BİR DARBENİN ACI FATURASI!

31'inci, yıl dönümünde 12 Eylül 1980 darbesi!
Dün, önceki gün ve muhtemelen de bugün!
Düşünceler,
Kalemler ve fikri "özgürlük" sahipleri, konuştu, konuşuyor ve söylüyor.
"O kahrolası", 12 Eylül'ün "vahşetini" ve dehşetin, nasıl bir nesil kıyımıyla icra ettiğini?
Evet, üzerinden "koca" bir 31 yıl geçmesine rağmen.
O günün, o yılların, gerisinde "hüküm" icra ettiği 9 yılın.
Bölgemize, özgü de iki katı yıllarla, varlık gösterdiği "sıkıyönetim".
Dün buradan fikri bazda kısmi de olsa bir hasb-i halimiz oldu.
Kıssadan, hisse hesabıyla "düşünceleri" döktük ve seslendik, "Ey kahrolası" 12 Eylül.
Çağrı yaptık, Diyarbakır'da toplanan 78'lerin "ortak" sesiyle, hesap sorulmalı, "o cuntanın" komuta kademesinden.
Yüzleşilmeli, Diyarbakır zindanındaki "zulmün" uygulayıcılarıyla.
İşkenceciler, Cellatlar ve "co"lara (itlere) komut verenler, sorgulanmalı, "deşifre" edilmeli.
Çünkü bir "nesil" harcandı o dönem.

* * *

Bugünün nesli de, bilmeli "o gün harcanan" neslinin, nasıl bir "zulümle" yüz yüze geldiğini.
O günleri,
12 Eylül'ün "hayat" hikâyesini, bir köşeyle, pek tabi ki anlatılmaz.
Değil bir.
Binlerce, hatta Onbinlerce klasör dolusu, "yazılar" dahi, kaleme alınsa bile yetmez.
Bir neslin kıyımı ve o neslin "yarınlarını" ancak yaşayan, gören ve şahit olan bilir.
Deriz ya, "kelimeler" kıyafetsiz kalır o "postalların" insan hayatına nasıl, son verdiğini.
Kendi emellerine kavuşabilmek için "nasıl" Bizans oyunlarını, sahneye koyduğunu.
Ama ben yine de, "özetle" 12 Eylül'ün sabahını.
Son bir hafta içerisindeki talimatları ve tabi ki, toplum üzerindeki "dehşetli" bilânçosunu, buradan aktarmak istiyorum.
Yeni nesil, durumdan haberdar olsun diye.

* * *

Evet, bugün gün yüzüne çıkan Ergenekon, Balyoz, Andıc, Islak imza.
Ve daha binlerce "karanlık" derin yapıların organizasyonuyla.
12 Eylül öncesi,
Ülke "cundanın" emir komuta zinciriyle icra edildi; Ülkedeki karışıklıklar ve çatışmalar.
Hem yaptılar hem de gerekçe olarak göstererek gerçekleştirdiler "askeri müdahaleyi".
Yönetime el koydular.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'di.
Evren, Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı'nın yanı sıra Devlet Başkanlığı görevini de üstlendi.
O gün. Tarih 12 Eylül.
Günlerden Cuma. Gece yarısı, Sabaha karşı saat 03.59.
Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti.
Daha sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı.
Ekranda TRT spikeri Mesut Mertcan.
Zaten, o dönemde tek televizyon kanalı vardı, o da TRT 1.
Marşın bitiminde;
Mertcan Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başladı.
Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.

* * *

O gün, iktidarda 6. Süleyman Demirel hükümeti vardı.
Askeri, cunda "yönetime" el koyarak, ilk önce "milli" iradeyi fes etti.
Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisini "devre" dışı bıraktı.
Sendika ve derneklerin faaliyetleri durduruldu.
Ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildi.
1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı.
Ve bir askeri dönem başladı. Bu dönem ülke genelinde 9 yıl sürdü.
Ama Güneydoğu'da "bu dönemin" devamı olarak sıkıyönetim, yıllarca devam etti.
Malum, darbenin ardından partiler de lağvedildi.
Parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı.
Darbenin gece 03.00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 05.30'da;
Süleyman Demirel,  Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’a Genelkurmay Başkanı Evren tarafından birer tebliğ gönderildi, yani sürgün "yerleri" belirtildi.
Buraya; gideceksiniz. Başka da, bir işle ve siyasetle meşgul olmayacaksınız.

* * *

Bu, siyasal müdahalenin, bilançosu.
Peki, 12 Eylül'ün "toplumda" yarattığı dehşetli travmanın, hayat hikayesi nasıl.
Onu da, 2009 yılında aynen bugün kaleme aldığım "makalemden" alıntı yaparak aktarmak istiyorum.
Yani, bir ölçüde 12 Eylül'ün "topluma" ödenen faturası.
Evet,
12 Eylül sabahı ve 8 ay süren "gözaltı serüveninde" o güne münhasır toplam 650 bin kişi "gözaltı" gördü.
Her ne kadar, bu gözaltı rakamı için, 835 bin deniliyorsa da, "ekseriyeti" yukarıdaki rakamı ifade ediyor.
Sorgulanan, soruşturulan, gözaltına alınanların "toplam" yekûnuyla, 210 bin dava açıldı.
230 bin kişi de yargılandı.
O günün, askeri mahkemelerinde. Yani sıkıyönetim mahkemelerinde.
Bilahare, DGM'ler oldu.
Bu davalardan yargılananlardan,
71 bin kişisi, TCK'nun "o meşhur" ceza konunu olan "vesayetçi" 141, 142 ve 163 maddelerden yargılandı.
94 bin 404 kişi,
Farklı fraksiyonlara özgü olmak kaydıyla "örgüt üyesi" suçundan, yargılandı.
Askeri hâkim ve savcının "ulusalcı" anlayışıyla, 7 bin kişi için "idam" cezası istendi.
Bunlardan, 517'ine idam cezası verildi.
Cezası, onaylananlardan 50'si "kurulan" darağaçlarında asıldı.

* * *

İdam edilenlerden, 18'si sol görüşlü, 8'si sağ görüşlü.
23'ü adli suçtan.
1'i de Asala Militanı olduğundan, "idam" edilerek, darağacına çekildi.
259 kişinin,
İdam dosyası Meclis'e gönderildi. Ki halen bu dosyalar Meclis'te bekliyor.
Neyse ki, 1984 yılından buyana ülkemizde "idam" cezaları infaz edilmiyor.
Bunlar, 12 Eylül'ün "yargı kayıtlarındaki" faturası.
Gelelim, Cezaevi serüveni ve "faili" meçhul organizasyonlara.
Bakın; O döneme ilişkin kayıtlarda 300 kişi için "kuşkulu" ölüm deniliyor.
171 kişi. Ki bunlar "resmi belgelerle" sabit olarak, "işkenceyle" katledildi.
Cezaevlerinde, ölenlerin toplam sayısı 299 deniliyor. Ama bazı kayıtlara göre bu rakam iki katı.
Cezaevinde, "açlık grevinden" ölenlerin sayısı 14 olarak gösterilirken, 16 kişi de "kaçarken", arkadan vurularak, öldürülmüş.
Yine, çatışmalarda 95 kişinin "öldürüldüğü", 73 kişinin de cezaevinde "doğal ölüm" olarak, hayatını kaybettiği rapor edilmiş.
İntihar edenler.
Yani "işkenceye, zulmü ve vahşi" uygulamalara "isyan" ederek, intihar edenlerin sayısı, 43.

* * *

Ölüm ve yargısız infazların bilânçosunun dışında, bir de "sosyal" kayıplar var.
Yani, hayat akışındaki "sakıncalı" hal-i durum.
30 bin kişi,
Resmi kurumlarındaki görevlerinden "sakıncalı" görülerek, işten atıldı.
Tabi bunlardan; 3 bin 854'ü öğretmen. 120'de üniversitede görevlisi, öğretim üyesi.
Yargıda görev yapan 47 hâkimin de işine son verildi.
14 bin kişi "vatandaşlıktan" çıkarıldı. 30 bin kişi de, "siyasi mülteci" olarak, başka ülkelere sığınmak zorunda kaldı.
O gün, toplam 23 bin 677 derneğin "faaliyetine" son verildi.
Kültürel, yasaklar kervanında o gün için 937 filim "sakıncalı" görüldü.
Onbinlerce kitap "yasaklar" hanesine konuldu. Şarkılar mı, Türküler mi?
Halen, 23 bin kitap yasaklılar listesinde.
Ki, Adalet Bakanı Sadullah Ergün "yasakların kalkması" için çaba sarf ediyor.
Peki, eli kalem tutan, o güne özgü yazanlar, gazeteciler.
Gazetecilere, 12 Eylül'ün nasıl bir "faturası" kesildi malum...
400 gazeteci "sorgulandı, gözaltına alındı" ve haklarında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Bunun 3 bin 315 yıl 6 ay'lık bölümü hapis cezası olarak verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı,  3 gazeteci de silah saldırıda öldürüldü.

* * *

Evet, 12 Eylül'ün ülke tarihindeki "kara leke halinin" özeti bu.
Her ne kadar; 12 Eylül dönemi "yargılanması" yönünde, referandumda "yasal" düzenleme yapıldıysa da.
Üzerinden, bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen "halen" herhangi bir kıpırdama söz konusu değilse de.
Diyarbakır'ın, ibret ve dehşetli cezaevindeki "vahşetin" sorumluları hakkında, "ilerleyici" bir, seyir görünmüyorsa da.
Yarınlar, "korkulu" değil.
Tabi, Bir de o yılların "açlık, sefalet ve kıtlığı" sayılırsa.
Benzin mi, Mazot mu, yağ mı, , şeker mi, yakacak kömür mü, un mu?
Yok, ta yok.
Her şey "karaborsa" her şey, katlamalı fiyatla satılırdı.
Yani, nerden nereye demek gerekmez mi?
Hele, şu son 8 yıllık dönemdeki "sıçrama".
Demokrasi,
İnsan Hakları, Özgürlükler ve tabi ki "hakların" bütünlüğüne yönelik reformlar.

* * *

Sonuç itibariyle; bugün O dönemin "hainane" dokusunu konuşuyorsak ta.
31 yıl sonra, "çığlımızı" atıp, sorgulama cesaretine sahipsek.
Nazi Almanya’sındaki, hal-i durumu görmekle, "demokrasiye" sahip çıkalım.
Kıtlığı, yokluğu ve "karaborsayı" yaşamıyorsak, bilelim ki.
Bir nesil, yok edildi ama o neslin "verdiği" ve alınan canlarının yüzü hürmetinedir, bugün "demokrasiye" sahip çıkmamız.
Evet, özetledik o dönemin "lanetli" içtihadını.
Ümit ediyorum ki;
Bugünün ve yarının gençleri bu "12 Eylül'ün ağır faturasından" kendilerine ders-i ibret noktasında, bir şeyler alırlar.
Çünkü ülkedeki Halklar üzerinde "çok" karanlık hesaplar, peşinde koşan var.