Yeni yıla, Diyarbakır'dan yükselen sevgi!
Eskittik.
Daha doğrusu, tükettik bir yılı.
Şimdi geldi ter-ü taze bir 365 gün daha.
Ve bugün de yeni yılın ilk günü.
Evet,
2011 yılına merhaba, hoş geldiniz diyoruz!
Eklendi;
Bir yaş daha ömre!
Herkeste farklı bir duygu hâsıl.
Kimi,
Oh be. Ne güzel oldu, bir yaş daha büyüdüm!
Kimi,
Eyvah! Gitti ömür hazinemden bir yıl daha...
Yaşlandık!
Kimi de,
Boş ver! Zamandan bol ne var?
Geçti gitti, ne hacet ömrün tükettiği zamana.
Bilemiyorum?
Her ne düşünce kişinin hayat kültüründe hâsıl ise de.
Ama tartışılmaz olan hepsinin ortak bir fikriyatının olduğu gerçeğinde, yeni yıldan bir beklenti oluşu.
Yoktur; yeni günden, yeni zamandan ve yeni yarınlardan "bir beklentisi" olmayan.
Ümitler daima vardır.
***
Tabi,
Bir de tüketilen yılın seyr-ü seferi var ki, sorgusu büyüktür.
Kimine göre iyiydi, kimine göre de kötüydü.
İşte, şöyle-böyle, orta deyip geçmişe değer biçen de var.
Neyse diyelim.
Malum,
İstisnasızdır. Herkes yeni yılın ilk saat ve gününde "iyi dilek" sunarak söze girer.
Umutlar, gönül birlikteliğiyle var olsun diye!
Biz de;
Söz ailesi olarak "iyi dilekler" noktasında bu düşünceyi size karşı arz ediyoruz.
Ve duamız, temennimiz ve beklentimiz, "hep birlikte" nice yıllara diyoruz.
Ve tabi ki;
Barışın, kardeşliğin, hoşgörü ve sevgi muhabbetinin kesintisiz yaşanması.
Huzurun, güvenin, istikrarın, kavgasız, gürültüsüz, şiddetsiz zamanın var olmasına.
Yaşanan ve yaşatılmak istenilen; "ötekileştirme" girişimlerin de, sonuçsuz kalmasına vesile olması dileğiyle.
Doğrusu geçmişin "muhasebesine" girmek gerekir.
Ancak, yeni yılın feyzine "gölge" gelir düşüncesiyle bu mevzuya şimdilik girmeyeceğim.
Her ne kadar; Geçmişe mazi derler diye bir söz var ise de.
Geçmişle, muhasebe yapmayanın yarını da yoktur...
***
Bugün; için bu durumun polemiğine girmeyelim.
Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül iki günden bu yana, ilimizde.
Yani; Misafirimiz!
Ağırlıyoruz, ağırladık devletin başkomutanını.
İnanıyorum ki, Cumhuriyet tarihinden bugüne, Özal dışında ikinci kişidir Gül'e Diyarbakır halkının gösterdiği sevgi.
Misafirperverliğin, en dehşetlisi ve dosta-düşmana parmak ısırtan bir, resimle gösterdi.
Tabi kendisi de; aynı duygu ve yürek yaklaşımını gösterince "iyi niyetler" muhteşemliği ortaya koydu.
Öyle ki;
Diyarbakır'ın tarihi ve kültürel mekanlarını gezen, oradaki havayı soluyan.
Hatta
Şehitler ve Sahabeler mekânı Hazreti Süleyman'a gidip, orayı gezmek.
Gazi Köşkünde,
Sevgili Bedri Ayseli'den çıplak sesle "Kırklar Dağının Düzü" Türküsünü dinlemek.
Kendi ifadesiyle;
"Diyarbakır'ı daha yakından tanımak ve bilmek için" gelen, Cumhurbaşkanı oldu mu?
Olmadı.
Olduysa da, şu 48 yıl içerisinde olmuş değil.
***
Onun için;
Yeni yılın ilk günkü yazısını Gül'ün kentte yaydığı sinerji.
Ve, halkla bütünleşirken verdiği mesajların yarattığı hava.
Ve pek tabi ki, biz Kürtlerin ona gösterdiği, sevgi coşkusunun yarattığı atmosferi sizinle solumak istiyorum.
Çünkü;
Özellikle dün, yağan yağmura rağmen ortaya çıkan toplumsal kenetlenme "çok iyi" okunmalı.
7'den 70'e,
Diyarbakırlıların "Seninle gurur duyuyoruz" sloganları.
Pek, kimseye kısmet bir çağrı ve iltifat değil.
Zaten; "Hak" edilen olmazsa idi, Diyarbakır ahalisi tez kusardı onu.
Şunu ifade edebilirim;
Gül'e gösterilen sevgi, coşku ve atılan güllerin ihtiva ettiği değer şuydu.
Gül bize ve bizlere "yapmacık" değil.
Samimi.
"Devlet Baba" şefkatiyle, kucak açan Devlet büyüğü.
Bizi, görmek istediğiyle görmüyor.
Bizi, biz gördüğü için görüyor.
Nitekim Diyarbakır'ın verdiği mesajın pankartı da aynı tezi doğrular nitelikteydi.
"Bin yıldır kardeşiz".
Ki Gül'ün bu mesaja verdiği cevapta bir o kadar kucaklayıcıydı. "Bizler binlerce yıl değil, yüz binlerce yıldır kardeşiz."
***
Dikkat edin;
Bu "Devlet Baba" değil miydi ki, iki gün önce MGK'ya başkanlık eden.
Daha doğrusu, Gecenin sabahı Diyarbakır'a gelen.
Ve MGK'nın "muhtıra" niteliğindeki bildirisinin altına imza koyan...
Tek millet, Tek bayrak, Tek Vatan, mesajını verdiren.
Gül değil miydi? Oydu.
İşte,
Gül'e gösterilen sevgi ve Gül'ün sarf ettiği mesajlar bu hamurla yoğrulduğunda, asıl hedef ortaya çıkar.
Aslında; topyekûn bir "değişim" rüzgârı var.
Hem, Ankara cephesinde,
Hem, Diyarbakır cephesinde,
Hem, Ülkenin tüm değerleri noktasında "değişim" var.
O da şu; aşılmayan "ezberler" giderek, aşılmaya başladığı gerçeğidir.
Askerin;
Siyaset ve ülke yönetimi üzerindeki "vesayeti" hepimizin malumu.
Çünkü dün konuştuğum ve sohbet etme imkânı bulduğum tüm dostlardan aldığım intiba şu.
Ki biz de aynı hissiyat içerisindeyiz.
Bıktık!
Artık "güvenlik" açmazında kalmak ve onun solduğu havada yaşamak istemiyoruz.
***
Kürt sorunu, elbette ki salt "Anadille" sınırlı değil.
Bilumum mevzular ihtiva etmektedir.
Ama bir ahalinin "Anadilini" inkâr etmek, onu inkârdır!
Zaten; en büyük "tahribat" ve aşılmaz ezber bu inkârın belli zümre tarafından hala da, dikta edilmesidir.
Gül,
Dün sabah STK'larla kahvaltı da bu nokta üzerinde "fikir" jimnastiği yaptığını öğrendim.
STK'lar,
Gül'e "Kürtçe" resmi dil olarak kullanılması yönünde taleplerinin olmadığını.
Bu dil üzerindeki,
"Tüm yasakların" kaldırılması gerektiği ve Anayasal güvence altına alınması gerektiği, belirtildi.
Kamusal alanda kullanmak.
BDP'de böyle diyor. Baydemir'in ifade ettiği gibi;
"Sorun Anayasal ve yönetsel demokrasi sorunudur".
Dün buradan ifade etmiştim.
Bu yöndeki, Gül'ün kafasındaki "önümüzdeki" zaman süreci içerisinde icra edilebilinecek formülün ne olduğu.
***
Çünkü Gül;
"İyi şeyler olacak" sözünün arkasında dururken 2011 seçimleri sonrasında da; "Kültürel" değerlerin Anayasal güvence altına alınacağına ilişkin verdiği sinyali sizinle paylaştım.
Tabi. Gül'ün konumu noktasında, bir hassasiyeti var.
O da, önümüzdeki süreç açısında.
"Sorumluluk sahibi kişilerden isteğimiz, taleplerini dile getirirken, toplumu gerecek söylemlerden kaçınmaları".
Haklı.
Ancak, bu haklılık şu anlama gelmiyor.
"Onlar öyle söyledi, bizde sırtımızı döneceğiz" değil.
Teamül gösterilmeli.
Olabileceklerin "önü" açılmalı ki, sorunlar uzlaşı noktasında tartışılıp çözülsün.
Sanırım;
Bu ezberin de duvarı yıkılacak ve üstesinden gelinecek.
Şöyle ki; Gül'ün Diyarbakır'dan ülkeye yaydığı "sinerji" her ne kadar "inkar politikasıyla" nemalananan MHP zorba düşüncesi ifade ettiyse de.
Siyasetin,
Ve toplumun ekseriyetinde "pozitif" bir değer yarattı.
Korkmayın!
Bugüne kadar yaşanan acıların altında demokrasi korkusu yatıyor çünkü...
Bu korkudan kurtuldukça, barışın yolu açılacak.
***
Sonuç itibariyle;
Tek dileğimiz ve temennimiz.
Huzurun, istikrarın, güvenin "tesisi"!
Barışın, kardeşliğin, hoşgörü ve sevginin "oluşması"!
Demokrasinin, İnsan Haklarının ve Hukukun üstünlük prensibinin "sağlanması"!
Hakların "eşitlik" ilkesi doğrultusunda verilmesi yönünde engel "bırakılmaması"!
Dinin, dilin, geleneğin, göreneğin, örf ve adetlerin "birey özgürlüğü" noktasında hayat bulmasını temin "etmek"!
İşsizliğin, yoksulluğun, geri kalmışlığın alın yazısı olmaktan "çıkarılması"!
Ve anaların, bacıların, kardeşlerin "yüreğini" dağlayan şiddet ortamının son "bulması"!
Kürdünden, Türkünden, Laz’ından, Çerkez’inden.
Alevi’si, Sünni’si. Müslüman’ı, Süryani’si.
Tek çatı altında "özgürce" yaşaması, yaşanması ve yaşatılması.
Onun için diyorum ki; "zaman"dan çok, bizim "vakit"e ihtiyacımız vardır.
Vakit te; "an"dır.
İnsan hayatına "anlam" kazandıran da; "o anda" yaşanan vakadır.
Tıpkı;
Dün Nebi Cami önünde Gül'e ve Gül'ün de bize "gösterdiği" samimi, sevgi gibi.
Bizim;
Biz yapacak olan bu "sevginin" deryasında; birbirimizi olduğu gibi görmektir.
Nice yıllara!