayın'dan geldi.
YÖK'ün, Hükümetin ve Çankaya'nın "Üniversiteler" üzerindeki insiyatifinden çok Rektörlere verilen "yetkiler" anlamında, eleştirisi oldu.
***
Şöyle diyor Akbayın;
"Mevzuat bir grubun diktasını ortaya çıkarıyor. Öğretim üyeleri olarak geleceğimiz rektörlerin iki dudağının arasında ve biz kendimizi ezik ve horlanmış hissetmekteyiz.''
Yani; Rektörlerin "yetkileri" bir Cumhurbaşkanı kadar mevcut.
Durum böyle olunca da; "Akademik ve Bilimsel çalışma aktifliği, kariyer edinme mücadelesine yerini bırakıyor".
Mesela Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Gümüş'ün ilginç tespiti.
''Ülkenin bağımsızlık derecesi ile üniversitelerin özerklik derecesi paralel. Üniversitelerin özerklik derecesi devletin bağımsızlık derecesinin altındadır, üstüne çıkamaz. Devleti dönüştürmeden üniversiteleri dönüştürmek mümkün değil''
***
Demek ki;
Türkiye'de Üniversitelerin özerk ve bağımsızlık derecesi, Ülkenin "bağımsızlık" derecesinin altında değil, üstünde.
Dicle Üniversitesi'nden Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yıldırım ise, "üniversitelerin siyasal" kimlik kazandıklarına ve akademik kimliklerini kaybettiğine vurgu yaparken, şu görüşü ortaya koyuyor.
"Üniversiteler özgür ve özerk bilim yuvalarından çok resmi devlet dairelerine, öğretim üyeleri ise amirlerine karşı sorumlu memur durumuna düşmüşlerdir."
Yıldırım'ın "ülke yönetimine ve siyasal sürece" de müdahale edilme noktasında eleştiriyi getirirken, şu tespitte bulunuyor.
"Hukuk fakülteleri dekanları parti kapatmalarını destekleyen açıklamalar yaptığı bir dönemde, Üniversitelerin akademik başarılarından söz edilebilinir mi?"
"Nasıl bir Üniversite istiyorsunuz?" konulu panel aslında önümüzdeki aylarda yapılacak olan "Rektörlük" seçimiyle alakalı, fikir edinme ve belirlenmesi gereken strateji hakkında, "duyarlılık" hissi yarattı.
***
Özellikle Dicle Üniversitesi'nin bu anlamda; "ciddi" bir hissiyatın ve duygunun içerisinde olması gerekir.
Kayıpları değil, kazanımları oluşturmak için.
Şuan için sanırım 10'a yakın "öğretim üyesi", Rektörlük koltuğuna oturabilme anlamında "adaylığını" açıklamış durumda.
Nerdeyse, Milletvekili seçimlerini geride bırakacak, bir tablo oluşmuş durumda.
Bilimin konuşması ve tartışılması, mücadele etmesi, beyin yorması gereken yerde; ortaya çıkan bu tablo "geleceğin" daha bedbaht olacağını göstermeye yetiyor.
Evet. Nasıl bir Üniversite "istemediğimizi" az önceki kriterlerle aktardım.
Ancak, nasıl bir rektör istiyoruz noktasında ise; henüz önümüzde zaman var.
O konuda da fikirlerimiz ve düşüncelerimiz olacak.
Şimdilik; bekleme moduna girelim.
Bakalım süreç neyi getirecek.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.