ACILARLA DOLU KALPLER!…
Türkiye…
Ortadoğu…
Ve İslam, dünyası…
Ne yazık ki; kanlı bir coğrafyaya dönüştürülmüş
vaziyette!
Kin ve nefret..
Fitne ve haset "tohumunun" ekildiği, bir yer
küresi olarak "kan ağlıyor?"…
Bugün değil… Yüz yıldır..
Belki, daha çok yüz yıllardır..
Kaotik bir serüvene; "mahkum" edilmiş
durumda!!!..
Silahın.. Şiddetin.. Terörün..
Kan ve gözyaşının "hâkimiyetiyle" insanlar
katlediliyor..
Vuran da, öldürülen de, muhacir olan da; "aynı
toprağın" insanı…
Yani, kardeş..
Evet, Kardeş.. Yine Kardeş..
***
Acımasızca…
Şuursuz bir fitneyle "kardeş kardeşe"
kırdırılıyor.
Kimin nam-ı hesabına?
Doğrusu…
Kim haklı, kim haksız…
Ya da, kim zalim, kim mazlum?
İlk kurşunu kim attı, ya da son kurşunu kim yedi?
Artık pek önem arz etmiyor.
Ama bilinen şudur ki;
"Akan her damla kan" bölge halklarının
varlığından dökülen kandır…
Kazanan kim?
Akan kandan nemalanan kim?
İşte… Bu sorunun gerçeğini pek, görmüyor ve idrak
etmiyoruz…
Sorgulamıyoruz…
Paramızla…
Yer altı, yer üstü zenginliklerimizle…
Canımıza, kanımıza karşılık; elimize tutuşturulan
silahlara bakmıyoruz…
Nasıl sömürüldüğümüze de?
***
Silahı… Topu… Tankı… Tüfeği… Mayını…
Bombayı "kim bize" veriyor?
Kim bana ne diye satıyor?…
Bana da, düşman diye bellediğime de; "silahı
veren" kimler?
Demokrasi adına, Özgürlük adına, Bağımsızlık adına, Hak,
hukuk, adalet adına "deyip" beni çatışma alanına sürükleten, provoke
eden kimler?…
Karşımdakine de…
Bu asidir…
Bu teröristtir…
Bu insan düşmanıdır "aklıyla", yön veren…
İki tarafı da; "kukla" gibi, oynatabilen gücü
ve aklı ne acıdır ki "kor bir taassupla görmüyoruz..
Ve "ata düşmanından" medet umuyoruz…
***
Derler ya..
"Tarih tekerrürden" ibarettir, eğer ki ders-i
ibret almaz isen…
Maalesef, ders almıyoruz…
Irak'tan ders almadık…
Mısır'dan, Tunus'tan, Lübnan’dan, Filistin'den..
Yemen'den, Libya'dan, Suriye'den bile ders almadık…
Ki almadığımız içindir ki; "kan ve gözyaşından"
kurtulamıyoruz.
Huzuru…
İstikrarı…
Barışı ve kardeşliği bu yüzden temin edemiyoruz.
***
Bakınız…
Mübarek, Ramazan ayını…
Ve feyzine nail olduğumuz Ramazan Bayramı'nı geride
bıraktık..
Amma velâkin geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi; yine
"kan ve gözyaşı" içerisinde olduk…
Zor bir zaman dilimi..
Ateş ve barut kokan bir coğrafya..
Güneydoğu.. Doğu…
Pek tabi ki, Diyarbakır.. Hele ki, Sur içi…
Ya, Nusaybin, Cizre ve Silopi..
Beri yandan, Şırnak.. Hakkari..
Ve Yüksekova…
Son bir yıldan bu yana; "yaşadıkları" travma
kahredici!
Yüzlerce ölü…
Yüzlerce şehit…
Yine binlerce, etkisiz hale getirilen örgüt üyesi…
***
Hendeğin.. Barikatın..
Öz yönetim..
Öz Savunmanın; getirdiği tahribat..
Evinden..
Barkından..
Bulunduğu şehirde "muhacir" duruma düşen, yüz
binlerce insan..
Aileler göçe zorlandı..
Kimi imkanlarıyla "birlere" sığınabildi..
Kimi yakınlarının yanına yerleşti..
Kimi de, devletin tahsis ettiği "otel
odalarına" taşındı..
***
Gidecek yeri olmayanlar..
Evlerinden ayrılamayanlar..
Savaştan öte..
Virane bir manzaraya sahip "sokakların,
mahallelerin" enkazı içerisinde kaldı..
Ya esnafı.. İşsiz kalanı.. Eğitimden mahrum bırakılanı..
İşte böylesi bir halet-i ruhiyatla, "Ramazan
Bayramı" geçirildi…
Buruk…
Öfkeli…
Ve yarından endişeli bir duygu seli içerisinde…
Bir karamsarlık…
Bir hüzün hâkimiyeti..
***
Ağızdan çıkan tek sözcük var..
7'den, 70'e herkes.. Bilaistisna telaffuz ediyor…
"Bayram gelmiş neyime?"
Yani "bize uğrasa ne olur, uğramazsa ne olur?
Yaşasak ne olur, yaşamazsak ne olur?"
İçimiz kan ağlarken; "yüzümüz güler mi?"
Psikolojik bir travma hakim…
Büyükler kadar çocuklar da, "acının, şiddetin"
farkındalar..
***
Nitekim, gözlemledim..
Diyarbakır sokakları, "bir önceki bayramlarda"
olduğu gibi cıvıl cıvıl değildi…
Ne koşturan çocuklar..
Ne de çata-pat, kız kaçırtma, gibi "bayramın"
keyfine yaşayanlar..
Heyecansız…
Ne sinema salonlarının önünde kuyruklar..
Ne de oyun alanlarında, çocukların sesleri…
Ne de şeker toplamaya çıkmış çocukların kapı ziline
basması..
***
8 aydır otel odalarında kalan aileler..
A.K diyor ki…
"Terör nedeniyle ilk defa bayramımızı otelde
geçiriyoruz.
Ocağımızda yemeğimiz pişmedi.
Kapımızı çocuklar çalmadı, şeker isteyen olmadı,
misafirlerimiz gelmedi. Çocuklarımızla otursaydık, gelen giden misafirlerimiz
olsaydı, ellerini öpseydik, dışarıya çıkıp gezseydik.
Bayramı kutlayamadık, odalarımızda oturduk gelen giden
olmadı.
Sebep olanlara Allah hakkımızı bırakmasın."
***
7 çocuğu, 2 torunu ve eşiyle evsiz kalan H.S.
Şöyle sesleniyor..
"Kürtler ve Türkler kardeş gibi birbirine arka
çıkmalı.
Yarın öbür gün bize bir saldırı olduğunda, yaşadığımız
yeri bizden almak istediklerinde Kürtler ve Türklerin birlikte buna karşı
koyması gerekir. Fakat bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorlar.
Hepimiz Müslüman’ız.
Bu noktaya gelmemeliydik."
***
Ya, 80 yaşındaki Ayşe Arslan..
Bakın ne diyor?
"Keşke, kuru ekmek ve bir tas su önümde olsaydı da
bu bayramda evimde olsaydım"
Bombalı saldırıda ölen; 13 yaşındaki Fırat Simpil..
Gözü yaşlı annesi Kadriye…
Oğlunun mezarı başında; "acım taze" diyerek
şöyle konuşuyor..
"Bayram coşkusu yaşayamıyorum, ağlıyorum.
Yaşadığım sürece Fırat'ın üzüntüsü dinmeyecek.
Allah hakkımı onlara bırakmasın."
***
Ya, Tanışık köyündeki katliam..
16 insan katledildi. Öksüz ve yetim kalan 40'a yakın
çocuk..
Dul kalan eşler.. Gözü yaşlı anne ve baba, kardeşler
Mezarlıkta; "acı çığlıkları" içerisinde teröre
lanet okurken..
"Bu acılar son bulsun" dediler..
***
Evet, acılar son bulsun..
Barış.. Barış.. Ve yine Barış diyoruz…
Bölge halkının çığlığı..
Bayram'da her kim ile konuştuysam ağzından çıkan tek
sözcük; "artık kan ve gözyaşı istemiyoruz.."
Silahtan uzak…
Evrensel hukukun tesis edildiği….
Kardeşçe yaşamın hakimiyet kazandığı
"toplumsal" bütünleşmenin olduğu bir ülke olalım..
***
Kimse; "çok şey" istemiyor..
Elbette ki..
Gür bir sesle, istikrarlı bir duruşla, aklıselim bir
birliktelikle; "barışı" istemeliyiz.
Bakınız bir düşünür şöyle diyor..
"Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci
kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.."
Evet, bütün mesele bu..
***
SURİYE VATANDAŞLARI!
Suriye'nin hal-i vaziyeti..
Her yönüyle "virane" olmuş bir ülke…
5 yıldır; "kan durmuyor?"
Emperyal "bir organizasyonun", getirdiği acı
bir hançer gibi yürek parçalıyor…
Yüz binlerce insan katledildi…
Yer yüzü; "topraksız" mezar gibi.
***
Yine yüz binlerce yetim, öksüz ve dul kalan insanlar.
Aç-perişan, sefalet içerisinde "can havliyle"
kaçanlar..
Akdeniz’in derin sularına gömülen; "bir umut"
diye kaçan binlerce insan...
Kıyıya vuran cansız bedenler..
İşte, Türkiye'ye sığınan 3 milyona yakın,
"sığınmacı.."
Yuvaları dağılmış, ocakları sönmüş durumda..
Yakın gelecekte; geriye dönebilecekleri bir yurtları bile
kalmış değil…
***
Çoğu şu an; "sefil" bir hayat yaşıyor..
Çünkü… Asgari ücretin yarısı maaşlarla…
Sigortasız ve güvencesiz hayata tutunmaya çalışıyor.
Bir evde, dört-beş aile birlikte yaşıyor..
Türkiye'ye ve yaşamına "entegre" olmaya
çalışıyor..
Türkçeyi öğreniyor..
Mesleki alanlarına yöneliyor..
Yani artık, Türkiye'yi "bir vatan olarak"
görüyorlar..
***
Diyeceğim şu ki;
Bayram arifesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan bir hamle
yaptı..
Dedi ki;
"Suriyeli sığınmacıların bazılarına Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşlığı" verilebilinecek?
Bir kızıl kıyamet…
Kampanyalar bile başlatıldı; "Suriyelileri ülkeden
kovun diye.."
Anket yayınlayan araştırma şirketleri bile oldu..
İşte Metropool…
Sonuca göre, "Suriyelilere vatandaşlık"
verilmesin..
Ve bunu; "milli irade" olarak lanse eden de
var..
***
İyi de… Avrupa ülkeleri..
İngiltere.. Almanya başta olmak üzere..
"Kalifikasyonu yüksek" sığınmacılara
vatandaşlık veriyor.
Böyle bir "politikayı" uyguluyor…
Ve bunu "içimizdeki" troller pek ala
benimseyip, destekliyordu…
Peki, iş Türkiye'ye gelince; "neden potansiyel"
bir "hayır" çekiliyor…
Onlar yapınca; 'çok güzel"
Bize gelince vaziyet; "çök kötü" ediliyor?
***
Şimdi; Suriyeli akademisyen, Mühendis, Doktor...
Yani "kalifikasyonu" yüksek, "beyin
sermayesi" olanı "kazanmak" var iken..
Yıllarca, "Beyin göçü" deyip durmadık mı?
Niye "beyin sermayesi" kazanmamıza karşıyız..
Layık görmüyoruz..
Ama biliniyor ki, "yakın gelecek açısından"
Türkiye için büyük artılar sağlayacak…
İşte onlar " bu artıların" karşısında sürekli
"eksileri" isteyenlerdir.
***
Sonuç itibariyle, bedduamız odur ki...
“Ya Rabbi!
Ümmet-i Muhammed’i kendi menfaatleri için ateş hattına
sürenleri,
İslam dünyasına kan ve gözyaşı getirenleri,
Analarımızı, babalarımızı, kızlarımızı katledenleri,
Bizi yıkıma ve açlığa mahkûm edenleri sen kahhar isminle
kahreyle!
Müslümanları eğitip,
Yine Müslümanları öldürmek üzere cepheye sürmek isteyen
Haçlı ile el ele verenleri sen kahreyle!”
Tablo hazin..
İşte böylesi bir hazin tablonun eşliğinde, Ramazan
Bayramını geçirdik…
Temennimiz ve duamız da şudur..
İnşallah…
Allah, bu ümmete böyle bir bayram daha yaşatmasın..
Hayırlı cumalar….