Çirkinlik, Samimiyetsizlik ve hakkaniyet!
Derler ya; acısıyla, tatlısıyla ve sevabıyla.
Bir Kurban Bayramı’nı daha;
İdrak ederek, geride bıraktık.
Bir dahaki sene’ye yolcu ederek!
İşte bu vesileyle; bir kez daha “Kurban Bayramınızı” tebrik ediyorum.
Ve temennim, duam da odur ki,
“Bu müstesna zaman diliminin” feyzi ve bereketi her daim, üzerimizde olsun.
Barışa, kardeşliğe, hoşgörü ve sevgiye, saygı ve hakların birlikteliğine de “vesile” olsun.
Âmin.
***
Malumunuz üzre;
Halk arasında sıkça telaffuz edilen, anlamlı bir deyim vardır!
Denilir ki; “Allah’ın sopası yok ya.” diye!
Gerçekten de öyle!
Çünkü öyle zamanlar, öyle hadiseler bazen vuku bulur ki, istenildiği kadar “saklı tutulmaya” çalışılsın.
Ya da; aldatılsın, üzerinde desiseler “zinciri” yaratılsın.
Veyahut; yüzüne maske çekip “halkı yanıltıp parasını çarçur ederek” kendini kamuflaj etmeye çalışsın.
Velhasıl; Enva-i inlikler “icat ederse etsin” er ya da geç; “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” misali, her şey ortaya çıkar.
İşte o zaman da;
O şahsiyet, ya da şahsiyetler kendilerini “savunacak” hal ve gerekçeleri olamayacağı gibi.
“Yüzleri de” olmaz!
***
Tıpkı; 5’inci Harem-i Şerif unvanına sahip tarihi Ulu Cami’nin restorasyonu gibi.
Üç yıldan buyanadır;
Büyük umut ve hassasiyetle(!) restore edilmeye çalışılıyor.
Şuana kadar; sadece ve sadece “Hanefiler” bölümünün restorasyonu için, 9 milyon lira harcandı.
Yani; eski para birimiyle 9 trilyon!
Az para değil.
***
Diyeceksiniz ki,
Bu parayla Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır için ifade ettiği 20 bin kişilik “Cami inşa” edilir.
Doğru.
Ama velâkin, Ulu Cami’nin o “tarihi” motif ve özelliklerini içeren.
Kültür ve medeniyet dokusunu, değil 9 milyona, 999 milyon liraya inşa edemeyeceğiniz gibi, kazanımını da sağlayamazsınız.
Lakin, restorasyonu için harcanan paraya rağmen Ulu Camii “tabiri caizse” şimdiden dökülmeye başlandı.
Daha yenileme bitmeden!
Yazık.
***
Soruyorum; bu kadar para sırf birkaç estetik için mi harcandı?
Bunu derseniz; zaten O estetik görüntülerin daha güzeli “kendi” ihtişamıyla vardı!
Ama siz; şimdi onları da bozduğunuz gibi, telafisi mümkün olmayan tahribata da neden oldunuz!
Hem de, bir hiç uğruna diyemiyorum.
Baksanıza; daha ilk yağışta tavanlar akmaya başladı.
Duvarlar da dökülmeler,
Kabarmalar, velhasıl “enva-i” olumsuzluklar zinciri, yaşandı!
Ya kar-kış geldiğinde ne olacak?
Galiba camiye yeniden “kilit” vurulacak?
Olup-bitene karşı;
Ulu Camii, cemaati ve pek tabi ki duyarlı Diyarbakır halkı tepkili.
***
Ne diyeyim;
Biz daha önce burayla ilgili yolsuzluk ve usulsüzlükleri olduğuna ilişkin defalarca yazdık.
Ki mevzuu “polise-adliyeye” kadar intikal etti.
Sonuç nedir bilmiyorum, ama bir kez daha soruyorum; o zaman bize tepki gösterenler şimdi nerede?
Zülfü yare dokunulunca.
Eee.
Şimdi; nerdeler kayıplar!
***
Bu çirkin hal-i vaziyet;
Bakınız Bayram Namazında yaşandığı gibi, protokol üyelerinin katıldığı bayramlaşmaya da damga vurdu.
Ulu Cami’de; Bayram namazı kılan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker.
Ve İl Vali Mustafa Toprak, cemaatin tepkisi üzerine Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen’i uyardı.
“Bu ne biçim restorasyon?” diye!
Pek tabi ki, bunun vebali bir tek Metin Evsen’den sorulmamalı.
Öncesi de var.
O dönemlerle birlikte; Restorasyonu üstlenen firmanın da, “vebali” ağır.
İncelenmeli. Tahkikata gidilmeli.
***
Bu arada,
Sayın Evsen’in ortaya çıkan “rezalet” duruma,
“Kentin imajı zedeleniyor” elbisesini giydirmeye çalışmasına da anlam veremediğimi kendisine hatırlatmak isterim.
Asıl,
Yolsuzluk, Usulsüzlük ve böylesi “restorasyona” göz yumma.
Daha açıkçası, koruyup-kollama, “kentin ve kurumun” imajını yerlerde mevta eder!
Tabi; O imajla alakalı açılan birçok soruşturmanın da akıbetinden haberdarız.
***
Evet,
Kurban bayramını hep beraber idrak ettik.
Yaşanan ölümler yüreğimizi acıtsa da.
Devam eden açlık grevleri burukluk getirse de.
İslam dünyasındaki parçalanma ve acılar devam etse de “yüce dinimizin emrettiği bayramı” yaşadık.
Klasik bir tabir olacak ama burukluk vardı.
Öyle bir duruma geldik ki her geçen bayramda bir öncekini aratıyor!
Niye?
Çünkü İslam’ın en çok istediği barış ve huzur oluşmuyor.
Oluşturulmuyor.
Oluşmasına imkân ve zemin yaratılmıyor!
***
Malumunuz; bugün de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.
Onu da buruk şekilde kutlayacağız.
Çünkü 89. yılı olsa da Cumhuriyet hiçbir zaman “cumhur”un olmadı.
Son yıllardaki sivilleşme çalışmalarına rağmen halen “cumhurun” söz sahibi olduğu söylenemez!
Hele ki, “halklar ve haklar” açısından!
Lakin bütünleştirici olması gerekirken ideolojik oyunlar yüzünden maalesef Cumhuriyet zihinlerde bölünme malzemesi olarak yerleşti.
***
Gel gelelim; “açlık grevlerine”.
Yani bedenlerini; “Ölüm orucuna” yatıran cezaevlerindeki, tutuklu ve hükümlülerin eylemi.
Malumunuz, her pazar günü hazırlayıp sunduğum “Pazar Sohbeti” programı.
Söz-Uzay TV’nin ortak yayınıyla ekranlara geliyor.
Sohbetin ana konusu; “Açlık grevleri” idi.
AK Partiden Galip Ensarioğlu.
BDP’den de Nursel Aydoğan konuktu.
Kürt sorununda iki önemli aktör partinin milletvekilleri.
İkisi de önemli şeyler söyledi.
***
Nursel Aydoğan, 700’e yakın siyasetçinin başlattığı grevin son bulması için hükümeti adres gösterdi.
Hükümetin adım atması gerektiğini ifade ederek taleplere kulak verilmesini istedi. Adalet Bakanı Ergin’den sonra hükümetten bayramdan hemen sonra adım beklediklerini ifade etti.
Tabi bunlar olur mu kestirmek zor?
Ama durumun çok kritik hal aldığı bir gerçek.
Allah korusun her hangi bir ölümde önü alınamaz yaralar açılır ve bu çok tehlikeli olur.
Ümit edelim ki; “Ölümler” olmadan, aktörler üzerlerine düşen “rolü” yerli yerinde icra etsinler.
Çünkü zaman çok riskli!
***
Gelelim,
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır gezisine.
Öyle ya, bayram’ın ikinci günü Diyarbakır’a geldi.
Ziyaretlerde bulundu, STK’larla görüştü.
Peki, ne söyledi, nelere vurgu derseniz; “bir yığın laf üretti” ama velâkin hepsinin “içi boş”.
***
Hele ki,
Cezaevlerindeki açlık greviyle alakalı söylediği söz.
“İnsan, bedeninin eğer ölüme yatırıyorsa, bunun üzerinde oturup düşünmemiz lazım…
İnsan hayatından daha değerli bir şey yoktur.
Arzu ederim, eğer bu çağrım kabul edilirse son derece memnum olurum.
Ölüm oruçlarını bıraksınlar…”
***
Bir de;
Okkalı sözcüğü oldu.
Özellikle de; “Kürt sorunun” çözümü noktasında.
Dedi ki;
“Sorunun çözümü siyasi hayatıma mal olacaksa feda etmeye hazırım.”
Cengiz Çandar’ın dediği gibi bravo!
Eee.
Biz de Maşallah diyelim.
Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü halinde “feda etmesi” gerekecek kadar, vazgeçilmez bir “siyasi hayatı” şu ana kadar oldumuki, feda etsin.
Ben görmedim.
Siz vaki misiniz?
Sorunun çözümü için neyi savunuyor ki, siyasi yaşamını bile bunun karşılığında büyük bir özveriyle fedayı kabulleniyor?
İşte onu bilemiyorum.
***
Sayın Ensarioğlu’nun atıfta bulunduğu gibi.
CHP değil midir ki;
Anayasa Hazırlık Komisyonu’nda “vatandaşlık” tanımına getirdiği pranga.
MHP ile aynı kulvarı eşeleyip; “Tek kimlik” üzerine vurguda ısrar kalışı?
Tabi ki;
CHP değil midir ki;
Müzakerelerde “İmralı’yı, Oslo görüşmelerini”, “vatan hainliği” olarak gören.
CHP değil midir ki;
Kürtlerin saygı gösterdiği liderden olan Mesut Barzani’ye “hakaretler” yağdıran.
CHP değil midir ki;
Cumhuriyet’in kuruluşundan buyana, “Kürtlere” inkar politikasını dayatan ve inkar eden.
CHP değil midir ki;
Ulusal vesayetçi “zihniyeti” halklar üzerinde, “zülüm” icra ederek, yaşatan.
CHP değil midir ki;
Şeyh Said’i,
Bediüzzaman Said’i Nursi Hazretleri “düşman” gören yüzlerce Ulemayı katleden.
***
Pek tabi ki
Kılıçdaroğlu değil midir ki, dersimli olan.
Ama dersimlinin “ana dilini” ağzına bile almada korku içerisinde, kalan.
“Derslim katliamını” kabul etmeyen.
Daha da ilerisi;
“Dersim Katliamıyla” alakalı açıklama yaptığı için,
Partisinin Diyarbakır İl Başkanı Muzaffer Değer’i “linç” ederek, görevden alan.
Ne demişler;
Samimiyetin yoksa
Huzursuzluk ikmalin bilesin ki, “samimiyetsizliğinden” ileri gelmektedir.
Öyle değil mi?