YAŞANANLAR; SİNİR HARBİ!

Kent, gündemi. Dünden, devam diyoruz.

Önceden ifade etmiştik, bugüne özgü yazı konularını.

DEDAŞ. Ve Dicle Üniversitesi! Pek tabi ki, bugün de "sıcak" hadiseler vuku buldu.

Fisovasındaki eylem. Genelkurmay'ın buraya, "Özel" Birlikleri sevk etmesi.

Bir de; Hüda-Par'ın Dicle İlçe Başkanın kaçırılması!

Anlayacağınız, Şehr-i Amed'in "baş döndüren" öne çıkan gündem başlıkları çok.

***

Şimdi en sıcak mevzuudan bir kaç detay verelim.

Kaçırıldıkları iddia edilen "Çocukların" ailelerinin eylemi devam ediyor.

Sayıları da arttı. Tabi "umutlarda" yükseldi çocukların iade edilebileceğine ilişkin.

Dünkü yazımda; "köprü" oluşumunun sonuca doğru ilerlediğini ifade etmişti.

Özellikle; 1 Haziran "Dünya Çocuk Günü" olması münasebetiyle!

Nitekim! Ailelerde "eylem" kararlarını bugüne odaklandırdı.

Ondan sonra, "eyleme" son verilebileceğini ifade ederek.

Kandil görüşmeleri başladı. Hafta sonu da, HDP-BDP heyeti, İmralı'ya gidiyor.

Muhtemelen bu görüşmede, "Çocuk gerillaların" konusu da konuşulacak.

***

GÖZLER İMRALI VE KANDİL'E ÇEVRİLİ?

Ve önemli bir beklenti de! Bu görüşmede, Öcalan Kandil'e muhtemelen şu mesajı verecek.

Cenevre sözleşmesi. Kürt annelerin "eylemleriyle" yarattığı kırılma.

Çözüm sürecine ilişkin yürütülen "normalleşme" dikkate alınarak "çocuklar iade edilsin" diyecek?

Çünkü "Annelerin" bu eylemi! Dağa giden birçok anneye-babaya "güven" getirdi.

Ki hiç bir aile; evlatları "gönüllü olsa dahi" dağda olmasını istemediği gibi olası bir çözümsüzlüğe de, "karşı çıkar".

Kandil. BDP ve İmralı.

İşte bu noktada kendi tabanını teşkil eden ve silahlı gücünün "aile fertleri" olan bu ailelerle karşı karşıya gelmek istemez.

Aksi halde, "keskin sirke, küpüne zarar" misali olur.

***

Fis Ovası’ndaki gerilim! Lice. Hani. Kulp. Ve dün itibariyle, Hazro!

Yaşananlar "iki uçlu" değnek misali. Kale kolların inşası. Operasyon. Ve hava destekli keşifler.

Diğer yandan, yolların kesilerek, hendeklerin kazılması.

Kişilerin kaçırılması. Hal-i hazırda çok ciddi ve ürkütücü gelişmeler yaşanıyor bu bölgede.

Hiç biri de çözüm süreciyle oluşan "normalleşmeye" katkı sunmuyor.

Bilakis, "çözümsüzlüğe" yeni düğümler ekliyor. Kaygılar "inşa" ediyor.

Hele, dün Genelkurmay'ın Bölgeye "Özel Birlik" gönderme açıklaması.

Akabinde, BDP'nin olası operasyonla "eylemler bölgeye yayılacak" beyanatı!

Der demez insanda şu algı oluşturuluyor; taraflar "çözüme değil, çözümsüzlük" kurgusuna odaklandı.

***

1990'LARA YÖNELİYOR MUYUZ?

Yani, 1990'lara mı "döndürülüyor" bölge!

Çünkü PKK-Hizbullah "arasındaki" gerilim de, tırmanış göstermeye başladı.

Rojova "üzerinde" bu ciddi konuşuluyor idi.

IŞİD-PYD kavgası! Ya da, El-kaide! Yani, İran, Suriye ve Irak "eksenli" bir çatışma "körüğü" hâkimdi.

Ancak, bu tehdit! Son dönemlerde, Güneydoğu’da kendini alenileştirdi.

Her ne kadar; 30 Mart öncesi ve sonrasında.

Ki son bir iki haftadır yaşananlar "artık" kaçınılmaz bir tehdit oluşturmaya başladı.

Nitekim Mardin'deki "cinayet". Lice'deki "kaçırma" girişimi son olarak ta, önceki gün Hüda-Par Dicle İlçe Başkanı Ercan Alpaslan'ın kaçırılması.

***

Neler oluyor! Yapılmak istenen nedir?

1990'lara uzanan; PKK-Hizbullah arasındaki "kan davası" yeniden güdülmek mi isteniyor.

Maazallah!

Çok kirli ve tehlikeli bir, oyun ve durum bu!

Vaziyet tamamen yıllar yılı, "bölgeye özgü" kurgulanan senaryoyla "yiyin birbirinizi" demektir.

Korkum o'dur ki. Şuan "saldırı" konumunda olan PKK'ya karşı yeniden, Hizbullah'ın Güneydoğu'da "silaha" sarılması!

Çünkü 11 yıla yakın süredir, Hizbullah "silahtan" uzak. Hüda-Par çatısıyla, "kendini" siyaset kulvarında idame etmeye çalışıyor.

Tıpkı, PKK'nın siyasi kolu BDP gibi.

***

Ama iki taraf "silaha" sarılıp "geçmişin" intikamına odaklanarak "ölümleri-öldürmeleri, kaçırmaları-infazları" icra ederse!

Ki "çözümü, barışı, normalleşmeyi "istemeyenlerin" iştahını kabartarak.

Salt Güneydoğu değil. Türkiye. Ortadoğu "yekvücut" vaziyette, "kan revan" olur.

Onun için; "kardeşkanını" akıtmaya yönelik oyunları boşa çıkarmalıyız!

Bunu; PKK'da, Hizbullah'ta idrak etmelidir...

BDP ve Hüda-Par'da çok iyi bilmeli.  Aklı-selimle ""fitne uyandırmak" isteyenlere prim vermemelidir.

Çünkü aynı gemideyiz. Gemi su alıp-batarsa bilinmelidir ki, "ilk boğulacak olan" bizler oluruz!

Fitne "üretilmesin". Fitnelere "gelinmesin".

***

ÜNİVERSİTE ÜZERİNDEN FİTNE ÜRETMEK?

Dedik ya.

"Fitne" ülkenin ve toplumun en bela hal-i. Vicdan. İzan. Ahlak icra etmediği gibi!

"Huzur, güven, barış ve kardeşliğin de" baş düşmanı!

Bakınız bir süredir, Dicle Üniversitesi "üzerinden" fitne üretilmekte.

Özellikle, "Paralel" yapı, iddiasıyla!

***

Gülen hareketi! Ya da, "içerisinde" vücuda gelen "Paralel Yapı".

Bunla alakalı, fikrimi ilk gün beyan etmiştim! "Kökü" temizlenmeli.

Hele ki, demokrasiyi, sivil iradeyi "hedef seçmişse".

Ant-i demokratik, ahlak dışı yollara tenezzül ediyorsa! Her kim oluyorsa; "alaşağı" edilmeli.

Hesap sorulmalı. Hukuk ve adalet nizamında, "gereken cezayı" çarptırılmalı. Ama "sapla-samanı" karıştırmadan. Yaş-ile kuruyu "yakmadan".

***

İşte Dicle Üniversitesi'yle alakalı yürütülen bu.

Yaşla-kuru misali. Fitne üretilerek, "Üniversite" itibarsızlaştırılıyor.

Kısa süre önce denildi ki; "Paralel yapı'nın Kandili". Şimdi de, "Paralel Devlet Yapılanma Örgütü" deniliyor.

Diyen kim? Mevcut yönetime "hasımlı" olan kesim!

Akademisyen. YÖK'ün Disiplin Kurulu tarafından "atılan" kişi Ahmet İnan!

Peki ya, daha düne kadar "yol arkadaşı" olan.

Ve mevcut yönetimin, Genel Sekreterlik görevini dahi bir süre yürüten.

Gülenin de, "Güneydoğu Kasası" diye unvan yapan Prof. Dr. Ahmet Keleş.

Bugün istediğini alamadığı için mevcut yönetime "hasım" kesilmiş.

***

Peki ya, AK Parti MKYK üyesi Prof. Dr. Mazhar Bağlı.

Bu değil miydi ki, "kız öğrencileri" tacizden suçlanan.

Üniversite'de öğrencilerin protestolarıyla "tacizci öğretim üyesi istemiyoruz" denilen kişi.

İstenilmeyen adam ilan edildi. Sonra, "kapağı" Başkent'te attı.

Şimdi, işbirliği içerisinde "oradan" sallıyor, Üniversite'ye!

Gayesi, kendi karakterine uygun bir yönetimi getirmek.

***

Gazeteye yansıyan habere bakıyorum. Köklü bir "asparagas".

Öyle ki, diyor ki savcılık adını koydu "Paralel Devlet Yapılanma Örgütü".

Yuh olsun.

Cumhuriyet başsavcılığı diyor.  Ama savcılıkta böyle bir şey yok.

Var olan; "cemşit pilavı" gibi sürekli ısıtılan şikâyet dilekçesi!

***

Sonuç itibariyle! Diyorum ki; "YÖK nerde, savcılık nerde, müfettişler nerde?"

Mevcut Yönetim üzerinden. Koca bir üniversite camiası başta olmak üzere!

Dicle Üniversitesi'nin mevcudiyeti. Ve Diyarbakır "büyük zarar" görüyor.

Güvensizlik icra ediliyor.

Bilemiyorum. Bunlar diğer şer güçler gibi.

Gayeleri; “Dicle üniversitesini” itibarsızlaştırıp, Akademik yapıyı “huzursuzlaştırıp” dağıtmak mı?

Ve sonuçta, Üniversite'nin "kapısına" kilit vurup kapatmak mı gayeleri?

Galiba öyle. Çünkü elde bir üniversite kalmıştı.  Her ne kadar "kör-topal" gidiyorduysa da!

Şehr-i adam’ın akil kesimi, niye bu mevzuuya "sessiz" onu da anlamış değilim!

***

 

GÜNDEMİN DİĞER KONULARI MI?

Gelirsek; DEDAŞ'ın keyfiyetine, Bakanlar Kurulu'nun "kollama" kararı ve Yüzlerce çiftçiyi sokağa" döktüren uygulamaya" diyemeyeceğim bugün için.

Tabi bir de, şu "Sahte Sağlık Raporu" kepazeliği. Dün de biri doktor beş kişi daha tutuklandı.

Yani tutuklanan sayısı 18'e çıktı. Bir doktor da, "işimin başındayım, davet edildim, ifademi verdi" deyip, övgü alıyor.

Ama verdiği ifadenin içeriğinden söz etmiyor.

Kim "gammaz" diye…

Neyse, yer darlığı yüzünden bu mevzuuları da yarın hasbi-hal ederiz.

Şimdilik bu kadar.

Hayırlı Cumalar.