YAŞAMA DAİR!

Haftanın son günündeyiz.

Vakası bol bir haftayı daha geride bırakıyoruz.

Şiddetin kol gezdiği.

Karşılıklı zıtlaşmanın hakimiyet kazandığı.

Ülkenin geleceği anlamında derin mevzuların tartışıldığı.

CHP'nin “10'uncu kez” Baykal'a devam etme kararını vermesi.

AK Parti'nin “kapatma” davasına yönelik ön savunmasını, “bireysel değil, hukuki yönde” sunması.

Askere gitmemek için “sahte çürük” raporu aldığı için tutuklanan ve daha sonra serbest bırakılıp silahaltına alınan Nurettin Demirtaş vakası.

Ardından “istifa” etmesi.

Kapatma davası bulunan DTP'nin “yedek parti” kurma başvurusunda bulunması.

Hükümet, İstanbul Valiliği ve DİSK arasında “husumet” oluşturan kanlı 1 Mayıs vakası.

* * * *

Yıldızı bol baş döndürücü “bu sıcak gündem” maddeleri, haftanın “ilk basamaklarını” teşkil ettiyse de olup-biten çok..

Ancak; Diyarbakır ve Güneydoğu illeri de “kendi iç dertleriyle” yoğun bir hafta geçirdi.

Mesela en önemli etken; “kasıp-kavuran” kuraklık.

Bölgede on binlerce dönüm ekili alan “yağmur yüzü” görmediği için kurudu.

Yüzlerce yerleşim biriminde, binlerce kez “yağmur duasına” çıkıldı.

Tüm bu “vahim sonucu” önümüzdeki aylarda ortaya çıkacak olan “kuraklığa” karşı, Hükümetin “sûkut” kalması.

Özellikle Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker'e “bölgenin tarım yönünde” afet bölgesi ilan edilmesi ve soruna çözüm getirilmesi yönündeki yapılan “çağrıların” cevapsız kalması.

İşsizlik, yoksulluk ve sefalet yüzünden “umuda yolculuğa” çıkan binlerce aile.

Batı illerinde “iş bulma” gayesiyle okullarından “alınıp” tarlaya yönlendirilen binlerce çocuk.

Tren vagonlarının, otobüslerin kamyonların “hınca-hınç” dolup taştığı bir zaman.

Evet! Tüm bunlar geride bıraktığımız haftanın “yüreğimizi burkan” gerçek mevzuları.

Haftanın son günü.

Onun için de; az önce sıraladığım “beyinleri uyuşturan” vakaların ruhsal dengemizdeki “etkisi”nden biraz uzaklaşalım.

Biraz da “duygu” anlamında düşündüren, özlemli, anlatımlara yönelirsek, hafta sonunun tadını belki beyin olarak değiştirebiliriz. Şöyle ki;

* * * *

BİR SAATİNİ BANA AYIR BABA!

Adam, yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına:

— Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun? diye sordu.

Zaten stresli olan adam:

— Bu senin işin değil... Karşılığını verdi.

Çocuk ısrar etti:

— Babacığım lütfen, bilmek istiyorum...

Baba daha fazla dayanamadı:

— İlla da bilmek istiyorsan 20 milyon...

Bunun üzerine çocuk:

— Peki, bana 10 milyon borç verir misin? Diye sordu. İyice sinirlenen adamın kafasının tası atmıştı:

— Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat.

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapattı.

Adam sinirli-sinirli, “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder” diye düşündü.

Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü;

“Belki de gerçekten lazımdı...” Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı. Yatağında uyuyan evladına şöyle seslendi:

— Uyuyor musun? Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm.

Çocuk sevinçle haykırdı:

— Teşekkürler babacığım...

Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören baba, iyice sinirlendi:

— Paran olduğu halde neden hala benden istiyorsun? Benim, senin saçma oyunlarına ayıracak vaktim yok.

Yüzünde mahcup bir gülümsemeyle paraları babasına uzatan çocuk, o harika cevabı verdi:

— Param vardı ama yeterince yoktu. İşte sana 20 milyon. Şimdi bir saatini alabilir miyim babacığım?

* * * *

KURŞUN KALEM!

Çocuk, büyükbabasının mektup yazısını izliyordu.

Birden sordu:

“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun?

Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı? “

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:

“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki! “

“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.”

“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”

“İkinci özellik: Zaman-zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”

“Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.”

“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabın ya da dışarıya yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”

“Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Ayni şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”

* * * *

ÇİÇEK VE SU AŞKI!

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.

İlk önceleri arkadaşlık olarak devam eder ilişkileri.

Tabii ki her zaman lazımdır arkadaşlık birbirini tanımak için.

Gel zaman git zaman, çiçek o kadar mutlu olur ki suyun yanında. İçi içine sığmaz olur artık ve anlar ki suya aşık olmuştur.

İlk kez aşık olan çiçek etrafa kokular saçmaya başlar

“Sırf senin hatırın için ey su,” diye.

Öyle bir zaman gelir ki artik su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlar.

Fark eder ki “Çiçeğe aşık oldum.”

Ama su da ilk defa aşık oluyordur.

Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek;

“Acaba su beni sevmiyor mu?” diye düşünmeye başlar.

Çünkü su pek ilgilenmemektedir çiçekle...

Halbuki çiçek alışkın değildir böyle bir sevgiye.

Ve dayanamaz bir gün, çiçek suya “Seni seviyorum.” der.

Su “Ben de seni seviyorum.” diye cevaplar.

Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya “Seni seviyorum.” der.

Su “Ben de.” der.

Çiçek sabırlıdır.

Bekler, bekler, bekler...

* * * *

Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz olur artık etrafa.

Ve son kez suya

“Seni seviyorum.” der.

Su da “Sana söyledim ya, ben de seni seviyorum.” der.

Ve gün gelir çiçek yataklara düşer.

Hastalanmıştır çiçek artık.

Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.

Yataklardadır artık çiçek, su da başında bekler öylece çiçeğin yardımcı olmak için.

Ama bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki:

“Seni ben gerçekten seviyorum.”

Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır.

Doktor gelir ve muayene eder çiçeği.

Muayeneden sonra şöyle der doktor:

“Hastanın durumu ümitsiz, artık elimizden bir şey gelmez.”

Su merak eder sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora “Hastalığı nedir?” diye,

Doktor şöyle bir bakar suya ve der ki

“Çiçeğin bir hastalığı yok dostum,

Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için.” der.

Ve anlar ki su artık, sevgiliye sadece

“Seni seviyorum.”

Yetmemektedir.