BİR ÜLKENİN ÜÇ DEVLETİ Mİ?
Bakınız 'hayatımıza' son yıllarda vaki olan 'telekulak' ajanlığı.
Son bir haftadır yeniden 'demokrasiye' kimya değiştiriyor.
Bir taraftan 'Yargı' çığlık atıyor; 'biz dinleniyoruz' yasadışı diye!
Diğer yandan 'Yaşama' yıllarca 'dillendim' diye bu nasıl 'Yargı ve Hukuk' anlayışı deyip; isyan ediyor.
Ve dikkat edin; tarafların dillendirdiği cümle 'Dinlenme siyasidir'!
Yargı da, siyasal iktidar da 'aynı şeyi' söylüyor.
***
Düşünebiliyor musunuz?
Siz bir ülkenin 'başbakanı' olacaksınız.
Sizin emrinizdeki memur denilebilecek düzeydeki 'kişi'!
İster savcı, ister polis, ister asker, ister telekomünikasyondaki görevli.
Hiç bir yasal dayanak ve hukuki karar olmadan; dinliyor'!
Aylarca hatta yıllarca!
Siz bir ülkenin yargı noktasındaki en tepedeki kişisiniz ve 'dinleniyorsunuz?'!
Teknik takip altında!
***
Güven 'duygunuz' ne kadar sağlam olabilir ki?
'Hayatın' paronayak oluşundan başka.
Nitekim ülke olarak şuan için bu duygulardayız.
Yasama da, Yürütme de Yargı da!
Aslında sözün özü!
Bireysel ve toplumsal olduğu gibi 'kurumsal' ölçekte de durum aynı.
***
Ciddi ve vahim bir güvensizlik hâsıl.
Kim kimi 'yakalarsa', kimin gücü kime yeterse!
İşte bu 'karanlık ve kör' ortamı bertaraf edebilecek tek 'panzehir' var; demokrasi!
Ne hazindir ki; 'onu da' kendimize benzettiğimiz için; bugün iş görmüyor.
Görmediği için de; 'adil' ve özgür bir süreç işlemiyor.
Hep çifte standart bir uygulama.
***
Üstadın dediği gibi;
'Bizim' yapmamız gereken ilk iş; 'zihniyet' değişikliği, kural nizamıdır.
Bunun üç saç ayağı da;
Yasama, Yürütme ve Yargı 'mekanizmalarını'; sivil temele oturmaktır.
Aksi takdirde; her geçen gün 'uğranılan' kan kaybı; bizim aleyhimize ve ülke aleyhinedir.
Tabi ki pusuda bekleyen 'kan emicilerin de' lehinedir.
Bunu çok iyi görüp, ona göre hadiseleri okumak lazım.
Derin devlet kadar,
Paralel devlet ikmal olduğu gibi.
Bir de bunların üretimi olan; "korku devleti" oluşmaya başladı.
***
Nesil mi, sorumsuzluk mu?
Eee.
Düzen buysa, nesil nasıl olur, elbette ki böyle olur?
Evet.
Onlar!
Yine de onlar, çocuklarımız!
Nesil.
Ve daima onlar.
Çünkü yarınlarımız, geleceğimiz.
En değerli ve tek varlığımız.
Canımızdan, canlarımızdan bir parça.
Candan daha can.
Çünkü her şeyimiz.
'Çocuklarımız' evlatlarımız!
***
Bu varlığı 'kelimelere' sığdıramayız.
Onun 'tarifinde', sıkıntı çekeriz.
Söyleriz; çok önemsediğimizi.
Deriz; değer verdiğimizi.
Gecemizi de, gündüzümüzü de 'feda' ederiz.
Malımız-mülkümüz 'ona' kurban.
Yeter ki 'var olsun', yeter ki 'sağ olsun'.
Gözümüzden 'sakınırız'!
Tırnağına 'halel' getirmeyiz.
En küçük bir incinmede; 'yürek' parçalarız.
***
Peki, 'öyle olsun'!
Ama değil.
Dün ülke ve millet olarak 'Garip' durumdayız demiştim.
Bugün ise; 'az önce' anlattıklarımın çizgisinde 'ilginç' bir ülkeyiz.
Ve 'şaşırtan' bir milletiz.
Neden mi?
Nedenine gelince; tezatlar' içerisindeyiz.
Bu kadar 'önemseme', bu kadar 'değer verme'.
Gel de 'hoyratça' harca!
Gel de özensizce 'dağıt'
Olacak şey mi?
***
Bugün 'çocuk' denildiğinde 'duraksıyoruz'!
Hem de;
'Korku ve endişe' içerisinde.
Herkes birbirine soruyor; 'çocuklarımıza' ne oluyor?
Bu nasıl 'bir nesil'.
Çünkü çocuk 'suç, şiddet ve sahipsizlik' cümlesinde bütünleşir oldu.
Artık bu üç 'kelimeyi' çocuklarımızla birlikte 'inanılmaz' bir bollukla telaffuz ediyoruz.
***
VAHŞİLEŞTİLER, PEKİ BÜYÜKLER?
Annesini öldüren,
Babasının gırtlağını kesen,
Kız kardeşine tecavüz eden,
Sevgilisine kurşun yağdıran,
Sınıf arkadaşını koyun keser gibi boğazını kesen,
Nenesini sevgilisiyle bir olup, öldüren,
Kedisini,
Köpeğini "hunharca" katleden bir nesil.
***
Bir de 'büyüklerin' çocuklara yönelik 'işlediği' suçlar.
İnanılır gibi değil.
Toplu 'tecavüzden' tutun da.
'İntikam' uğruna; 'parçalanıp' çeyiz sandığına konulmasına.
Annesinin başkasıyla 'aşk yaşadığını' öğrendiği için, 'baltayla' başı kesilen çocuk.
***
Korkunç.
Ve korkutan bir tablo.
Altındaki sebep; 'tekil' değil çoğul.
Psikolojik, biyolojik, toplumsal ve ekonomik.
Bunları 'ifade' etsek de, bilinmelidir ki 'çocuk' neyi öğrenirse; onu uygular.
**
Onun için bilinmelidir ki;
Çocuk 'kınanarak' büyürse 'suçlamayı' öğrenir.
Düşmanca 'davranışlar' içinde olursa;
'Şiddeti-kavgayı' öğrenir.
Sorumsuz, keyfilik, vurdumduymazlıkla büyüyorsa;
'Dışlanmayı' öğrenir.
Şefkatten yoksun, aileden ayrı yaşıyorsa,
'Acımasızlığı' öğrenir.
Şiddetin, öfkenin, kinin ve kanın 'kokusunu' almışsa,
'Vampir' misali 'kansız' durmaz.
***
Ama eğer çocuk hoşgörüyle yaşarsa sabırlı olmayı öğrenir.
Teşvik edilerek yaşarsa güvenmeyi öğrenir.
Değer verilerek yaşarsa saygı duymayı öğrenir.
Eşitlik ortamında yaşarsa adaleti öğrenir.
Güven duygusu içinde yaşarsa inanmayı öğrenir.
Beğenilerek yaşarsa kendisinden hoşlanmayı öğrenir.
Kabul ve dostluk içinde yaşarsa dünyada sevgi aramayı öğrenir.
Sevgi içinde büyürse güvenmeyi öğrenir.
Çocuk ailenin, aile de toplumun ürünüdür; çocuk yaşadığını öğrenir.
***
Haklar ve özgürlükler.
Yaşamın en değerli ve en önemli kavramlarından ikisi.
Çocuklar gibi bir değerle çatışma bir araya geliyorsa bu çarpıklığı bir düşünmek gerekiyor.
Bu yamuk yapı devrildiğinde herkes altında kalacak.
Bunu da unutmayalım.
Demek ki; 'çuvaldızı' çocuklara batırmadan önce.
Biz büyükler ve ebeveynler olarak; 'iğneyi' kendimize batıralım.
Kusurumuz, ihmalimiz çok büyük.
Hem de çok!
***
AHMET ARİF DER Kİ?
Ahmed Arif’in güzel bir şiiri var.
‘Kapıları çalan benim’ diye başlıyor.
Ve ‘yürekleri’ dağlayan kelimeleri ardı sıra sıralıyor.
Hançer gibi.
‘Kapıları çalan benim kapıları birer birer.’
Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
‘Kâat gibi yanan çocuk...’
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.
***
Varın siz düşünün.
Hayırlı Cumalar.