Çözüme bir adım daha!

Diyarbakır. Yani, Şehr-i Amed.

Dün, Tarihi bir gün yaşadı.

Acılarla yoğrulmuş o vakur duruşuyla!

Newroz’a. Daha doğrusu, tarihi Büyük Newroz’a!

“Barış sürecine” tarihi bir yön verecek “Çözüm Mesajına” ev sahipliği yaptı.

***

Barışa. Kardeşliğe. Milli Birlik ve Bütünlüğe.

Huzura. Özgürlüğe ve eşit yaşam haklarına kavuşmak için.

30 yıldan buyana yaşana gelen; “çatışmalı” ortama son verilmesi için, misyon yüklendi...

q7’den, 70’ine. Yaşlısı, kadını, genci, çocuğu, kızı.

Çalışanı, çalışmayanı. Esnafı, memuru, işçisi.

Velhasıl herkes; tabi sadece Diyarbakır ahalisi değil.

Yurdun dört bir yanından, gelen misafirlerle, yüz binler buluştu.

136 dönümlük;

Newroz Parkı alanında, “ihtişamlı” bir coşku ve kalabalıkla, dillendirdi “Barışa” olan özlemini!

***

“Silahlar sussun, barış gelsin!”.

İşte; bu yıllara sirayetli çığlığı.

Dün; Kürt silahlı mücadelenin Lideri tutuklu Abdullah Öcalan’ın bizatihi kendisi attı. Hem de milyonlara aracı hitabıyla söyledi.

Tutulduğu İmralı cezaevinden seslendirdi o özlemi; “Silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun.”

***

Peki, mesajın muhtevasına gelirsek.

İçerdiği “şifreler” nedir?

Önümüzdeki zaman dilimi içerisinde, “neler olabilecek, olması gerekenler nedir?”

Aynı meyanda; “kim ve kimlerin ne yapacağı?”

Bütünlük içerisinde, “iyi okumak” gerekir.

Çünkü ifadeler ve satır araları geniş, “net” olduğu gibi muğlâk bir durup pek arz etmiyor.

***

Sırayla; mesajın şifrelerini okursak.

“Silahlar sussun, fikirler konuşsun.”

Ne demek?

Silahlı direniş mücadelesi, “miladını” doldurmuştur.

Demokratik zeminde “siyaset ve fikir” mücadelesi gerekir.

Bunun için de;

Silahlı unsunlar “çatışma ve hareket” alanının dışına çıkmalı.

Yani; “sınır ötesine” çekilmeli.

***

En önemlisi.

Türkiye’nin “yek vücut” yapısına yönelik söylemi.

“Türkiye bölünecek kaygısı” olanlara da, bir cevap mahiyetini içeriyordu.

Çünkü; Ülkenin geniş kesiminde bu “fikri bulanıklık” vardı.

Özellikle; “Türk milliyetçiliği” noktasında.

Öcalan’ın vurgusu şuydu.

Bölünme, parçalanma yok.

Bilakis; daha güçlü bir demokrasi ile birlikte yaşama alanına genişletmek lazım.

***

Daha açık bir ifadeyle;

“Misak-ı Milli’ye kültürel sosyal bağları sağlamlaştırarak geleceğe birlikte ulaşabiliriz.”

Dini öğeleri öne çıkarmasına gelince.

Üç büyük dinin peygamberlerini sıralayarak.

Hz. Musa,  Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i (S.A.V) anarak!

O’nların; mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor."

***

Öcalan,

Dini öğelerin yansıra, “sol jargon” taşıyan mesajlar da verdi.

Geçmişteki gibi..

"İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.

Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.

Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz.

Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur."

***

Bunları ifade ederken.

Gelecek açısından ve şuan ki, süreçle alakalı da şu vurgusu oldu.

"Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor."

***

Tabi. Öcalan mektubunda, salt bir kesime yönelik hitap yoktu!

Türkiye ile sınırlı tutmadı, mesajını!

Bir ölçüde; Ortadoğu’yu daha geniş bir yelpazede değerlendirdi.

Coğrafyayı geniş tutarak.

Şöyle dedi;

"Misak-i Milli’ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti’nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir “Milli Dayanışma ve Barış Konferansı” temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum. "

***

Batıya. Kendi ifadesiyle; “emperyalizme de” dikkat çekti.

"Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkâr etmiyoruz.

Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamlaştırıyoruz."

***

Mesajında;

Etkin kimlik noktasında, grupsal mesajlar yok değildi.

Kürtler için şöyle dedi:

"Zağros ve Toros dağ eteklerinden, Fırat ve Dicle nehir vadilerine; kutsal Mezopotamya ve Anadolu topraklarından tarım, köy ve şehir uygarlıklarına Analık eden halkların en eskilerinden olan Kürtler sizlere selam olsun... "

"Biz, onlarca yılımızı bu halk için feda ettik, büyük bedeller ödedik.

Bu fedakârlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi.

Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı."

***

Türkler için de.

"Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkâr, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.

Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkâr eden çabalarını ifade etmektedir.

Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu’nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum."

***

Buarada; Kürt ve Türk’lerin yansıra.

Diğer etkin gruplara.

Tabi ki; “Din’i hassasiyetle”.

"Bu Nevruz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum."

 

***

Öcalan.

Mektubunun sonuna doğru; “ulus devlet” anlayışına eleştirisi vardı.

Özellikle; “Ulusalcı” güruh yapının, yarattığı tahribata dikkat çekerek.

"Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkâr eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattı."

Ulus Devlet anlayışı yerine yeni bir devlet sistemi önerdi.

Adını da; "Demokratik Modernite sistemi."

***

Detayını da şöyle sıraladı;

Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini; en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dışlanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum."

 

***

Evet, 30 yıllık çatışmalı sürece!

Yeni bir kimlik,

Yeni bir süreç ve zaman dilimini işleten, Öcalan’ın mektubu özetle böyle.

Sanmıyorum ki.

Öcalan’ın verdiği mesajlar “hazmedilmesin”.

MHP dışında.

Dün mesajla alakalı, tepkilere bakıldığında “bir mutabakat” vardı, olumlu!

Ki Başbakan Erdoğan ifade etti.

“Olumlu ve sürece katkı sunan mesaj”.

Tabi ki; “uygulamalar” ne gösterir, onu hep birlikte göreceğiz.

Aslında;

Bu Türk kamuoyu açısından da,

Kürt kamuoyu açısından “zorlu” bir süreç olacak.

İki taraf yeni süreci hazmetmesi ve bunu başlangıç olarak görüp demokratik mücadelede yer alması açısından; “argümanlar” hassasiyete sahip olmalı.

Özellikle medya.

Özellikle siyasiler.

Özellikler kanaat önderleri.

Özellikle, tarafların “sözcüleri”.

İki aşırı ucun baskısından çıkan bütün tarafları kucaklayan bir bakış açısı ortaya konulmalı.

***

Peki.

Alan’daki halk ne diyor.

Onların hissiyatı neye hikmetti.

Nevroz alanındaki atmosferi solumak için, alana gittim.

Tam da;

Kürsüde Buldan ve Önder’in bulunduğu esnada.

Öcalan’ın mektubu okunuyordu.

Tabi;

Konuşmaların yapıldığı platforma değil halkın arasına karıştık.

***

 

Nasıl olsa;

Siyasetçiler, katılımcılar, hatta Abdullah Öcalan söyleyeceğini söyledi.

Onları izleyen izledi.

Lakin alandaki halk, yani asıl muhatap ne düşünüyordu?

Nevroz’un kelime anlamı barışı çağrıştırıyor.

Alandaki tablo, halkın gösterdiği tevazu buna göreydi.

Coşkuyla halay çekenler.

Çocukları ve yakınlarıyla gelip piknik yapanlar ve daha neler neler…

Tablo gerçekten göz kamaştırıcıydı.

Karnaval havasında.

***

Alanın havasını solarken;

Karadeniz Laz müziği eşliğinde tüm alan, protokol ve konukların “horon” tepmesi ayrı bir anlam içeriyordu.

Eski yılların aksine kışkırtıcı sloganlar, hareketler ve provokasyonlar yoktu.

Yerini uzlaşmaya, barış mesajlarına bırakmıştı.

Mektup iki dilden okundu.

Burada dikkatimi çeken okunan Kürtçe mesajların anlaşılmaması ve halkın şok içinde suskun kalmasıydı.

Ne zamanki Türkçe bölümüne geçildi o zaman coşku yükseldi.

Burada elbette Kürtçenin kötü telaffuz edilmesi eleştiri konusu olacak ama Türkçedeki vurguların da alanda anlaşılması ve coşku yaratması bu toplumun ne denli birbirleriyle kültürel olarak iç içe geçtiğine de delildi.

***

Halk ne diyor diye nabız yokladık.

Birçok vatandaş,

”Olumlu şeyler bekliyorduk ama bu kadarı bizi de şaşırttı” dedi.

Herkes bu süreci barışa giden bir yol olarak kabul ediyor.

İnsanlardaki mutluluğu gözlerinden okumak mümkündü.

Buradan edindiğim izlenim de bazı sakınca ve endişeler taşımak suretiyle Türkiye barışa doğru gidiyor.

Elbette kolay olmayacak.

Dikenler çıkacak sürecin içindeki aktörlerin önüne.

Önemli olan bunlara aldırış etmeden yola kararlılıkla devam etmektir.

***

Newroz’a we piroz be.

Aşiti’ye we piroz be.

Biji Newroz, biji Aşiti.

Nevruz’unuz kutlu olsun.

Barışınız kutlu olsun.

Yaşasın Nevruz!

***

Ve tabi ki,

Bugün Cuma hayırlı bir gün..

Bu vesileyle; cumanız mübarek olsun.