GELDE KENDİ KENDİNE, GÜLÜMSE!….

Düşündüm…

Bir daha düşündüm.

Sahi.

Ne yazayım?

Güne dair neyi mevzu edeyim.

Sonra…

Baktım ki gün, "cumartesi."

Yarın da pazar...

Eee…

Pazar günleri yazmadığımıza göre…

Uzun zamandır pekte, "haftasonu"  binaen "zihin", molası demiyoruz…

Bugün öyle yapalım mı?

***

Öyle ya…

Haber dozunun düştüğü…

Mevzuların, konuşulmadığı…

Siyasetin "rölantiye" alındığı.

Meşguliyetlerin.

Herkes açısından; "haftasonu" deşarjına dair geliştiğinden söz ediliyor ya…

Sahi bizde hayatı anlatma "cömertliğine?" girelim mi?

Keyifli keyifli…

Şöyle…

İçimizi ısıtacak, ama ders-i ibret içeren, "iki kelam" edemez miyiz?

Tabi ki, "yaşama" dair…

***

Biliyorum…

Diyeceksiniz ki, "güzel, iyi olur."

Şifa verir...

Hadi başla...

Ama.

Bir saniye sonrasında, şunu der gibisiniz.

Ki hissediyorum…

Burası Türkiye… El vermesi mümkün mü?

Ne yazık ki…

Hiç te ama hiçte mümkün değil?

Sen hele bir anlat ta...

***

Biz.

Yine de; "kendimizi" zorlayalım mı?

Denir ya.

İnadına. İnadına. İnadına.

Evet, inadına diyelim.

Parlatalım "sözcükleri" ki zihnimiz "garabete" odaklanmasın…

Lakin…

Ne yazık ki lakin.

Nice…

Nice çepeçevre sarmış "hain" hadiseler, cirit atıyor…

Nefreti…

Kini.

Geresi.

Kaosu.

Bölünme, parçalanma paranoyaklığının yarattığı kaotik ortam…

Alabildiğine; "körükleniyor…"

***

Yürekleri karartan.

Kalpleri körelten.

Beşeriyeti mecrasından saptıran…

Ölümlere.

Öldürmelere…

Kana ve gözyaşına, "nefreti-gebertmeyi" yoğurarak büyüten bir akıl "bombalaması" altındayız.

Ve o aklın, akıl babalarının yarattığı "algı" üretimi var ya!

Yaşadığımız hal ve halvet…

İşte o algının, maalesef dehlizlerin en derin; girdabı gibi yutuyor…

İnsanı.

İnsanlığı.

Ümmeti.

Yanı başımızda.

Kendi içimizde…

Ve devleti âliye yi "bir bir ağında", çürütüp yok eden; "hainlikler" halkası…

Zincirleme zincirleme.

Domino taşı gibi...

***

Farkında mısınız?

Bir türlü hasılı kelam'a diyemiyoruz.

İşte garip olan da bu…

Çünkü eller yürekte.

Gözler ekranda,

Zihin ajanstan düşebilecek haberde…

Ki sizler de.

Ne kadar kendinizi zorlasanız da…

Kapıları kapatsanız da…

Kulaklara pamuk tıkasanız da; "ne mümkündür?"

Göz kapatmakla.

Kulak tıkatmakla.

Ağzı, kilitlemekle…

Hele ki olup-bitene "boşvermişlik" yapmak.

Umursamamak…

Ne mümkün.

Çünkü taş yürek olunsa bile, kalp şunu söyler yok oyla; "boşvermişlik?"

"Koy versin" yapamazsın...

***

Nitekim!

Bilgisayarın klavyesindeki duşlara bakıyorum.

Harfler…

Korkunç olan odur ki…

Her tuş, "acı bir gerçeğin" ilk harfi olarak, yüze çarpıyor.

Her nefes.

Her soluk; "zindan" mahkûmu gibi; "ah çektirtiyor?"

Canavar bir hayat.

Ejderha bir dünya…

Zihin bunağı bir "insanlık" atmosferi içerisinde; "tüketilen" bir yaşamın "savaşını" veriyoruz.

İşte gel de; "hayat de buna."

***

Velhasıl…

Geldik, virgülden, nokta koymaya.

Çünkü tükettik zamanı…

Bize ayrılan sütunları da, "kelimelerin" savaşıyla, doldurduk…

Sahi, hafta sonuna dair bir hasb-i hal edebilmişliği icra edebildik mi?

Doğrusu sanmıyorum…

Ki size göre; "pazara" dair, keyfiyet içeren bir yazı yazdığımı söyleyemem.

***

Diyebilir miyiz ki…

Yazıya, son noktayı atarken.

Yüzde bir tebessüm…

Hayata dair, tatlı bir düşünce…

Hele ki…

Haftanın "ağır yükünü ve boğan yoğunluğunu" atabildik mi?

Kimsenin elinde "akıllı cep" telefonu yok…

Mesajlaşma.

Paylaşım, tıklama, yok…

Kahveyi.

Çayı.

Kahvaltıyı "ailece" çoluk, çocuk hep birlikte yaptık…

Deyin bakalım…

Şuana kadar böyle bir "hissiyat" hâsıl oldu mu?

Ya da var mı?

İnanıyorum ki…

Yüksek sesle söyleniyorsunuz; Nerdeeee!

Evet nerde...

***

 

***

Unutulmaması gereken…

Nedenler.

Niçinler.

Nasıllar.

Ve kimler nokta-i nazarında…

Dönem…

Her zamankinden daha çok…

Bizlerin…

"Yekvücut" ilkesiyle, dayanışma içerisinde olmamız gerekir…

Birleşmeliyiz…

***

Onun için diyorum ki.

Zihinlerimizi yoğun bombardımana karşı "inlendiren" bir yazı yazamadık.

El vermedi.

Ama şu önermem var.

Hiç bir oluşum, siyaset, hareketler yada kişiler…

Biri diğerine karşıymış algısı yaratan tartışmaları, yada polemikleri içe büken; "akla" mahkum olmayalım.

Hele ki, "figüran" hiç olmayalım.

***

Bakın…

Orhan Veli bir şiirinde, şöyle der…

İnsanın.

Beşeriyetin en arıza-i durumda olduğu dönem açısından.

Ki hal-i âlem orta yerde iken.

Bizim pek de "yaşam koşullarımız" aşağı olmadığı gibi.

Bilakis, en üst perde de…

Der ki Orhan Veli…

Sokaklarda giderken, kendi kendime

Gülümsediğimin farkına vardığı zaman…

Beni deli zannedeceklerini düşünüyorum…

Ve gülümsüyorum.