BİRİLERİ BOŞ DURMUYOR?..

Ne yazık ki!.. Dün olduğu gibi bugün de; "derin bir sinsilikle" eşeleme yapıyorlar.. Hem de, "demokrasiyi, milli iradeyi, sivil yönetimi" askıya alma adına; faaliyet gösteriyorlar.. Yani, "sivil irade" düşmanları "boş" durmuyorlar… Gayeleri; 15 Temmuz'un halk darbesinin "rövanşını" alabilmek!…

***

Ki, irdelemiştim iki yazı öncesi!.. Şu FETÖ'nün "siyasi ayağı" kurgusu; "durduk" yerde, gelişme, gündem ve polemik, mülahaza konusu edilmesi, "bayram değil, seyran değil eniştem beni niye" öptü misali… Zamanlama manidar… Çünkü, içten ve dışarıdan iktidara ve Erdoğan'a yönelik, geliştirilen "muhtıra" vari söylemler, tamamen "askeri vesayeti" diriltmenin, gayretinden öteye hiçbir şeye hizmet etmiyor!…

***

Lakin, "demokrasinin" kazanımlarıyla güçlenen "sivil siyaseti" zayıflatmak, "ayrıcalıklı" pozisyonlarını yeniden güçlendirip, "devletin" dizginlerini, millete ve milli iradeye, parlamentoya ve hükümete rağmen "ele geçirmek için; "pozisyon" çatışması yaratmak gerekir.. İşte o şuan için, "bir hayli" ateş körüklemesi içerisinde…"

***

Özellikle, toplumun "hassasiyet" çizgisi haline gelen FETÖ üzerinden; "siyasi ve otorite" çatışması yaratıp, "sivil siyaset alanında" demokrasiyi geçmişteki gibi!… 80'leri, 28 Şubat'ı 2007'yi.. 17-25 Aralık.. Ve dün, iddianamesi hazırlanan 7 Şubat… Denir ya bizi bizden etme "senaryosu" sahneleniyor... Yani "FETÖ" üzerinden güçlenen "demokrasi" şalını ateşe verip yakmanın, "arzularıyla", birbirine kırdırma pozisyonu var…

***

Hiç kuşkusuz ki bu hal, "demokrasi" şehidi vermiş bir "irade" sahibi olarak; olası "şeytani sinyallere, emellere, gayelere" duyarlı ve hazırlıklı olduğu gibi; bertaraf etmesini bilir.. Ama; bu evredeki kurgulanan plan "toplumun kaygılarını" kapsadığından dolayı; "çizgi çok ama çok" ince..! İstismara açık olmamalıyız!… Çünkü, eski kurtlar "dumanlı havayı" severler…

***

YABANCI HAKEM Mİ?…

Ne için?.. Türkiye'deki "maçları" yönetmek için!.. Kulüplerden böyle bir öneri var… "Yabancı hakem istiyoruz?"… Gerekçe!.. Sizde ne olabilir ki?.. Elbette ki, "yerli ve milli" olan, hakemlere "güven" kalmadığı içindir.. Ne hallere geldik?.. Ya da bizleri kim "elin yabancısına" muhtaç edici, ya da teşvik edici hale getirdi?.. Yazık olsun!…

***

Hal-i durum neye delalettir derseniz!.. Vaziyet orta yerde… Hakimlerimize de, hekimlerimize de, hakemlerimize "itiraz" ediyorsak.. Demek ki; "kırmızı çizgiler" fena; "halel" almıştır…

***

AZICIK ZİHNİ BOŞALTALIM?..

Doğru!.. Yoğun ve acı dolu zamanlar geçiriyoruz.. Olağanüstü, bir evre.. Ki yazı girişindeki mevzuu da; "beyni" kemiriyor?…

***

Deprem.. Çığ.. Virüs.. İdlib'teki şehitlerimiz.. Sosyo-ekonomik dengesizlik!…Ölümler, kazalar, cinayetler!… Sağlıksız ortamlar!… Kısacası bunaltan, şuur kilitleyen hadiseler zinciri…

***

Şöyle azıcık bir mola.. Bir nefes alabilme… En önemlisi de; iki anlamlı hikayeyle; "hafta sonu" keyfini, yaşayabilmek!… Öyle ya; dün 14 Şubat sevgililer günüydü.. Değer bilebilmek!…

***

DEĞERİNİ BİLMEK?

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:

"Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

***

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu” der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."

***

Bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?"

Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?"

"Ne istiyorsan veririm."

Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

***

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

***

Bilge sorar:

"Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir:

"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...

***

KIRMIZI KALEMİN ÇARPILARI?…

Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, öğrencisini uğurlamış. Çırağına "Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?” demiş.

"Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma” diye ilave etmiş.

Öğrenci, birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye etmiş.

***

 

Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş.

Fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş.

Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş.

***

Usta ressam şöyle demiş:

“İlkinde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

İkincisinde, onlardan müspet, yapıcı, olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi.”

***

SONUÇ BİLDİRGESİ...

Demek ki;

– Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.

– Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.

– Asla bilmeyenle tartışma…

***

GÜNÜN SÖZÜ...

Vicdansıza “el insaf” demek, havanda su dövmektir...