ANNELER HDP ÖNÜNDE, HDP'LİLER BELEDİYE ÖNÜNDE…

İki eylem.. Merkez, Diyarbakır… Üs ise, Yenişehir ilçesi…

Biri başta, diğeri sonda.. Yani; ilçenin iki ucu…

Günün belirli saatlerinde; "tansiyon" yükseliyor..

Gerilen var.. Tepki gösteren var.. Olayı; provokatifleştiren de var..

***

İşte, HDP önündeki eylem!…  Anneler…!

Yürekleri, hasret ve acıyla, "dopdolu"..

Volkanik dağ gibi; içten içe fokurdayarak, yanıp, kaynıyor?

Attıkları bir çığlık var.. "Dağdaki evlatlarımızı istiyoruz.."

Kaçırıldı mı?… Götürüldü mü?.. Kendi isteğiyle mi gitti?..

Asker mi?… Polis mi?… Memur mu?.. Ya da sıradan bir birey mi?..

Bilaistisna ana yüreğiyle feryat ediyorlar…

"Yeter artık bu terör.. Anaların yürekleri yanmasın..!

Ne ölen olsun.. Ne öldüren olsun..

***

Destek var, sahiplenme var..  Ama ne var ki; "farklı mülahazaya" sokup kısırlaştıran da var..

Önemsizleştiren de.. Meramı, "ideolojik ve siyasi, politik" malzeme yapan da var..

Ama her şeye rağmen; aileler "bir umut" diyor…

"İnsani, vicdani, izanı, sivil ve demokratik" tepkilerini ortaya koyuyorlar…

Bir kararlılık var.. Ee; Ana yüreği.. Tüm kararlılıkların üstündedir, seviyesi ölçülemez!…

Hele ki orta yerde; "can paresi" varsa!…

Denir ya; hiçbir güç "engel" teşkil edemez… Hayatına mal olsa bile!…

Evet, bekleyiş bugün itibariyle 26'ncı gününe girdi..

Ailelerin sayısı da 47'ye yükseldi…  Yani, her geçen gün artıyor..

***

Gelirsek, lise caddesine!..  Annelerin, "kapısında" eylem yaptığı, HDP'liler ise burada eylemde!…

Onlar da; "kayyum" atamasına, tepki eyleminde…

Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı "görevden" alındı..

Hakkındaki; 9 ayrı "terör" suçu soruşturması nedeniyle…

İşlem ve eylem; "demokratik" görülmediği iddia edilerek; "Demokrasi Nöbeti" tutuluyor..

Her gün, burada "belli bir saatte" buluşma yapılıyor…

Katılım gösterenlerin beyanları oluyor..  Gerek gündeme ve gerekse eylemin muhtevasına dair..

Yani, oturuluyor, konuşuluyor, sonrası normalleşme!…

Bugün itibariyle 41'inci gün…

***

Şimdi iki eyleme dair; "yürütülen" bir itibarsızlaşma var…

Özellikle, tetikleme ve gölgeleme adına; iğrençlikler sergileniyor…

Kısacası, söylenecek iki kelime var...

Şuursuzluktur, pervasızlıktır, akla ziyan bir fikriyatın "körüklenme", densizliğidir!…

Özellikle; Annelerin yüreğindeki "kor ateşini" önemsizleştirmek…

Üç maymun "karakteriyle" yaklaşım göstermek!…

Ne insani, ne izanı, ne de vicdani, bir tutum değildir..

Pek tabi ki, "demokratik" talebe de, benzer tutum sergilenemez!…

Hele ki; ikisini birbirine "dövüştürme" hali, gaflettir..

Kabul edilemezdir…

Var edilmek istenilen ateşi; daha bir azgınlaştırıp, benzinle yaklaşmaktır!…

***

 

***

ÖYLE Mİ?

Şehrimizin bazı zevatı.. Ki gırtlaklarına kadar; "siyasetin ve ideolojinin" içerisindeler.. Her fikriyatları; bu minvalde döktürürler.. Yeri ve zamanı gelince; "karşı mahallenin" enva-i mevzusuna, balıklama dalarlar..

Siyasi ve politik "kelimeleri" kemali afiyetle, yazılı beyanlarına dökerler.. Ancak, ideolojilerini, "sorgulayan" mevzular, vücut bulunca..

Örnek getirirsek; Annelerin eylemine, takındıkları tavır..

Beyler neredesiniz, denildiğinde çark yaparlar..

Ve çıkıp; "şehrimiz siyasetle değil, şuyla, buyla gündeme gelmeli" diyorlar…

Der demez, insan "öyle mi" demek zorunda kalıyor…

 

***

DEPREMLER…

Ne yazık ki; "silsile" misali yaşıyoruz..

Bir taraftan "manevi" depremler.. Diğer taraftan "maddi" depremler…

Lakin alınan bir ders-i ibret yok.. İmtihan edildiğimizi; idrak etmiyoruz..

Kör bir akıl, seyrindeyiz..

Ne maddi, ne manevi bir tedbir yok!!…

Bilakis; "hainlik" içerisinde, debeleniyoruz..

İşte İstanbul depremi…

Onun için de, çifte "deprem" silleleriyle ha bire uyarılarak, "şamar" yiyoruz!…

Bakalım; sonumuz ne olacak?..

Hayra bir gidiş yok?… Çünkü herkes birbirine "hayırsız..!"

***

VİCDANIN TEMİZSE!….

Düşünür ne güzel ifade etmiş!..

Eğer ki..

Vicdanın temizse…

Yüreğin iyiliklerle, donatılıysa..

Kalbin, "salih" atıyorsa..

Fikrinde, "hainlik" söz konusu değilse..

Manevi ve maddi hayat düşkünlüğün; "karşındakinin" emeğini gasp etmiyorsa…

Sen; fazla kurcalama hayatı..

En güzel yaşayan; "varlıktın" sen!…

***

KARA KAPLI DEFTER…

Hal-i hazırda, "uçuşan" kavramlar.. Ki herkesin ağzında, pelesenk!… Hak, hukuk ve adalet.. Az önce biz de; iki eylemi ve İstanbul depremini, zikrederken, dem vurduk…

Hukuk ve Adalet; nerde?

Gerçek şu ki, tefekkür etmemiz gereken ahir zaman fırtınalarını yaşıyoruz…

Adaletsiz hukuk olur mu?

Hukuk siyasîleşir mi?

Ne var ki, insanlık tarihi boyunca bu kavramlar tartışılmıştır.. Belki de, insanlık tarihi kadar, geçmişe sahip..

Kişi için..

Toplum için..

Yönetimler için..

Ki imparatorluklar için; hak, hukuk ve adalet hep birer ibretli levhalarla karşımıza çıkmıştır…

Neyse, aşırı derinlere girmeyelim…

***

Hafta sonu… Azıcık bu minvalde; bir tebessümle acı gerçeği aktaralım… Ama bir fıkrayla.. Tabi ki, fıkranın kahramanı Nasrettin koca…

Her sözü, hayatın "incisi" gibidir…

Anlayabilen için…

Malum Hoca’nın kadılığı da vardır.

Yani vazifeli olduğu beldede insanların hukukî dâvâlarına "şeri hükümler" dairesinde bakar

Hâkimlik yapar…

Adamın biri Nasreddin Hoca’nın makamına telâşla gelir.

Tarlasına giren ineğin mahsûlüne zarar verdiğini, ineğin sahibinden dâvâcı olduğunu anlatır.

Hoca adamı dinler, hak verir.

İnek sahibinin derhal cezalandırılması gerektiğini söylemeye davranacakken hocanın yanındakilerden biri ineğin Nasreddin Hoca’ya ait olduğunu söyler.

Hoca oturduğu yerden cübbesini şöyle bir savurur ve “Gelsin o zaman kara kaplı kitap” der.

Alır kitabı eline.

Hemen karar verebilecekken dâvâyı uzatır da uzatır…

***

Hasılı kelam… Hukukun, adaletin, yasaların "siyasallaşması" son sözü söyleme makamında olanların eline bırakılmışsa…

Vay ki vay; o adaletin tecellisine!…

Âlim değil, ama arif olan insanımız, anlamıştır..

Ki bugün değil, asırlardır Nasreddin Hoca’nın şahsında "yargının" siyasallaşma noktasındaki, serüvenini anlatır…