Bir Anne Ve Yükselen Çığlık!
Kürt sorunu.
Ya da Kürtlerin hak talebi.
Veyahut,
Resmi ideolojinin, kendine has kullandığı tabiri.
Her ne;
İsim ve tanımla, “fikri bakış ve fikri düşünce” üretiliyorsa üretilsin.
Hakikat olan; ikmal’in ne olduğu?
***
Mesele;
Ekseriyetiyle “siyasal” kimlikle tartışılır.
Ki çoğunlukça bu meyanda dile getirilir; “Kürt” talebi.
Anadilde Savunma,
Anadilde Eğitim,
Eşit Yurttaşlık hakkı,
Anayasal Güvence,
Ve yönetimsel “yetki” yani özerklik.
Kandil.
İmralı ve PKK ile KCK.
***
Bunlar öne çıkan; başlıklar!
Peki, mesele bunla mı sınırlı?
Değil.
Ya.
Bu sorunu yaratan ve kaynaklandıran; “sosyo-ekonomik” mevzuular ne olacak?
Yoksulluk.
İşsizlik.
Geri kalmışlık ve “eğitimdeki” dengesizlik...
Kültürel tahribat.
***
Biliyorum.
Mevzunun,
Bu yüzündeki bazı sıkıntılar, ülke sathında vaki olanlardır.
Ülkenin her yerinde; işsizlik ve yoksulluk var.
Doğru.
Ama velâkin;
Bölgede durum daha vahim ve farklı bir mecraya sahip.
Batıda bir ise.
Tartışmaz bir gerçekle Doğu ve Güneydoğu’da 10’dur.
Bire on...
***
Çünkü;
30 yıllık bir çatışmalı süreç var.
Hele ki,
Osmanlı dönemini, Cumhuriyet’le gelişen süreci de eklersek.
Tarihsel,
Bakıldığında 100 yıllın da ötesinde bir geçmişe sahiptir; “Kürtlerin yaşadıkları sıkıntılar”.
İşte bu zaman dilimi içerisinde; yaşanan ve yaşatılanların neden olduğu toplumsal travma.
Psikolojik çöküntü.
Ekonomik buhran.
Ve hızla; “erozyona” uğratılan, kültürel değerler.
***
Şiddet;
Sarmalının dayattığı “toplumsal” dağınıklık.
Yani; milyonlarca insan yerlerinden, yurtlarından edildi.
3 bine yakın köy yakıldı.
İşkence ve şiddete dayalı politikayla; halk “göçe” zorlandı.
Kaçış ve kaçışlar...
Sonuç kentlerin merkezindeki varoşlara mahkûmiyet oldu.
Kurulu düzenden,
Düzensiz bir kurula dâhil olunarak, “felsefe” değişti.
***
Hiç alışık olmadığı şehir yaşantısının içerisine girdi.
Adapte olamadı.
Bir de;
Elde avuçtaki tükenince iş-güç ve meslek de olmayınca, “ekonomik” çıkmaz inşa olmaya başladı.
Çevre.
Sokak ve günlük hayatın, dehlizleri “yutmaya” başladı, tüm değerleri...
Harap bir yaşam!
***
Aileler hızla bölündü.
Çocuklar, terk-i diyar oldu.
Erozyon yaşamın her anında kendini gösterdi.
Uyuşturucu.
Hırsızlık.
Soygun ve gasp suçları.
Fuhuş.
Çetevari yapılanmalar arttı bu ailelerin evlatları da yem oldu.
***
Velhasıl;
Enva-i suç mekanizmasına meze” oldular.
Nitekim;
Resmi istatistikî verilere baktığınızda, “rakamlar” kendini gösteriyor.
Suça bulaşan.
Ve bulaştırılan çocukların yüzde 80’i “kırsaldan şehre” göç eden aile çocukları.
Ki bu veri; ülkenin dört bir yanı için de geçerli.
***
Onun için;
Bu yıkıcı değer kaybı göz ardı edilmemeli.
Klasik bir ifadeyle, sorgularsak.
Bugün;
Dün olduğu gibi bugün, “dağa giden” zengin veya nüfuz sahibi kaç aile çocuğu var?
Aynı meyanda; şehirlerde, metropollerde kötü alışkanlıkların pençesine düşen kaç zengin çocuğu var.
Ya da;
Suç üreten mekanizmaların eline düşen.
Birer; suç “işleyen” makineye dönüşen bu tip kaç aile çocuğu var?
Sayı ne kadar.
***
Hiç tartışmasız;
Çıkacak rakamsal veri.
Ve ifade edilecek sayı; “hiç” ve sıfırdan ibaret olur.
Lakin;
Bu yollara götüren en büyük etkenlerin başında yoksulluk ve sahipsizlik geliyor.
***
Şimdi;
Tüm bunları niye deklare ettim derseniz.
Dünkü gazetemizin manşet haberi dikkatinizi çekmiştir.
Annenin feryadı.
Yani Fatma Aba’nın yaşadığı “insanlık dramı.”
O bir anne.
Aynı zamanda duyarlı bir anne.
Sorumluluğu çok fazla ve ağır.
***
Çünkü
1 yaşında iken yanlış iğne sonucu hayatı kararmış.
Daha hayata başlarken başkalarının hatasına kurban gitmiş.
Engelli.
Sonra.
Sonrası pes etmemiş hayatın çaresizliğine.
Hayata tutunmuş.
Derken, kendisine yuva kurmuş, evlenerek çocuk sahibi olmuş.
Şimdi; üç çocuk annesi.
***
Ama ne var ki;
Hayatın acımasızlığı yakasını bırakmamış.
Kısa zamanda; eşini feci şekilde kaybetmiş.
Artık yaşamı çocuklarıyla tek başına üstlenmiş.
Kentin,
Varoş semti olan Sur içinde ikamet ediyor tek gözlü evde!
***
Her şeyim;
Çocuklarım diyerek, “hem ana hem baba”.
Can parelerim.
İkisi erkek,
Biri kız üç çocuğum için yaşıyorum!
En büyük
Erkek çocuk Muhammed Sedat Aba.
Hem okuyor.
Hem demirci dükkânında çalışarak meslek öğreniyor.
***
Ailenin tek geliri var.
Devletten üç ayda bir alınan özürlü maaşı.
Diğer gelir; şartlı nakit ödeme.
Başka da gelir ve kazanç yok.
Dünkü,
Haberi okuyup ve tabi ki Uzay tv’de izlemişsinizdir.
Yaşadıklarını; anlatırken gözyaşları sel oluyor.
Hem anne Fatma,
Hem Muhammed Sedat ağlıyor.
***
Annenin en büyük korkusu çocuklarının;
Yaş ilerledikçe ideolojilerin tuzağına düşebileceği,
Kötü arkadaş çevresinin kurbanı olarak yanlış yollara saplanabileceği, endişesinde!
Çünkü şehirde olup bitenler, sokaklara çekilen çocukların belirli çevreler tarafından kullanılması gayet tabi Fatma anneyi de korkutuyor.
***
Diyor ki;
’Ben anneyim hassasım ama gücüm bir yere kadar.
Yoksullukla ne kadar mücadele edebiliriz?’
Bir çığlık; “yardım” kafamızı huzurla koyabileceğimiz bir yuva!
’Benim kaderimin kurbanı çocuklarım olmasın.’
***
Evet,
Bir anne ve üç çocuk.
Elbette ki, bu sese kulak verilmeli.
Tabi ki Fatma aba sadece bir örnek.
Onun gibi nice ama nice anne ve baba var.
Sessiz çoğunluk.
Onlar da;
Yaşanan süreç içerisindeki tehlikeyi görüyor.
Ancak seslerini çıkaramıyorlar.
Devlete düşen görev bu ailelere ve çocuklara sahip çıkmak olmalıdır.
Pek tabi ki; toplum olarak ta.
Hayırlı Cumalar.