Yuvarlak masanın dediği; Yol yakin iken?

Biliyorum.

Hayli, merak içerisindesiniz.

İki gündür niye yazmıyor, nerde bu adam, niçin kayıplarda diye?

Öncelikle bu soruları ikmale getiren iki günlük “maruzatımı” anlatayım!

Şöyle ki, İstanbul’daydım.

İki mevzuu ya dayalı zorunluluk idi.

Biri özeldi. Ki o bende saklı kalsın.

Diğeri ise bir düşünce kuruluşunun “yuvarlak” masa toplantısına katılmaktı gidişim.

***

Peki, bu kuruluş kim ve neler konuşuldu derseniz?

Hani derler ya; yediğin-içtiğin senin olsun, ne gördün onu anlat bize.

Evet, işte o atmosferi burada sizinle paylaşacağım.

Aslında, yazıyı hafta sonuna bırakacaktım.

Ancak, sizden gelen çok sayıda “nerdesiniz” mesajı nedeniyle, öne çıktı.

Bugün hasb-i hal edeceğiz.

***

“Yuvarlak” masanın konusu.

Ve kimlerle, “durum” mülahazasına girdiğimize gelince.

Kısa adı; DPI. Genel konseptiyle, bir düşünce kuruluşu.

Demokratik Gelişim Enstitüsü(DPI).

Londra merkezli.

Kendi tanımlamalarıyla; Uluslararası düzeyde barışın ve demokrasinin inşasını destekleyen bir enstitüyüz!

***

Yani özellikle; çatışma alanlarında, demokratik bir çözüm ortamını geliştirmek.

Bunun için de farklı tarafları bir araya getirmek.

Bilgi, fikir, kaygı ve önerileri paylaştıran bir atmosfer oluşturarak, çözüm üretmek.

Bir ölçüde; “Müzakere” yolunda, durak ve yol haritası geliştirmek.

Buarada, DPI İngiltere ve Kuzey İrlanda “barış görüşmelerinde” önemli rol üstlenmiş.

Bir çok kurucu üyesi; görüşme ve müzakere masasında “yer alıp” misyon üstlenmiş kişilerden müteşekkil!

Anlayacağınız “etkin ve kimliksel” bazda Avrupa’da önemli aktörlüğü var.

***

Kuruluşun; İstanbul’da icra ettiği ikinci yuvarlak masa toplantısı da bu gayeyleydi.

Konu başlığı da; “Çatışmaların Çözümünde Yerel ve Bölgesel Medyanın Rolü”.

Mevzu, ekseriyetiyle bölgemizi ve bizleri ilgilendirdiği için biz de davetliydik.

Tabi bizim dışımızda, Diyarbakır’dan, Hakkâri, Siirt, Van ve Mardin’den birçok isim daha vardı.

Diğer yandan, Ülkenin diğer bölgelerinden de gelenler yok değildi.

Her görüş, her kesim vardı!

***

Ve tabi ki;

Siyasilerden de BDP’den Batman Milletvekili Ayla Akat.

Diğer siyasi partiler de davet edilmiş.

Ancak, denilene göre mazeret göstermeden davete icabet etmemişler.

Bu yönüyle yuvarlak masadaki temsiliyet eksik diyebilirim.

Sonuçta masa etrafında buluşan isim listesi, 51 kişi.

***

 

Toplantının, Moderatörlüğünü Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu yaptı.

Gazeteci Cengiz Çandar,

DPI’nin kurucularından Gazeteci Dr. Paul Moorcraft,

Zaman Gazetesi köşe yazarı Gazeteci Yavuz Baydar,

Ve KONDA Araştırma şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır birer sunum yaptılar.

 

***

 

Neler konuştuğumuza gelince.

Doğrusu, 6 saat içerisinde ne konuşulabilinir ki?

Hele ki, sayı 51 olunca. Sunumlar da, 15’er dakika.

Kişi başına, kala kala iki üç dakika. Ama çok şey de konuşuldu diyebilirim.

Hepsini, burada zikretmek imkansız.

Zaten, zaman içerisinde oradaki konuşmalar kitap haline gelecek.

Ama konu başlığıyla atmosferin nasıl olduğunu aktarmak istiyorum.

***

Kürt sorunu.

30 yıldan buyana süren çatışmalı ortam.

Türk-Kürt.

Ve ülkedeki diğer etkin kimliklerin, mesele etrafında “birbirlerine” yaklaşım hali.

Batı’da Güneydoğu algısı.

Güneydoğu’dan Batı algısı.

Alevi-Sünni.

***

Beri yanda;

İktidar, muhalefet ve tabi ki Kürt siyasal hareketini temsil eden tarafların “karşılıklı duruş” ve yaklaşımı.

En önemlisi de; tüm bunların iç ve dış dünyasını topluma yansıtan mekanizma olan “Medyanın” üstlendiği rol ve kullandığı dil.

Ve tabi ki Medyanın çatışmalı taraflar arasında taşıdığı misyon.

Gazetecilerin karşılaştıkları sorunlar.

Sosyal, Siyasal ve ekonomik dertler.

İktidar ve medya ilişkisi.

***

 

Bu ana başlıklar altında hayli mülahaza içerisinde olduk diyebilirim.

Ancak özü itibariyle, şu hakikat ortaya çıktı.

Yerelde,

İster Güneydoğu’da olsun,

İster Karadeniz’de,

Veya Ege’de, İç Anadolu’da olsun fark etmiyor.

Kürt sorunu, Kürtlerin hakları, ya da çatışmada verilen kayıplar!

Asker, Polis, Korucusu, Sivil ve eline silah alıp dağa çıkan Kürt genci..

Çatışma ortamında; “ölümler”..

***

Faili meçhul cinayetler.

Katliamlar.

Uludere’deki “Roboski” katliamı.

Şemdinli baskını, İstanbul’daki Molotoflu saldırı,

Ya da Gaziantep’te Bayramı zehir eden menfur olay.

Kürt işçilerin Batı illerinde maruz kaldıkları sınıfsal ayırım.

Göç edenlerin, son yıllardaki “ayrıştırıcı” muamele görmesi.

***

İşte bunların;

Haber verilişinde,

Köşe yazısında,

Yorum ve analiz ile kullanılan resimlerdeki birinci açmazı; “mahalle” baskısının öne çıktığını gördük!

Tabi ki, hitap ettiği coğrafya,

Ve sayısal üstünlüğe sahip “etkin kimliğin” varlık derecesi,

Siyasi ve ideolojik düşünce!

Üstadın ifadesiyle; esen rüzgâra göre, fikri medya üreticiliği yapıldığı gerçeği bir kez daha kendini gösterdi...

***

Nasıl ki, Partiler “oy” kaygısıyla, bazı hakikatleri görmezden geliyorsa.

Ya da, yalanı, gayri gerçeği hakikat diye gösterip, yanıltma gayretkeşliğine gidiyorsa.

Ne yazık ki, medya da son yıllarda özellikle “baskı sayısı” ve yandaş kaygısıyla, pozitif-negatif yönde “üç maymunu” oynuyor.

Hani ana tanımımız olan,

Objektif, Tarafsız, İlkeli, dürüst ve bağımsız “gazetecilik” gördük ki ciddi manada maalesef, dejenere olmuş.

***

Tıpkı mecliste birbirlerini boğazlayan,

Bel altı, bel üstü, ahlaki erozyona neden olan, siyasilerin aksiyonları gibi.

KONDA’dan Ağırdı’nın ifade ettiği gibi;

Medya da yüzde 85’ine mutabık bir çoğunlukla “nefret söylemine” sahip.

***

Yüzde 15’i de,

Kısmi bazda barış gazeteciliği ve barış “dilini” kullanıyor gibi görünüyor.

Tabi bu oran kişilerin bakış açısına göre de değişiyor.

Nedeni de, darbeler!

12 Eylül,

28 Şubat ve tabi ki gelinen “yandaş-candaş” hal-i vaziyet!

***

Ama her şeye rağmen.

Yuvarlak masanın etrafındakilerin; “barışa ve çözüme” odaklı olması sevindirici!

Doğrusu, Kürt sorununa dayatılan “çözümsüzlük” ağında bende oluşan “ümitsizliği”!

Bir nebze de olsa, toplantı sonunda üzerimden atarak çıktım.

Hele ki; son yıllarda Karadeniz’de “Kemalist ve Milliyetçi” enjeksiyonun arttığı bir zaman da.

STK ve Medya çalışanlarının.

Hele ki, iş dünyası “meseleye” müzakere noktasında baktığını görmek hayret verici olduğu gibi.

Bir Kürt olarak sevindirici buldum.

Her ne kadar; “keskin” söyleme sahip olan çatlak sesler var idiyse de.

Geneli; “bu iş çözüme” kavuşsun.

Yeter artık, “kan akmasın”.

***

Tabi biz.

Yani Güneydoğu’da görev yapanlar olarak.

30 yıldır süre gelen,

Çatışma sarmalının içerisinde Akat’ın ifadesiyle!

Bizler.

Meselenin, üç cephesinde bulunuyoruz.

Yani hadisenin hem tanığı, hem sanığı hem de mağduruyuz!

Öyle..

Ama bize de eleştirileri vardı.

Siz de, “sorgulayan” olursanız mevzu o zaman tek taraflı “yontulmaz”

Yanlışımdır..

Ama doğru diye dikte etmemek gerekir..

Hakli bir eleştiri..

***

Eee..

Beraber biz, olup bitene “özeleştiri” noktasında bakmış olsaydık..

Bugünlere gelmiş olur muyduk?

Ne mümkün...

Sonuç itibariyle.

Yuvarlak masanın etrafında buluşan herkeste.

Oluşan ana bütünleşme,

Bu savaş hali, bu çatışma, şiddet, nefret, kavga ve hizip durum ilelebet sürmeyecek.

Mutlaka son bulacak.

***

Ama şu da ifade edildi; hala bir araya gelebilme şansımız varken.

İşte 51 ayrı görüş ve cenahtan “fikri beyan sahibi” olarak, konuşabiliyor ve uzlaşa biliyorsak.

Konuşuyorsak.

Acıları paylaşacak vicdan ve insanı duyguyu hala içimizde barındırıyorsak.

Et ile tırnak iken.

5 binlik yıllık Kürtlerin varlığı,

Ve bin yıllık Kürt ile Türklerin birlikte yaşayıp “kaynaşmış” nesiller olarak, “yol yakın” iken.

Gelin; “hep beraber nasıl yaşayabilirizi” konuşalım.

***

Yoksa

Acılar üzerinde,

Ölümler,

Öldürmelerin sayısal hesabına,

Şu senden,

Bu benden ikilemiyle debelenip durursak.

Gelecekte çok pişman olacağımız gibi.

Nesillerin;

Hem bedduasını alacağımız gibi, geleceklerini de “karanlığa” ve çatışmanın yarattığı kan gölüne kurban etmiş olacağımızı unutmamalıyız.

İşte böyle bir mesai ortamı içerisinde, sizden uzak kaldım.

Değdi mi derseniz?

Evet.

Hayırlı Cumalar.