Kanayan yara; ehliyetsizliktendir
Öyle ya;
"At sahibine göre kişner."
Aynen de öyle.
Zaten;
Üstatlar boşuna böylesi "sözleri" tarihe not düşürmezler.
Elbette ki;
Güngörmüşlükle, hayat tecrübesiyle "ikmal" etmişlerdir.
Onun için de;
Atasözleri olarak hep hayat mecmuasında "ifade" edilir.
***
Evet.
At Sahibine göre kişner.
Her nev-i iş ne ise; "ehlinin" hükmündeyse "getirisi" vardır.
O kısa zamanda;
Büyük mesafeler alarak, "kendine göre" başarılar inşa eder.
Yok, şayet aksine "işi ehline" vermez iseniz.
Mıymıntı.
İş bilmez.
Hatıra mı- katıra mı binaen gelirse yapacağı gider-gelir olur.
Laf-ü güzaftan başka söz bilmez ise vay halinize.
Aylar. Yıllar.
Ömür tüketir ama ondan; ne size ne ahaliye "hayır" gelmez.
Neticesiz.
Zaten, ikmalde "kıyametin kopması" bundandır.
***
Hele bir de;
İşler "tıkır tıkır" işlerken, sorun sıkıntı yaşanmazken, başarı orta yerde ikmal olurken, sorunlar çözüm, aksiyonunda iken.
Siz!
Siyasal ve feodal "zihniyetle" kendi rantınıza binaen; müdahale ederseniz.
Ve kalkar "işi ehlinden" alıp; ehliyetsize verirseniz!
İşte o zaman;
"Kıyametin" fitilini ateşlemiş olursunuz.
Maazallah.
Vay ki vay feryadı kaçınılmaz hale gelir.
Onun için;
Ehliyet ve liyakat "her iş için" başarıdaki ana reçetedir!
***
Diyarbakır.
Ve kurumlar ölçeğinde "liyakat" açısından söz edersek!
Özellikle;
İdari ve yetki babındaki "şahsiyetler" açısından!
Hiç kuşkusuz ki yaşadığımız kent;
Şimdiye kadar, "nice bürokrat, nice seçilmiş, nice atanmışı" görmüş ve barındırmıştır.
Kanat önderleri.
Kent eşrafları.
Peki.
Şöyle hafızalarımızı bir "ölçüp", tarihi yaprak yaprak çevirirsek!
Önceki gün.
Ve dün diyerek, "birileri" işin ve makamın "ehli" olma vasfıyla, liyakatliğini "icra" etmiş mi?
Hangisi;
Devraldığı "yapının" üzerine yeni bir yapı inşa etti?
***
Bir iki istisnanın dışında.
Kuşku.
Ve tereddüt duymadan, "aha bu, ya da şu" diyerek göstereceğiniz biri var mı?
Yok sanırım.
Benim;
Not defterimde pek ama pek nadirdir varlıkları.
Sizi bilmem.
Ancak;
Öyle inanıyorum ki, "fikri" uzlaşı da, aynı taraftayız.
Kim.
Ya da kimler; Diyarbakır için "yekvücut" pozisyonu aldı?
***
Velhasıl.
Tarih ve kültür "hazinesine" sahip olan Diyarbakır için.
Kim bugüne kadar;
"Tarih ve Kültür" başkenti, diye "hamle" yapmış.
Ya da; kolektif çalışmaya yönelmiştir.
Hamleyi;
Ve düşüncesini "icraata" döktürmüştür.
Pek nadir.
Yapan varsa da; "yine" işgüzarların sayesinde, "kıyama" uğramıştır.
Elbette ki;
Bunu yapabilmek için de; "kabiliyet" şart.
Hani dedik ya;
"Ehil olmak, liyakat sahibi olabilmektir" fazilet!
***
Hep derim.
Bir kenti,
Ayakta tutan, geliştiren, büyüten "uzlaşıyı" öncü kılan o kentin "Milliyetçilik" ruhudur.
Milli kimlik sahibi olabilmesidir!
Ve pek tabi ki;
Ecdadını sevmek, saymak, onu yâd edebilmektir.
Bıraktığı "mirasa" sahip çıkabilmek.
Komşusuna.
Mahallelisine.
Akrabasına, eşine dostuna velhasıl kent "ahalisine" yekvücutluk, "işte bu kent" milliyetçiliğinde, ikmaldir.
Siz.
Sizler hep birlikte;
"Özveri ve fedakârlıkla", ben kazandım komşum da kazansın derseniz?
Veyahut "sahiplenme", vatandaş duyarlılığını ikmal ederseniz!
Bilesiniz ki "alacağınız" mesafe çok ama hayli çoktur.
***
İşte;
Ne yazık ki, Diyarbakır bu "hal-i ruhiyet" yapısında, zayıf!
Şöyle;
Bu adamın heykeli dikilmesi gerekir diyebileceğimiz biri var mı?
Şu son 30–40 yıl içerisinde,
Diyarbakır'a ve kentin "sosyo-ekonomik ve siyasal" hayatına, kazanım sağlayan açısından var mı yok?
Şimdi; mübalasız, ifade edelim.
Gelmiş-geçmiş-gitmiş;
Siyasilerden söz ettiğimizde!
Mesela;
Milletvekili olsun.
Belediye başkanı olsun.
Siyasi parti temsilcisi olsun.
Veya başka kulvarda görev yapan olsun.
****
Bırakalım;
Kanaat önderleri olsun.
STK'ların,
Ve diğer sivil toplum kuruluşları ve temsilcileri olsun.
Biz dâhil olmak üzere.
Hemen;
Yüze ve dile vuran "onun bıraktığı" intiba değil midir?
Elbette ki!
Peki, bu intiba "olumlu mu, olumsuz mu" noktasında sorar isek?
Bir-kaçı dışında her türlü iddiaya varım ki;
Herkesin ağzından çıkacak ilk sözcük "kendi menfaatine çalışmıştır."
Daha açık ve halk deyimiyle; "Sanki bize mi, millete mi çalıştılar?"
Ya sonuç!
Sonuç;
Demek ki,
Diyarbakır'ın en büyük açmazı ve kanayan yarası "ehil ve liyakatli" şahsiyetlere "gönül" koymamasıdır.
Acil ve ivedi olarak "kendini" sorgulamalı.
Ehliyetli.
Liyakatli ve tabi ki "hatır ile katır" grubuna dahil olmamışlara "misyon" yüklemeli.
Ve en hasiane duygularla sahip çıkmalı.
***
Biliyorum.
Şimdi içinden geçirmişsinizdir "bu kadar laftan sonra" sözün özüne gel?
Yok.
Özü de, söz de "kişi ve kurum" endeksli değil.
Genel;
Bir duygu ifadesiyle; dillendirdim "Diyarbakır"ın ehil ve liyakatsizlerin "acılarını" yaşadığını.
Şöyle bir bakın.
Kent olarak; "hangi" işte ve kulvarda "ehl-i başarı" sağlamışız!
Var mı?
Yok.
O zaman her alanda; "atımız" bize göre kişnemeli.
Biz "atımıza" göre "binek" olmamalıyız!
***
ZAMAN AŞIMI?
Günün;
Sıcak hadisesi "Madımak" davasının zaman aşımı!
Hal-i durum.
Bir insanlık "suçunun" göz ardı edilmişliğimi?
Yoksa
Her zaman ki gibi "hukuki" bir zafiyetin tecellisi mi?
Doğrusu.
Türkiye'nin "adli ve hukuki" tarihinde; "benzer" durum çok!
Yani ilk değil;
İnsanlık adına suçların işlendiği davaların düşmesi!
Zaten; fazla da söze gerek yok.
Vaka her daim;
"Vicdan borcu" olarak, askıda kalacaktır?
Ama;
Tarihi ve tabi ki "vakaların da" iç dünyasını "müsebbiplikler" dehlizini de "iyi" okamak gerekir.