ZENGİN AİLENİN YETİM EVLADI
Dün akşam saatlerinde günlük yazı için bilgisayarın başına geçip, beyaz bir sayfa açtım.
Bir süre öyle ekrana odaklandım. Sonra düşündüm; 'hafta sonuna' özgü ne yazabilirim diye?
Çünkü yoğun, gergin ve stresi yüksek bir hafta geçirdik.
Bu duruma bari hafta sonu 'tuz biber' olmayalım.
***
Şöyle kafayı dinlendirmek, biraz da asık olan 'yüzümüzde' tebessüm oluşturmak; en doğru yol olur dedim.
Ve arşivime odaklandım, kitapları karıştırıp, eski dergi kupürlerini gözden geçirdim.
Ne var ne yok?
Öyle bir 'konu' seçebileyim ki; biraz da 'dersi' ibret olsun duygusuyla; elime buruşuk bir dergi küpürü geçti.
Yıllar önce ismini not etme akıllığı göstermeyerek, bir dergiden makasladığım yazı küpürü.
***
Zengin bir ailenin, annesi ve babası olan 'yetim' bir çocuğun 'öğretmenin' gözüyle yaşadıkları.
Okumaya başladım; 'hikâyede neler anlatılıyor' diye?
Birden duygu dünyasına odaklandım. Baba oluşumu, çocukluğumu ve oğlum Eşref'le 'yaşadığım' hayatı gözlerimin önüne getirdim.
Sinema şeridi gibi; nerden nereye?
İsterseniz bu 'duygu' dünyasını körükleyen mevkuteye odaklanmadan önce bir parantez açalım.
Şöyle; 'kulağa' küpe olabilecek bir anekdot aktardıktan sonra; geçiş yapalım.
***
SABIR, SABIRSIZLIK VE KONTROL
Zamanın birinde bir baba oğluna bir torba çivi verir.
Ve kendisine şöyle der; kontrolünü, sabrını her kaybettiğinde ceviz sandığının üzerine bir çivi çak.
Çocuk çivi torbasını alır. Ne var ki birinci gün çocuk tam 37 çivi çakar.
Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar.
Nitekim haftalar ilerledikçe, kendini kontrol etmesinin sandığa çivi çakmasından daha kolay olduğunun farkına varır.
Çocuk her çivi çakmadığı günün sonunda durumu babasına bildirir.
***
Bu defa baba, oğluna kendini kontrol ettiği her günün sonunda sandıktan bir çivi sökmesini ister.
Haftalar geçer, çocuk hem sabır hem de kendini kontrol etmenin idrakiyle bütün çivileri sökmüş olur ve babasını çağırır.
Babası çocuğun elinden tutar ve sandığın yanına götürüp ona şöyle der:
"Bak oğlum, çok çalıştın ve artık kendini kontrol ederek sandığın üzerinde delik açmamayı öğrendin!
Ancak, sandığın üzerindeki deliklere bir bak!
Hiçbir zaman o delikler kapanmayacak ve eskisi gibi olmayacaklar.
İşte her sabırsızlığında karşındakilerde böyle yaralar oluşur.
Ne kadar özür dilersen dile, o yara daima orada kalacaktır.
Sözlü bir saldırı da en az fiziksel saldırı kadar yaralayıcıdır.
***
Ve gelelim; yıllar önce 'küpürünü' kestiğim mevkuteye!
Konu bir öğretmen'in zengin bir ailenin 'yetim' diyebilecek kadar yalnız kalmış çocuğunun 'hayat' hikayesi.
Zaten 'yazıyı' kaleme alan da bir eğitimci. Şöyle başlıyor:
"Başını öne eğdi. Gözlerinin dolduğunu görmemi istemiyordu. Kısık ve boğuk bir sesle:
Kahvaltımı duvardaki pahalı tablolara bakarak yapmak istemiyorum, dedi.
Yanımda bakıcım değil, annem-babam olsun istiyorum. Sustu. Zaten çok konuşmazdı.
Zekiydi, ama bir o kadar da sessiz ve içine kapanık. Zayıf, ama arkadaşlarının alaylarına sabırla katlanacak kadar olgun.
Anne-babası zengindi, daha o uyanmadan işe koşup gece geç vakit eve dönecek kadar çok çalışıyorlardı.
Onlara sorarsanız, her şey tek çocukları içindi.
***
Gündüz gözüyle görmedikleri bir göz bebek! Gözbebekleri sık sık ıslanan bir göz bebek!
Veli toplantısı. Annesi, yanında oğlunun özel öğretmeniyle birlikte en ön sırada.
Çok dikkatli ve ilgili. Dinliyor, not alıyor.
Toplantı sonrasında, bir köşede bu ilgili anneyle konuşuyorum.
O, zeki bir çocuk, ama yeterince yoğunlaşamıyor, sanırım daha fazla sevgi ve şefkate ihtiyaç duyuyor, diyorum.
Ders çalışmaması, sizi yeterince göremeyişinin bir sonucu. Kim bilir belki de bir çeşit intikam_
***
Genç ve bakımlı kadın geriliyor. Gardını alıyor. Kim bilir kaçıncı kez duyduğum sözler çıkıyor ağzından.
Biz ne yapıyorsak, çocuğumuz için yapıyoruz. Özel okula gönderiyoruz, bir dediğini iki etmiyoruz, bilgisayarı var, interneti var, tatil yapıyor_Bir de edasının söyledikleri. Kalksın, otursun şükretsin. Hangi olanaksız olduğunu düşünse de çocuk bu kadar nimeti bulabiliyor bu zamanda.
Bu bizim hayat tarzımız. Hiç kusura bakmayın, bu hayat tarzından taviz vermeyiz. Ağzından değil, ama halinden çıkıyor bu sözler.
Anlıyorum, diyorum, aslında anlamadığımı söyleyemiyorum. Siz en iyisi bir de psikolog rehber arkadaşla görüşün.
Bakalım o ne diyor. Bir de diyemediklerim var. Oğlunuzun doya doya ağlamaya ihtiyacı var, ama yüzünü sizin sinenize yaslayarak.
Onun için ne yaptığınız onu hiç mi hiç ilgilendirmiyor. O onunla birlikte ne yaptığınıza bakıyor. Haklı da.
***
Ama diyemiyorum. Babayı hiç soramıyorum. O nerede? Haftada kaç saat geçiriyor oğlu babasıyla? Hayalci bir soru. Babasını haftada kaç kez görebiliyor? Siz çok zenginsiniz. Ancak oğlunuz fakirliğin en kötüsünü yaşıyor:
Duygusal fakirliği.
Seneler sonra, şimdi, söylemem gerektiği halde söyleyemeyeceğim bir şey daha geliyor aklıma: Hanımefendi, siz çocuğunuzu yetim ve öksüz bırakıyorsunuz, farkında değil misiniz?
Yetimin resmini çizebilseydim kalemimden hüzünlü bir çift göz dökülürdü kâğıda.
O zenginlik içinde duygusal fakirliği, anne-babası olduğu halde duygusal yetimliği yaşayan o öğrencinin gözleri.
Ağlayan değil, ağlayamayan gözler. Dolu, ağlamaya hazır, ama ağlayacağı bir sine bulamayan bir çift göz...
Baba, sadece ekmek parası için yaratılmış değil. O, çocuğuna hem maddeten, hem manen kol-kanat germek için var. Hayat boyu ona yol gösterecek hayat ilkelerini şefkatle öğretmek için var.
***
Aynı odanın içinde soluk alırken bile çocuklarına güç ve dayanak noktası olmak için var.
Yetim, şefkatin ve himayenin simgesi babadan mahrum olduğu için yetim.
Yetim bu kol-kanattan, bu öğretmenden, bu dayanak noktasından mahrum olduğu için yetim.
Korunmasız, zayıf ve ezik. Herkesten fazla şefkate ve ilgiye lâyık. O yüzden, hem Kur'ân, hem Peygamberimiz (S.A.V.) yetimlere şefkatle muamele etmemizi emrediyor.
Sizce, o öğrencim de _manen yetim_ sayılmaz mı? Sizce de, kim bilir kaç çocuk babası hayatta olsa da manen yetim değil mi?
Kaç çocuk, babası hayatta olsa bile, ondan çok uzaklarda değil mi?
_Söylersem, babam sana gösterir_ celâllenmesine cesaret edemeyen, baba şefkati ve kuvvetini arkasında hissedemeyen kaç çocuk var?
***
Manen yetimlerin sayısı belki de kat kat fazla. Şehirlerde kaç çocuk, kreş ve anaokulu köşelerinde sahte ilgi ve şefkatlerle avutuluyor dersiniz?
Sabah o uyanmadan evden kaçan, gece o çoktan uyuduktan sonra eve dönen, işine gösterdiği özen ve ilginin onda birini çocuğuna göstermeyen kaç baba, çocuklarını manen yetim bıraktığının farkında? Ne dersiniz?"
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.