Eğitim emekçisinin serzenişi!

Önceki gün,

Kurye bir düzine mektup bıraktı.

Gazetedeki,

Haber ve gündem yoğunluğuyla, “pek” göz atamadım.

Gecenin,

Bir vaktinde, durum sakinleşince, göz attım.

İçerikleri nedir?

Tabi ekseriyeti, “okur” ve pek tabi ki, “şikâyet” konularına ilişkin.

Lakin bir mektup vardı ki, nediyim “içimi” cız etti.

***

Mektup,

Bir eğitimciden, yani öğretmenden!

Sıralamış,

Dertlerini, sıkıntılarını, mektuptaki satırlara.

Doğrusu, mektuptaki isim tanıdık.

Ne diyeyim,

Hani derler ya, Eğitim emekçisi olarak “Eli öpülesi” bir insan diye!

Tam da o tarzda biri.

Yegâne varlığı öğrencileri.

Çalışkan, dürüst, ilkeli bir insan.

***

Yıllardır,

Diyarbakır’ın en güzide liselerinden birinde öğretmenlik yapıyor.

Şehirde,

Olup-bitene vakıf olduğu gibi, yakından takip eden biri.

Bu nedenle de,

Mektubu emsallerinden biraz daha hassasiyetle ciddiye aldım.

Sevgili öğretmenim.

Serzenişte bulunuyor.

Başta Eğitim ve Öğretimdeki “gidişattan”,

Zorlaşan şartlar,

Öğretmen mesleğinin nasıl değersizleştiğini,

İtibarının nasıl ayaklar altına alındığını, anlatıyor.

***

“Mesleğim çok kutsal...

Ama maalesef ben öğretmen olarak en alttakileri yaşıyorum” diyor!

İşin özü bu.

Dilerseniz,

Fazlada da uzatmadan sözü, hocama bırakalım.

O konuşsun,

Biz okuyalım, zat-ı muhterem etkili ve yetkililerde, “vazife” çıkarsın.

Kİ öğretmen.

Hazreti Ali’nin, (r.a) ifadesiyle;

“Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum.” 

Bu sözüyle; öğretmenlerimiz değer ölçeğine yeniden kavuşabilsin.

***

Sevgili dostum Ömer Bey.

Öncelikle;

Size bunları yazmak zorunda kaldığım için, Öğretmen olarak kendimden utanıyorum.

Ama maalesef yetkililere sesimizi duyurmak imkânsız hale geldi.

Çok kıymetli idarecilerimizin değerli zamanlarını bizim küçük meselelerimizle harcamak istemiyorlar, herhalde.

Özellikle bu konuyu biraz deşmek istiyorum.

Çünkü Van’daki hoca hanımın geride bırakmış olduğu mektubu, televizyonlarda görünce, bir canın hele hele öğretmenlik gibi kutsal bir mesleği icra eden bir kızcağızın bu kadar ucuz olmaması gerektiğini düşündüğüm için bu mektubu yazmaya karar verdim.

***

Van’daki meslektaşım sesini bir türlü duyuramadığı için belki şuan toprağın altında.

Bence tek sorumlu baştan-sona hocamızı dikkate almayıp, adeta dalga geçen yetkililerdir.

Niye mi diyeceksiniz?

Çünkü aynı sorunları bende yaşadım da ondan.

Ben Diyarbakır’ın en merkezi okullarından birinde öğretmenim.

Okul dışından gelen bir takım çetelerin ve okul içindeki uzantılarının okulumuzu adeta “dingonun ahırına” çevirmişler.

Bu meyanda, bir takım öğrencilerle yaşadığımız sorunları paylaşmak için İlçe Milli Eğitim Müdürü ve Kaymakam beyle görüşmek istedim.

Lakin ne mümkün.

Maalesef idarecilerimiz “Halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin” hassasiyetinde.

Kimsenin olup-bitenle ilgilendiği, alakadar olduğu yok.

***

Randevusuz görüşülmüyor.

İlla ki, günler öncesi “randevu” talep edeceksiniz.

Tabi ki, sekreteryaları ayrı bir Cumhuriyet gibi.

Siz daha başında, “öğretmenim” dediğinizde, “horlama” başlar.

Önce sizi şöyle bir süzüyor.

Aşağılayıcı tavır sergileyerek, sıradan.

Sonra mı,

Sorgulama ve nedenler, niçinler sıralanıyor.

Mevzuu nedir?

Yani ön sorguya tabi tutuluyorsanız.

Eğer, Sekreterya mevzuuyu ve sizi “kayda değer” bulursa, bir zahmet randevu tenezzülünde bulunur...

***

Sonra mı..

Randevuya gidiyorsunuz.

Bir umutla; “meramınızı” anlatın, çare isteyeceksiniz.

Ne var ki, zatıâlileri ya yerinde olmuyor.

Ya da önemli(!) bir toplantıları oluyor.

Velhasıl,

Sayın Ömer Büyüktimur, başınızı ağrıtmayayım.

Meramınız için,

Bu kez, “arayış” içerisine giriyorsunuz, “kimi devreye sokabilirim” diye.

Ya bir siyasi bulacaksınız,

Ya da ahşap-çavuş ilişkiniz olacak ki, görüşebilesiniz.

***

Maalesef.

Ben, sesimi bir türlü duyuramadım.

Derdimi de, içime attım.

Eğer başıma bir şey gelirse, ikinci mektubu da yine size yollayacağım.

Hem de isim isim, saat saat anlatarak.

Mektubu bitirirken,

Amirlerimize anlatamadığım bir kaç hususu sizinle paylaşayım...

***

Haberiniz olsun...

Özellikle,

Lise ve dengi okullarda “tehlike çanları” çalıyor.

Sınıflarda nerdeyse, ders işlenemez halde.

Öncelikle son sınıf öğrencileri.

Yaş, gençlik, çevre ve aile yapısı.

Beri yanda, okullarımızın koşulları “öğrencileri” baş edilemez bir hale getirmiştir.

Halk deyimiyle; “beri-berdan”.

Öğretmenin,

Öğrenci üzerinde hiçbir tasarrufu olmadığı gibi, “ceza-i” yaptırımı da yok.

***

Sadece;

Şikâyet hakkı var o da, “sonuçsuz” kalıyor.

Ancak,

Öğretmen için en küçük olumsuz bir davranış “yasal” işleme tabi.

İdarecilerimiz,

Okulları ziyaret ettiklerinde sadece “öğretmenin” kılığını, kıyafetini.

Yüzündeki iki tel sakalını görüyor.

Kimse öğretmene derdiniz, sıkıntınız nedir diye sormuyor?

Güvende misiniz, değil misiniz, yok!

***

Sayın Büyüktimur,

Hazreti Ali’nin (r.a) şu ifadesiyle, mektuba nokta koymak istiyorum.

“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”

İşte bu hikmetli vecizenin değeriyle;

Öğretmen,

Eğitim emekçilerinin “değer ölçüsüne” ulaşması, umuduyla.

İnşallah,

Bu mektubumu yayınlarsınız.

En derin saygılarımla.

***

Evet,

Sevgili hocamın kısm-i bazdaki serzenişi böyle.

Umarım,

Etkili ve yetkili zevat, tez elden.

Özellikle,

Lise ve dengi okullardaki öğretmenlerin “dert ve sıkıntılarını” belirlemek.

Ve Öğretmenin,

İdarecilere ulaşmadaki “Sekretarya Cumhuriyetlerini” ortadan kaldıran, ciddi bir süreç başlatılır.

Bekleyip- göreceğiz.