İLLA Kİ DEĞİŞİM!

 

Ak Parti cephesi…

Hiç tartışmasız…

Diyarbakır'a dair olduğu gibi…

Bölgenin, her il ve ilçesi adına da ifade edebilirim…

Ki, bayram süresi içerisinde konuştuğum herkes…

Seçilmişi…

Atanmışı…

Gönül vermişi…

Hatta partiye muhalif olanlar bile…

Tek ağızdan ifade ettikleri şu…

Partide…

İl ve ilçe teşkilatlarında; "illa ki değişim" olmalı…

***

Doğrusu…

Beklenti umutları da hep bu minvalde…

"Partide değişim" şart…

Çünkü…

Erdoğan'ı…

Ve tabi ki AK Parti'yi, ülke adına…

Ortadoğu adına…

İslam ümmeti adına bir şans "dinamiği" olarak görüyor…

Kan kaybetmesin…

Güç kazansın…

***

Amma velâkin!

Değişime karşı bir ayak direnişi var…

İşte bu hal…

Ne yazık ki, parti adına gelecek açısından vahim!

Denilir ya…

"Eski hâl muhal; ya yeni hâl ya izmihlal…"

Evet.

Metal yorgunluğu, Defolu hal ve tabi ki davaya inanmamışlık!

Vuku bulan "bu dengesizliğin" giderilmesi şart…

***

Ne var ki…

Görünen tablo, hiçte seyirde "değişim" demiyor…

Bilakis…

"Eski tas eski hamam" misali!

Aktörler de…

Figüranlar da…

Küçük olsun benim olsun…

Ceket ilikleyen adamım olsun "zihniyle" aynı alışkanlık icra ediliyor…

Ne yazık ki…

***

Meseleyi "dava edinmişlik" yok…

Değişimin meselesi!

İş görmezlerin kenara çekilmesi…

İş bilenlerin başa gelmesidir…

Çünkü Türkiye'nin yarını için; "gümbür gümbür" bir çalışma performansı lazım…

Yani "dava adamı" gerekli, adamın adamı değil…

***

SUÇ'UN ŞAHSİLİĞİ…

Öyle ya!

İşine gelince…

Ama başkasına kabahat…

Şimdi…

Aylardır konuşuluyor; Şaban Dişli'nin konumu…

Yani, darbeci kardeşi Mehmet Dişli üzerinden…

FETÖ'cü…

Sorgulanıyor…

FETÖ'nün "siyasi ayağına" dokunulmuyor diye?

Hal bu iken…

Bayram arifesinde, "tozu-dumana" katan adım atıldı…

Şaban Dişli…

Genel Başkan "danışmanı" oldu?

Büyük bir şaşkınlık…

Tepki…

Ve nasıl olur diye dizilen sorular?

Gelen cevap…

"Suçun şahsiliği…"

Başkasını bağlamaz…

Hele ki aile efradını hiç…

İyi de…

Sadece ve sadece; "suçun şahsiliği" bu şahsiyete münhasır mı?

Örneği var mı?

Ya da, sıradan vakalar adına?

Yok…

Demek ki "işine" gelince!

***

SEÇİLMİŞ BİR MİLLETVEKİLİ…

Kemal beyler…

Bayram'ın ilk günü ziyarete gitmiş…

Cezaevi ziyareti…

Enis Berberoğlu'na gitmiş…

Gidebilir…

Görüşebilir…

O hakkı…

İtirazımız yok…

Zaten gitmemesi "arıza-i" durum olur…

Neyse!

Bizim takıldığımız, "gidip-gitmemesi" değil…

***

Bizim, sorguladığımız!

Ziyaret sonrasındaki, "tezviratı!"…

Diyor ki…

"Enis bey…

O seçilmiş bir milletvekili!"

Eee…

Bilmeyen mi var?

Seçilmemiş bir milletvekili olur mu?

İlla ki seçilmiş olmalı…

Eklemiş…

"Seçilen bir milletvekilinin hapse atılması milli iradenin hapse atılması demektir?"

***

Şimdi bu ifadeyi…

Kemal Bey'in kendince söylemine; ne denir?

Ne hassasiyet ama!

Seçilmemiş "milletvekili" olmaz…

Ama "seçilmiş" bir vatan haini olabilir…

Enis bey'in “suç isnadı” bu!

Yani seçilmiş bir "vatan haini" görevini icra ettiği!

"Devletin sırrının ifşası!"

***

Neyse!

Kemal Bey'e asıl sorulması gereken!

Milli irade diyorsun…

Demokrasi diyorsun…

Anayasa…

Hukuk…

Demokratik Parlamenter sistem…

Velhasıl kelam; "yaldızlı" sözcükleri sıralıyorsun…

Sevgili(!) Enis Bey'ine…

Yani pür hassasiyet sahibisin…

***

İyi de…

Salt seçilmiş Enis bey'in cezaevinde değil…

Çokları var…

İşte HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş…

O da seçilmiş bir milletvekili…

Ve bir Partinin de Genel Başkanı…

Niye…

Aynı hassasiyeti, aynı "performansı" burada göstermiyorsun…

Gösteremezsin…

Çünkü "hassasiyetin" zülfüyâra dokunmadır!

***

Bir de şunu gören yok…

Enis Berberoğlu bir tutuklu değil…

O bir "mahkûm"…

Yani hükümlüdür…

Çünkü kesilen bir ceza oranı var; "müebbetten, 25 yıla indirildi?"

Ama beri yanda…

HDP'liler henüz yargılanıyorlar… Ve "tutuklular…"

Yani "hükümlü" değiller…

Hukuk diyorsan…

Adalet diye yürüyorsan…

Milli iradeden dem vuruyorsan…

Niye; bu duruma "Fransız" kalıyorsun ey çakma Gandi!

***

FAKIBABA RESTİ ÇEKTİ…

Öyle böyle değil…

Usulsüz fatura ile destekleme primi alıp yolsuzluk yapanlara…

Erkekseniz şimdi yapın...

Resti çekti…

Ve dedi ki;

"Benden önce yolsuzluklar varmış ve usulsüz faturalar ile destekleme alanlar olmuş…

Bu geride kaldı, ben bunun takipçisiyim…

Erken olan şimdi yolsuzluk yapsın, göreyim bakayım"

Doğrusu…

Dobra biri derlerdi de inanmazdım…

Bakalım…

Fakıbaba'nın bu "rest çıkışına!" kim ne diyecek?

Biz çok söyledik…

Ama muhataplar hep "üç maymunu!' oynadı…

Ne diyelim…

Bizatihi işin başında bunu söylüyorsa…

Birileri konuşmalı…

Özellikle;

Bulunduğu koltuğu daha önce, dolduranlar…

Mehdi Eker…

Faruk Çelik…

Yolsuzluk ve usulsüzlük varmış "restine" tavırları ne olacak?

Susmaya devam mı edecekler?

Hep ifade etmiştik…

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz…

Susmak…

İkrardan gelir…

Göreceğiz…

***

RUHSATLI MAGANDALIK!

Bir okur sormuş!

Aynen de öyle…

Malumunuz üzre…

Ülkemizde…

İçkili "araba" kullanmak yasak…

Cezası var…

Para…

Ve ehliyete el koyma…

Hatta hapis yatma...

Ama beri yanda…

İçkili..

Zil-zurna sarhoş haliyle; "silah taşımak" serbest..

Düğünde mi?

Meyhanede mi?

Otelde mi?

Gazinoda mı?

Her yol mubah yani?

Niye…

Niyesi, deniliyor ki onun "ruhsatı" var…

Yani, "silahı" ruhsatlı…

Her mekân serbest…

Bir tek "uçak ve adliye" girişi!

İyi hoş da…

Sürücünün de, "ehliyeti var-ruhsatı" var…

İki ruhsatın da…

Fiziki durumu, aynı…

Ebat, desen, boy desen, yazılanların muhtevası desen aynı…

Yani tıpa tıp…

O'nu da, "Emniyet" veriyor…

Silah ruhsatını da "Emniyet" veriyor…

Niye çifte standart…

Sarhoşken "silah taşı" serbest…

Sarhoşken araba kullanmak yasak…

Nerde kaldı; Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğu?

Eee…

O zaman…

İçkili araba kullanıp, "cezaya" maruz kalanlar…

Kalkıp eylem yapsa…

"Eşitlik isteriz… Bu ne çifte standartlık" derse!

Sahi…

Haksız mı olurlar?

Sanmam…

Okur'un dediği gibi…

Ülkemizde "magandalık artık ruhsatlı…"

Haklı…

Çünkü kimsenin iliştiği yok…

İşte son dönemlerde, "verilen" kurbanlara bakın…

Bir haftada, 7 kurban…

Ve hepsi ruhsatlı silah magandasıyla vurulmuş…

İşte Filiz Teker'in ruhsatlı silahı…

Şizofren…

Nasıl bir sağlık raporuyla "ruhsatı" almış..

Meçhul…

***

 

NE DE UCUZ KARALAMA?

Hürriyet yazarı Melis Alphan…

Yine…

Kendinden büyük söz…

Ahlaki "erozyonu" kamufle, rezilliğini, gizleme operasyonu icra etti…

Neymiş…

"Murat Başoğlu’na niye şaşırıyoruz?

Türkiye'de…

"Ensest" oranı yüzde 40" imiş…

Yok daha neler?

Bu yazı…

Çok iğrençlik ihtiva ettiği gibi…

"İnliklere" de sahip…

Yani koruyup, kollamanın dışında..

Müslüman ülkelerde…

İşte Türkiye'de "rezalet" tablosu dedirtmek!

Karalama…

Akla ziyan bir durum…

Düşünebiliyor musunuz?

Türkiye'de nüfusun yarısı…

Yani, 30 milyon üzeri…

Anne, baba, kardeş…

Dayı, amca…

Teze, hala… Anneanne, babaanne!

Vs… Vs…

İğrençliğe bakın…

Hepsi; "gönüllü cinsel" birliktelik yaşıyormuş!

***

Hürriyet sokağında vuku bulan bu iğrençliğe…

Ne denir bilmem…

Ama mahalleye yakışan bir yazı…

Ve tabi ki Melis karakterine…

Acaba "ensest" ilişki yaşadığından mı?

Yoksa Başoğlu ailesinden gelen "kapitalden mi?"

Bu "ahlaki bozukluk" vasfını üzerine aldı.

Bende bu yolun yolcusuyum diye!

Neyse ki…

Utançtan olsa gerek, mahalleden kendisine kızan var…

Ahmet Hakan…

Azıcık sinirlenmiş…

Diyor ki…

Yuh yani…

Bir değil, binlerce kez yuh…

Ama bu yuhun "öyle kuru kuruya" bir yuh olmaması gerekir…

Perde arkası sorgulanmalı…

Bir toplum, bu kadar mı "aşağılık" moduna sokulur…

Var mı ucuz ucuz…

Ensest oranı yüzde 40 yaşanıyor demek!