BİR SAVCI VE 12 EYLÜL GERÇEĞİ!
Hikmet-i harbiyesi, ne olur bilmem.
Ama tarihe düşecek not açısından, önemli arz edicidir şu;
“TBMM” Araştırma komisyonlarının, aktifliği.
Her ne kadar,
Susurluk,
Faili Meçhul,
Şemdinli gibi; “bir dönemin” karanlık yüzüyle alakalı, araştırmalar vaki olduysa da.
Sadece; Meclis arşivlerine ikmal edildi,
Yani; Meclis “gündemine” gelmeden, tozlu raflara bırakıldı.
Cesaret,
Ve himmet gösterici bir siyasal irade, arz-ı endam etmedi-edilemedi!
***
Nitekim,
Önceki gün Bülent Arınç bir soru üzerine şu ifadeyi kullandı, Faili Meçhul cinayetler komisyonuyla alakalı.
Dedi ki;
“O dönemde birçok belgeye ulaşılmadı.
Kurumlar,
İmtina etti, vermek istemedim.
Komisyon da darmadağın oldu.
Rapor da, Meclis gündemine gelmedi.
Ancak,
Meclis arşivinde rapor yer aldı, isteyen “bilgi” mahiyetinde ulaşabilir.”
Yani,
Dosyası var, sorgusu yok!
***
İşte,
Son günlerde hayli konuşlan bir komisyon daha!
Darbe
Ve Muhtıraları Araştırma, 12 Eylül Alt Komisyonu!
Dün;
Bu komisyonun bir hayli misafirleri vardı.
12 Eylül.
Ve 28 Şubat sürecinde, “faal” olan isimlerdi!
***
Onlardan;
Bir isim ve ifadesi pür dikkat çekti.
Diyarbakır eski askeri Savcısı Ümit Kardaş.
1980’lerde,
Diyarbakır’da Sıkıyönetim Savcısı olarak görev yapmış.
Ajanstan,
Komisyona neler anlattığına ilişkin, haberi okuyorum!
Doğrusu,
Çarpıcı bir o kadar da, “geçmişin” özeleştirisi vardı.
En önemlisi de;
Bugünlere gelmemize etken olan sebepleri de, “bir itiraf” tefrikası olarak anlatıyor.
Ama çeyrek asır sonrasında!
***
Kardaş.
Kürt sorunun,
Silahsız ve Barışçıl yollarla çözülmesine “12 Eylül” takoz oldu diyor.
Ve ekliyor gerekçelerini;
Bu dönemde devlet Kürtlerin üzerinde işkenceyi ve baskıyı kurumsallaştırdı.
Kısacası;
'Kürtlerin gerçek tarihsel sorunlarını ifade edebilecek bir ortam bırakılmadı.
Bilinçli bir politika mıydı bu, değil miydi onu tam kestiremiyorum ama sanki amaçlanan şuydu;
Kürtlerin tarihsel ve haklı isteklerini şiddete bulaşmadan normal demokratik bir ortamda ifade edilmelerinin önünü kesmek!
***
Nitekim;
Bu mayandaki tüm alan tamamen terör ve şiddet kaldı.
Devletin,
Yani derin devletin,
Kozmik yapının bu alanla alakalı hayli aktifliği olduğu bilinen bir gerçek!
***
12 Eylül’ün,
Hukuk dışılığını özellikle Güneydoğu’daki “yaptırıp” konseptini anlatırken şuna dikkat çekiyor:
İhtilal ile birlikte gözaltı süresi 90 güne çıkarıldı.
Savcı olduğum dönemde karşıma getirilen herkes işkenceden geçirilmiş vaziyetteydi.
Yaş ve cinsiyet ayrımına bakılmadan işkence ediliyordu.
Cezaevlerinden önce gözaltçılarda çok sayıda ölümler yaşandı.
İşkence sonucu ölen çok sayıda kişi;
Hiç otopsiye adli kuruma getirilmeden, ''Örgüt içi infaz'' denilerek dere yataklarına atılıyordu.
***
Tıpkı,
1991 ila 2000 yıllarında, JİTEM’in yaptıkları gibi.
Asit kuyuları.
Kırsalda, toplu mezarlar.
Faili meçhul cinayetler.
Kayıplar.
***
Kardaş,
Kürtler’in silaha sarılması.
Kandil’e,
Dağa çıkmalarının ana etkenlerinin başında, 12 Eylül’deki “uygulamalar” ve sonrasında gelişen politikalar olduğunu söylüyor.
İnkâr!
Bu tahlili şu sözlerle ifade ediyor;
''Bir kültürün baskılanması söz konusuydu.
Bir doktor, bir hastası ile Kürtçe konuştuğu için gözaltına alınıp işkence ediliyordu''
***
Ümit Kardaş,
İhtilal sonrası askerlerin hakim ve savcılar üzerine baskı kurduğunu söylerken!
“Devlet elden gidiyor” yöntemler organize ediliyordu.
Tıpkı;
28 Şubat sürecinde olduğu gibi.
“Vatan-millet Sakarya.”
İktidarları; “devirme” senaryosu!
Ne yazık ki diyor Kardaş;
O dönemde;
Bazı hâkim ve savcılar vardı ki ''Kraldan çok kralcı''
***
28 Şubat’ı hatırlarsak aynen!
Sabih Kanadoğlu,
Nuh Mete Yüksel,
Abdurahman Yalçınkaya,
Ve daha sayamadığımız onlarca, “yargı” mensubu!
Kardaş,
''Onlar arasında asker çağırdığı zaman bıyığını kesip gidenler vardı''
Acı bir resim;
Askeri vesayetin, dehlizindeki ülke yapısı!
Özetle;
'12 Eylül'de Türkiye'ye deli gömleği giydirildi.”
Ne var ki;
28 Şubat’la, “o gömlek” yenilendi.
Kİ hala da o gömlekten çıkılmaya çalışılmıyor mu?'
***
Siyasal iktidara da çağrısı var Kardaş’ın!
Diyor ki;
''TSK ile ilgili herhangi bir reform yapılmadı.''
Yani;
TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi!
Ki bunun kaldırılması tek başına bir anlam ifade etmez diyor!
TSK'nın saydam ve şeffaf olması gerek.
***
Olup biteni de;
Bir bütünlük içerisinde Siyaset kurumunun zafiyetine getiriyor.
Çünkü;
12 Eylül’de Siyaset kurumları “el pençe” idi.
Ekliyor;
''Demirel gitti geldi, gitti geldi.
Bir siyasetçi darbe sonucu gittiyse tekrar geldiğinde darbelere karşı bir şey yapamaz.
Ecevit'te de böyle oldu!''
***
Evet,
Emekli bir askeri savcının ifadeleri bunlar.
12 Eylül,
28 Şubat’ın “kimliğini” ortaya koyan hakikatlerden bir kaçını sıralamış!
Meclis,
Bu anlatımları,
Komisyonun aldığı notları, “Milli iradenin” hesap sorgusuna getirir mi getirmez mi, şimdilik bilmem.
Ama geçmişteki,
Görüntü insanda kaygı geliştirmiyor değil.
Acaba, tozlu raflarda sadece meraklıların bakabileceği arşiv dökümü mü olacak.
Yoksa hesap sorulacak mı?
Göreceğiz.
***
Ama şu bir hakikattir ki;
Bu topraklara “çok kötü” tohumlar ekildi.
Eee.
Dışlanmışlık, itilmişlik, örselenmişlik.
Hizip;
Kötü tohumun ekilmesine yetmez mi?
Yeter.
***
Bilmeliyiz ki.
Her ne kadar;
Ölen sadece insanlar, çocuklar, vicdanlar ise de!
Ben derim ki;
Ölen akıldır…
Çünkü
Vicdanlar sızlamıyorsa, sızlamayacaksa!
Akıl hakikati görmeyecekse yapabilecek bir şey var mı?
***
İşte bizim için;
Ölen aklın cenderesinde değil,
Diri aklın,
Vicdan ve izanında, “olup-biteni” görüp, yarını kurgulamalıyız!
Yoksa;
Dün gördük, “körpe” beyinlerin, körpecik bedenlere.
Ki kendisiyle aynı havayı ve coğrafyayı paylaşan nasıl, “öfke ve kinle” saldırıyordu.
Yine gördük;
Harran üniversitesinde birinci sınıf öğrencisi Serdal Yektaş adlı körpe gencin, “Türk-Kürt kardeşliği” deyip, bedenini ateşe verdiğini.
***
Sonuç itibariyle;
Vicdanlar,
İzanlar,
Akıllar şunu artık idrak etmelidir;
“Çocuklar, insanlar, evlatlar ölmesin” çığlığı ihanet değil.
Kurtulsunlar;
Kör zihniyetin bağımlılığından.
“Barışı ve kardeşliği” isteyen zihniyeti ihanet kisvesine sokmaktan arındırsınlar kendilerini!
Yeter.
Ed-i bese!