FETİH GURURU!

Evet,
Sevgili okurlar.
Az sonra sizlerle yapacağım hasb-i hal "günün" önemine atıftır.
Tabi;
Bu yazının muhtevasındaki sohbeti "geçtiğimiz" yıl da yapmıştık.
Peki,
Ne konuşmuştuk o gün.
Ve neleri sizlere aktarmıştım.
Bir de, Diyarbakır ahalisi ve kentin bir yaşayanı olarak, "önerim" vardı.
Kentin;
Değerlerine ve tarihsel günlerine sahip çıkılması anlamında.
İsterseniz;
Önce "günün" önemini ihtiva eden o yazıyı bi okuyalım.
Şöyle demiştim o gün.

***

Öyle günler var ki;
Milletlerin ve var oldukları coğrafya için unutulmazdır.
Ve tarihsel anlamları payidardır.
O günü ve değer ölçüsünü tarifte kelimeler kısır kalır.
Çünkü "o günün ve yaşanılanların" tarifi mümkün değil.
"Yaşanılmasıyla" hep var olur.
Kadimdir!
İşte tarifsiz günlerden biri de; Diyarbakır'a mahzar olmuştur.
Ki o gün de; "kazandığı" kimliktir.
Diyarbakır. Diyarıbekir. Ya da Amed.
"Kadim şehir" olma unvanına bundan tam 1372 yıl önce nail oldu.
Ve o gün "fetih" günüydü.

* * *

İslamiyet’le kucaklaşıp, Bizans zihniyetinden sıyrıldı.
O günden bugüne hep; "yaşadı ve yaşattı" biat ettiği son dine.
"Ezan" sesi hiç susmadı.
O mukaddes "fetih" ve o uğurda "Şehadet" şerbetine nail olanlar sahabeler.
Hepsi de; Peygamber efendimizin "yakın arkadaşları".
Zaten kıymet kazandıran etken de;
Mekke ve Medine'den sonra "fetih" edilen en büyük kent olma vasfıdır.
Ve o tarihi "fethin" sayfalardaki hikâyesi.
Mekke'nin fethedilmesi üzerinden 9 yıl geçmişti.
Peygamber Efendimizin de vefatından 7 yıl sonra.
Halife Hazreti Ömer (ra).
İslamiyet'in yayılması için; İyaz Bin Ganem ve Halid Bin Velid'e emir verir.

* * *

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed'in (s.a.v) yakın arkadaşları; Ganem ve Velid.
8 bin kişilik İslam ordusuyla; ilerlemiş Kuzey Mezopotamya'ya doğru.
Dört bir yana; "fetihler" icra edilerek.
Ordunun içerisinde sahabelerden oluşan bugün tabiriyle "özel kuvvetler".
Amed'in Kalelerinin önüne gelmişler.
Bugünkü Dicle Üniversitesi Cami'nin bulunduğu tepede karargâh kurulmuş.
Karşılarında "aşılmaz" Sur'lar var.
Dağ'dan, Tepeden, Deniz'den de beter.
Geçilmez deniliyordu.
Bizans İmparatoru Heraklius yönetimindeki bölgede kuşatma tam beş ay sürdü.
Sur'larda açılan 4 kapı vardı.
İlyaz Bin Ganem Mardinkapı’yı.
Said Bin Zeyd Urfakapıyı.
Muaz Bin Cebel Dağ kapıyı.
Halid Bin Velid ise Yeni kapıyı tutmuştu.

* * *

Her türlü "savaş" dahili uygulanmasına rağmen "Sur'lar" aşılmaz.
Derken Ramazan-ı Şerif ayı gelir.
Her türlü imkânsızlığa ve sefere rağmen askerler oruç tutar.
Komutan Halit Bin Velid orucunu her gece "Çadırına" bırakılan ekmekle tutar.
Günlerden bir gün Sahur'a kalktığında bırakılan ekmeği görmez.
Ertesi gece de, bir gün sonra da aynı durum yaşanır.
Düşünür Halit Bin Velid 'ordunun erzakı bitti' deyip bir şey demez.
Sahursuz oruç tutar.
Askerlerini de öyle sanar. Sahursuz oruç tuttuklarını düşünür.
Bir gece sahurda erzak getiren askere seslenir; "Erzakımız mı bitti" diye sorar.
Bunun üzerine asker "hayır efendim. Erzakımız var. Yeterli?"
Bu cevaba karşı biraz da tepkili söylenir;
"Neden üç gündür sahur için çadıra bir şey bırakmadınız. Sahursuz oruç tutuyorum".
Asker "Biz her gece ekmek bırakıyoruz" diye yanıtlar sorusunu.

* * *

Allah'ın hikmeti!
Erzak getiren asker şüphelenir ve pusuya yatar.
Bıraktığı ekmek nasıl yok olur diye?
Bir süre sonra; hışıltı sesi gelir. Çadıra bir köpek sızar.
Ekmeği aldığı gibi uzaklaşır.
Nöbetçi asker de onu takip etmeye başlar. Köpek Sur'lara doğru gider.
Dicle Nehri'ni geçerek, Sur'ların altından bir deliğe girer.
Durumu keşfeden asker tez elden gördüklerini H. Halit Bin Velid'e söyler.
Yeri-göğü yaratan, sonsuzluğun sahibi Allah'u Teala'niı bahşettiği akıl.
Ve İslami nur'un kudretiyle; "O gece" plan yapılır.
Eğer bir köpek Sur'lardaki "delikten" geçebiliyorsa, bu bir askerin geçmesini de mümkün kılar.
Tehlikeli bir plan. Ama; Diyarbakır'ın "fethi" ve İslamiyet'e dahili için her şey feda.

* * *

Halit Bin Velid; karar kılar.
Oğlu Hazreti Süleyman'ın (r.a) yanına bir grup "seçici" savaş dehasına sahip Sahabe verir.
Gediğe yönelirler. Gedik çok küçük.
Eşelemeye başlarlar, sızabilmek için. Ve sızarlar içeriye.
Ne var ki Kapıyı açana kadar; Hazreti Süleyman (r.a) ve 27 arkadaşı "şahadete" ererler.
Ama Diyarbakır "fetih" edilmiş.
Mekke ve Medine'den sonra; 3'üncü büyük kent olan Diyarbakır "İslam’la" kucaklaşmıştı.

* * *

Evet!
Hazreti Süleyman Camii!
Halid Bin Velid'in oğlu Süleyman dahil, 27 Sahabe bu bölgede.
13 Sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit oldu.
Yaralanan Sultan Sa’sa’nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte, bölgeye toplam 41 sahabe defnedildi.
Büyükler boşuna dememiştir; Diyarbakır "Sahabeler Şehridir’ diye!
Dile kolay; 1371 yıl "aynı inanç, aynı kudret ve aynı dinle" yaşayabilmek.
Ki coğrafyasında nice "işgaller, nice istilalar, nice savaşlar" yaşandı.
Birçok komşu kent; "düşman" eline geçti.
Ama Diyarbakır "kadim" olma vasfından ve "mutlakıyet" değerinden zerre kadar taviz vermedi.
Ölçüsüne ölçü, varlığına varlık kattı.

* * *

Ulu Camii.
Farklı mezheplerin birleştiği adeta Beşinci Harem-i Şerif.?
Asırlarca; ten rengine, diline bakılmadan, kırk bir Sahabe’nin kanları ile mayaladıkları kardeşlik hamuruyla "huzuru" yaşadı.
Peki; bugün biz bu "kadim şehrin" tarihsel hazinesine.
Ve kalan mirasa sahiplenme anlamında; üzerimize düşeni layıkıyla yerine getiriyor muyuz?
Ya da; sevgiyi, barışı, hoşgörü ve kardeşliği "mayasında" olan bütünlüğü huzura kavuşturmuş muyuz?
Ne hazindir ki; göğsümüzü gererek "evet" diyemiyoruz.
Bilakis üzerine farklı kurgular geliştiriyoruz.
Hatta Diyarbakır Fethi'yle alakalı öyle bir 'tarihi' ayıp icra ediliyor ki;
"Din ile Irk" birbirine çatıştırmak isteniyor.
Neyse! Tarih ve gerçekler daima; "ders-i ibrettir".

* * *

Biz değerlerimize karşı "saygıda" ne yazık ki; zayıf bir yapıya sahibiz.
Şöyle ki;
Nerdeyse yarım asır bir ömrü devireceğim.
Diyarbakır'ın "Fethi" noktasında şöyle kentsel bir etkinliğe şahit olmuş değilim.
İstanbul'un Bizans'tan alınması.
Fatih Sultan Mehmet’in 1453'te "fetih" etmesi.
Nasıl ki her yıl; bir dizi etkinliklerle "o müstesna" gün kutlanıyorsa.
Neden Diyarbakır kenti "fethini" kutlamıyor.
Sanırım bu büyük bir eksiklik ve aynı zamanda bir zafiyettir.

* * *

Ne diyelim!
Belki bu çağrımız birilerinin özellikle resmiyetin kulağına küpe olur da.
Sene-i devriyede;
İhtişamlı bir şekilde Diyarbakır'ın 1372'inci yılını yakışır bir aktiviteyle kutlarız.
Bu kentin yaşayanları olarak;
Bize düşen en büyük müstesna görev bırakılan mirasa sahip çıkmak.
Ve o davayı her halimizle yaşatabilmektir.
Evet!
1372'inci fetih yıldönümümüz kutlu olsun.

 

***

 

İşte,
Geçtiğimiz yıl bugün gibi, bunları dile getirmiştim. Günün; "arzı" ve tabi ki kent ahalisi olarak, beklentimi ifade etmiştim.
Ne yazık ki;
Etkili ve yetkili, muhatap zevat yine "tıkalı" kulak.
Ve kapalı ruh haliyle;
"Ketum ve ilgisizlik" arzıyla, duruma karşı vurdumduymazlık, içerisinde kaldılar.
Her ne kadar;
Diyarbakır'da bazı STK'lar kendi çaplarında bir şeyleri, organize ettilerse de.
Kadim kentin;
Yönetim kadrosu ve "Fetih Gününün" asıl muhatapları, seyirci.

***

Gel de;
Kahrolma çığlığını atarken.
Yazıklar olsun;
Zihniyet aynı.
Diyarbakır "İslamiyet’le" kucaklaştığı ve o günden buyana, "işgale" uğramadığı, "müstesna" gününü.
İstanbul'un fethi gibi,
"Kutlayamıyor. Kutlatılmıyor. Alakasız" kalınıyor.
Velhasıl;
Bir yıl sonra aynı "duygunun" erozyonuyla.
Günümüz;
Kutlu olsun derken, "zevata" da teessüflerimi bildiriyorum.
Güzel,
Bir hafta sonu dileğiyle.