UYANIK OLMALIYIZ
Net olalım.
Öyle, lafı evirip-çevirmeye de gerek yok!
İlk gün dedik.
Çözüm'den yanaysak.
Barış süreci diyorsak.
30 yıllık "çatışmalı" süreç bitirilecekse.
Artık kan akmayacaksa. Silahlar susacaksa.
Hep birlikte; "Demokratikleşmenin" havasını soluyacaksak.
Şeffaf, samimi, güven "tesisini" hep birlikte yaratmamız gerekir.
Peki, yaptık mı, yok.
Dinleyen oldu mu, yine yok...
***
Yine dedik.
Türkiye; "barış ve istikrarla" büyüyecek.
Milli gelir artacak.
Güneydoğu'ya "yatırımlar" akacak.
Geri bırakılmış bitecek.
Ulusal. Uluslararası düzeyde, "söz sahibi" olunacak.
Ülke ve millet itibar kazanacak.
Halk arasında eşitlik, özgürlükler "bütünlük" getirecek.
Bin yıllık, "kardeşlik" bağı yeniden ivme kazanacak.
Ümmet olacağız.
Ve dedik ki; "içteki ve dıştaki" şer yapılar içlerine sindirmeyecek, onun için uyanık olalım.
Kimse kimseye yamukluk yapmasın.
Hele ki, masanın etrafındaki aktörler birbirine "güvensiz" olmasın...
Ama dinleyen olmadı.
***
Ve hep yazıp uyardık.
1.5 yıllık bir zaman geçirdik.
Haydi; "somut zeminler" ve adımlar icra edilsin.
Birbirinizi oyalamayın.
Dış etkenler; "çomak" sokuyor. Geriye dönüş olabilir diye?
PKK. KCK.
Siz silahları bırakacaksınız.
Kandil'e.
Kuzey Irak'a çekileceksiniz.
Çatışmasızlık olacak.
Devlet. Hükümet.
Siz de, "çatışmasızlık" süreciyle mevcut sorunu "bütünlük" arz eden bir formülle, çözüm adımları üreteceksiniz.
Siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel bazda.
Ama hemen.
Herkes birbirine güvenerek, "elleri güçlendirsin."
Yine de dinleyen olmadı.
***
İşte, son aylarda.
Dedik ki; eller yine "tetiğe" yaklaşıyor.
Gerekçesi de, bölgedeki, "Kalekollar".
Yeni güvenlik alanları. Konuşlandırmalar.
Tank, top, tüfek. Sınırda her gün onlarca "keşif" uçuşları.
Tabi ki, "sivil ve siyasi" gözaltılar.
Ki halen, "binlerce" siyasi tutuklu-hükümlü cezaevinde.
Cezaevlerindeki "cinsel" tacizler.
Sokağı terörrize eden, unsunlar.
Üniversiteler. Öğrencilerin "gördüğü" baskılar.
Bunlar süreci "etkisizleştirip" güvensizliğe neden oluyor?
Önlem alın, uyanıklıkla kimse kimseyi "uyutmasın" dedik.
Lakin kime dersin.
***
Yine, buna karşı dedik ki.
PKK niye şantiye basıyor.
İşçi kaçırıyor.
Özellikle, 1990'ları aratacak, Hizbullah"a" yakın kesimlerle yeniden çatışmaya niye giriyor?
Öldürme. Saldırı. Korucuların, vurulması.
Araçların yakılması.
Taciz ateşi. Kırsala adam kazandırma, yoğunluğu.
Ve daha bir çok, vaka. İşte bunlar, "çözümü" kilitler devlet aklı bunu kaldırmaz diye uyardık.
Ama dinleyen olmadı.
***
Yine uyardık... Dedik ki, yeter artık, taraflar "birbirinizi" oyalamayın.
Yeniden, "çözüm sürecine" odaklanın.
Seçim mi. Örgütteki güç kazanımı mı?
Yeni “inisiyatif” alanı oluşturmalar mı?
Terk edin bunları. Birbirinize "güç sınamayı" bırakın.
Toplumsal, "kaygılar" üremeye başladınız.
Yeni bir sayfa açın. Yeni bir yol haritası geliştirip; "somut" zemin yaratın.
Çünkü; Gezi Eylemi. 17 Aralık. 25 Aralık.
Paralel yapı. İç ve dıştaki "şer" oluşumlar.
Ve Suriye. ABD. İsrail. Bir de Avrupa. Yanı başındaki, İran. Ermenistan dâhil.
Bunlar, "kumpas" planı içerisinde, "süreci akamete" uğratır.
İlk günden itibaren, "çözüme gıcıklar" diye.
Kime dersin, dinleyen yine olmadı.
***
Ya bir de. Dillerini "eşek arısı soksun", siyasiler!
Üsluplarıyla silahtan beter kaşıyorlar.
Tüm olup bitene, "tuz biber" provokatif!
Muhalefet; MHP ve CHP. Yanında, "Paralel" yapı.
Ki ilk gün, "sürece ve barışa" karşılar.
Çünkü bu alanda, "ivme" kazandırıcı bir adımları dahi yok.
Nitekim Kılıçdaroğlu öyle bir zihne sahip ki Çözüm sürecine sözde 17 maddelik önerisi olmuştu.
Önceki gün soruldu, "bir tekini bile" söyleyemedi.
MHP. İllaki, "sorun güvenlik" odaklı. Kandile operasyon. İmralı'daki, idam edilsin.
Bu dil, "barış dili" değil dedik.
Çözümün taraflarını "ülke, vatan haini" ilan etti.
Bu demokrasiye inanmışlık değil diye, yazdık.
Ama inandırıcı olamadık.
***
BDP. Ve eksenindeki siyasi oluşumlar.
Onlar da tam aksi yönde, "sertliği" öven bir dile sahip oldular.
Eee. Hükümet. Hele ki, AK Parti'nin bazı, "Milletçi" kesimi var ki MHP'lilere rahmet okutur.
Kısacası; ey siyasiler dedik!
Zaman ve gün "siyasi hesapların, rantın, primin" kazanım günü değil.
Bu mesele. "Milli bir meseledir". Çözümü de; "Milli mutabakattan" geçer.
76 milyon insan, "mutabakat" içerisinde.
Ama meclis değil.
Dedik ki, Parlamenter sistemdir, "meselenin" muhatabı.
Her ne kadar, Hükümet, İmralı, Kandil, BDP. Yekûn, Kürtler ise de.
Reçete ve tedavinin merkezi; "Parlamentodur" yeter oyalamayın dedik...
Dinleyen, kim?
***
Son olarak!
Bakın; Lice'de, "günler" süren bir direniş var.
Bölgedeki; "Kalekolların" inşaatının durdurulması isteniyor.
Durdurun. Çözüm için, "somut" adımlar geliştirin.
Güvensizlik. Kaygılar üreterek, "gerilim" yaratılıyor.
Dikkat edin O bölgede, "uzun yıllar" uyuşturucudan çok boranlar yetişti.
İçerisinde, devlet, mafya ve PKK'nın bazı oluşumlar var.
Bunlar da, "durumu" körüklüyor, körükler.
Eller tetikte, her an kan akabilir. Ki, aktı.
Ama diyeceksiniz ki, kimin umurunda.
***
Evet.
İşte bu kimin umurundaki hal-i vaziyet, geldi çattı ve yıktı-yaktı.
Facia ve vahşet geliyorum diyerek.
Son kurbanlar;
Ramazan Baran 24 yaşında bir genç.
Baki Akdemir, 50 yaşlarında bir yetişkin.
Ölenlere Allah' rahmet. Başımız sağ olsun.
Fisovasındaki "sınır harbinin" iki kurbanı onlar artık!
Failler.
Asker mi, özel harekât mı?
Yoksa başka güçler mi, henüz belli değil.
Ama ikisi de kurşunların hedefinde kalarak "öldürüldüler".
Hem de; "sırtlarından" vurularak!
Kalleşçe, "katledildiler"?
Dün cenazeler toprağa verildi öfkenin sel olduğu bir ortamda.
Dinecek gibi de değil
***
Evet, söze giriş yaptığım cümleyi tekrarlayarak.
Lafı evirip çevirmeye gerek yok.
Ortada dedik ki; 'sergilenmek' istenen bir oyun var.
Onun için bu oyuna dikkat edin. Çünkü birileri "barışı" istemiyor.
Mevcut siyasal iktidarı istemiyor.
Erdoğan "alaşağı" olsun. Türkiye "siyasi istikrarsızlığın" içerisine düşsün.
Kürtler "kan ve gözyaşı" içerisinden çıkmasın.
Huzur bulmasın.
Kendini yönetebilme imkânı bulmasın.
Vesayetçi, inkârcı, seküler bir yapı geçmişte olduğu gibi yeniden iktidar olsun.
İşte bunun için de, onlar her daim ister ki.
Sokaklar tahrik edilmeli.
Ortalık kan ve gözyaşıyla, sulanmalı.
İnsanlar birbirine kırdırılsın. Baranlar, Akdemir'ler ölsün.
***
Biliyorum bu dediklerimize yine "muhataplar" kulak tıkayacak.
Zafiyet içerisinde olacaklar.
Anlayan olur mu, onu da bilmem.
Ama hakikat şudur ki;
Eğer ki, el ele verirsek, akl-i selim davranırsak, sağduyuyu elden bırakmaz isek, hakikatleri görerek, tavır ortaya koyarsak "onları" dize getiririz...
"Sokakların" savaş alanına çevrilmesiyle "çözümün" olmayacağını haykırırsak, yeni ölümlere karşı birlikte, hareket edersek, en önemlisi de vicdanları "sorgularsak" öyle inanıyorum ki, "bu şerden" bir hayır çıkar.
***
Yok, eğer denilirse. Kavga, çatışma, "sokaklar çözüm yeri" denilirse.
Eller tetikte olursa. O zaman; hiç bir kimsenin "inandırıcılığı" kalmaz.
Kalamayacağı gibi sorgulanır. Hiç bir süslü ifade, slogan ve siyasi söylemin "anlamı" kalmayacağı gibi, değer de bulmaz.
Onun için akıl zafiyetine düşülmemeli.
Çünkü "her toprağa düşecek" Baran ve Akdemirlerden,
Bilin ki, "sal birileri" sorumlu olmaz.
Hepimiz sorumluyuz.
Yarın denilse ki, "Nerde vicdanınız? Verebilecek bir cevabımız olur mu?
Sanmıyorum!
Eğer ki, "toplumsal vicdanımız" olmuş olsaydı; "bu topraklarda" insanlar "sinek gibi" öldürülüp, öyle değer görür müydü?
***
Velhasıl.
Diyeceğim o dur ki;
Bu ölümler "çirkin, istismara açık, birbirimize kırdırma" teşviki olarak, yıkıcı bir plan olarak karşımıza çıkmazın.
Buna uyanık olalım.