ZİHNİYET DEĞİŞMEDİKÇE?

Tatilde yaşadıklarımdan kesitler diyerek hafta sonu sohbetine başlayalım.
Konuştuğum, sorduğum ve notlar aldığım tatilden bi kesit.
İzmir'deyiz!
Güneydoğu'dan göç edenlerin "yoğunlukta" yaşam mücadelesi verdiği sığınak bölge;
Kadife kale.
Basmane'nin hemen yanıbaşında.
Son 20 yılın Güneydoğu'daki "göç dalgasında" büyük nasip almış bir semt.
Zaten görüntüsü ve sokaklarındaki havanın teneffüsünde; durum hemen çakılıyor.
Diyarbakırlısı, Mardinlisi, Siirtlisi, Batmanlısı, Hakkarilisi.
Kadife kale tarihi "bir sığınak" olmasının dışında tarihi bir kimliğe de sahip.
Bugünlerde; "Turizme" kazandırılması, İzmir'in "gözde semti" olması anlamında çaba var.
Mimari bir değişikliğe, "gecekondu" türündeki evlerin de yıkımı anlamında.
Söylenti mi, yoksa proje mi bilemiyorum.
Ama orada yaşayan özellikle, "Kürt kökenliler" yönünde, büyük bir tedirginlik var.
Ne olacak sonumuz diye?

***

Neyse!
İzmir'deyiz dedik.
Basmane'yi gezip-görenler bilirler.
Basmane Polis Karakolu'nun hemen karşısında bir otopark. Yarı yıkık harabe vaziyette.
Hemen bitişiğinde de kahvehane. Orada oturuyoruz. Eş-dost, akraba!
Diyarbakır'ın havasını benden "soluyorlar".
Ne var, ne yok anlamında?
Çünkü "gurbet" büyük özlemdir onlar için.
Hepsinde; "sözler" boğazlarında iki kez düğümlenerek çıkıyor.
Kısık ama, içten.
Her ne kadar; "iş, aş, konut" anlamında herkes kendisine özgü bir yapı oluşturmuşsa da.
Kimi, Diyarbakır'dan getirdikleri "tütünü satıyor"!
Kimileri "pamuk, şeftali, zeytin" işlerinde.
Kimi boyacı, sıvacı, işportacı.
Kısacası; "hayatlarını" bir çizginin rotasına sokmuşlarsa da, "gurbetten" dönüşün duygusu hala hakim.

***

Çünkü diyor Mehmet Aslan.
"Orda da huzurumuz yoktu, burda da yok"!
Deşmesini istedim Aslan dayıdan; neden "huzur yok" diye.
Çünkü diyor;
"Güneydoğu'da patlayan her bomba. Gelen her şehit cenazesi, içimizi yakıyor. Yaktığı gibi, 'Kürt-Türk' hizipleşmesini de körüklüyor. Ne güven, ne istikrar, ne istihdam ne de iş, aş kalmıyor."
Yani; "sen-ben, siz, onlar".
Zaten; en büyük tehlike, en büyük korku ve en büyük tahribat, "bu durumun" sürekli alevli tutulmasıdır.
Yanan ateş "söndürülmeli".

***

Saatler süren bir sohbet ortamı.
Her soru, yeni bir konu. Her söz yeni bir anlatım.
Öyle ki, saat 10.00'da oturduk, 16.00'da ayrıldık.
O da; "zor bi bela".
Tam da; hatır isteyip ayrılacaktık ki; Kahvehane sahibi seslendi.
"Erzincan'da çatışma var." diye.
Duraksadım. Televizyona odaklanarak "durumun neyi içerdiğini" öğrenmeye çalışırken, flaş haber verildi.
Erzincan'ın Kemah ilçesinde, "Operasyondan" dönen time "bombalı tuzak kurulmuş".
Biri Albay, 9 güvenlik görevlisi şehit.
Kahvehanedekilerin hemen hepsi "donmuş vaziyette", duruma tepkili.
"Yeter artık, bu kan dursun. Analar ağlamasın, ocaklar sönmesin. Vatan evlatları ölmesin"

***

Emekli Öğretmen Zeki hoca "Bak Ömer Bey" diye seslendi;
"Bakın Vatan evlatları yine, kirli oyunlara kurban ediliyor. Bunu artık ülke ve millet görmelidir".
Aslında; Zeki Hoca'nın bu tespiti ve söylemi "Türkiye'nin karanlık döneminin, aydınlık gerçeğidir".
Ama nerde; duruma "ışık tutup", gerçeği gün ışığına çıkaracak güç.
Bugün; ortaya çıkan Ergenekon Terör Örgütü.
Ve ardındaki "kirli ilişkiler", dökülen sırlar, açılan kapalı dönemlere ait kapılar.
Türkiye'nin Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar.
Hatta Osmanlı'nın son döneminden başlayan sürecin; "Kirli yapısını" bir bir "izah-i".
Yani; dünün karanlığı, bugünün yol haritası.
Buruk, tedirgin, özlem dolu bir duyguyla ayrılıyoruz; "eski dost ve akrabalardan".

***

Kuşadası'ndaki "Sahip Sitelerine" ait, kiralık evdeyiz.
Erzincan'da yaşanan "vahşetin" bir gün sonrası.
Kuşar sitesi, sakin ve mütevazi bir kimliğe sahip.
Büyük kesimi, "gurbetçi". Yani, Avrupa ülkelerinde "çalışan işçilerin", yazlıkları.
Ucuz da.
Ama burda da; "Kürt karşıtlığını" gördük.
Hemen karşımızda, "emekli" çiftten geldi.
İlk bakışta sevecen bir yapıları göze çarpıyordu. Ama iç duyguları meğer yüzlerine yansımış değil.
Tesadüfen Market'te alış-veriş yaparken yüz yüze geldik.
Kalabalık.
Geçiş önceliği bendeydi.
Ama saygı noktasında yaşlı ve bayan olması münasebetiyle karşı komşuya "buyrun siz geçin" dedim.
Pişman ettiren bir edayla çıkıştı.
"Siz Kürtler buraya da mı geldiniz?".

***

"Eveeet" diye söylendim.
Bu esnada, bizi gözetleyen benden 5–10 yaş büyük bir bey devreye girdi.
"Ne olmuş, Kürt’se! O da bu ülkenin evladı değil mi? Buralara gelemez mi?
Bak. Sana saygı gösterdi. Yaşlısın diye, sırasını sana verdi. Ama sen… gösterdin.
Zaten ülke bugün, kardeş çatışmasına sürükleniyorsa, bu hep sizin gibi düşünenlerin suçudur"
Tepkiyi koyan beyefendiyle "ayaküstü bu kez sohbet" ettik.
Nerelisin dedi;
"Diyarbakırlıyım!".
Ne işle meşgulsün;
"Gazeteciyim" dedim.
Peki, siz dedim;
"Emekliyim. Güneydoğu'da uzun yıllar görev yaptım. Şimdi emekliliğin tadını çıkarıyorum"
Kısa ve ama hoş sohbetten sonra;
"Aslında; hepimiz vakanın gerçeğini ve üreme noktasını biliyoruz. Ama velâkin..."
Hatır isterken, emekli Rüstem bey'in şu sözü önemliydi.
"Kafalar değişmeli, gazeteci arkadaşım".
Evet. Türkiye'de "zihniyetler değişmedikçe, kafatasçılıktan vaz geçilmedikçe" ne sorunlar çözülür.
Ne de akan kan durur?
Aslan Dayı'nın sözlerini hatırlayarak, yürüdüm.

***

Buarada, bu gece idrak edeceğimiz mübarek
Berat Kandilinizi tebrik ediyor.
Bu mukaddes gece ve aylar ülkemize, milletimize ve bölgemize "hayırlara vesile" olsun.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.