Kitap, Cahil ve Eşek!
Kitap okuyor muyuz?
Ekseriyet yok...
Doğrusu,
Okuma cahili bir toplumuz!
O kültür yok!
Neden mi?
Ülkedeki veri ve okuma alışkanlığı, bunu ifade ediyor.
Öyle ya;
Ülkede “günlük” gazete tirajı, 3,5–4 milyon.
Dergi.
Ve diğer mevkuteler dâhil, toplam 5 milyon.
Ötesi yok!
***
Peki kitap okuma hal-i envanterimiz!
Onun da, verisi var.
Yüzlerce yazar,
Bilerce kitap her yıl reyonlara çıkıyor.
Ama gel gör ki;
Okuma kültürümüze karşılık,
En baba kitabın satışı, üç ila 5 bini geçmiyor.
On bini yakalayan, “rekor kırmış” olur.
***
Bakınız.
Zamanın birinde,
Üstadın kapısını bir zevat çalar.
Zevat dediğim, “cahil” manasındadır.
O cahil zevat der ki;
Efendim, bana kitabı anlatır mısın?
Güngörmüş.
Eğitimini almış, üstat söylenmiş.
“Kitap mı?” dedin.
***
Soru,
İkmalinden sonra şunu ifade etmiş.
İç çekerek;
“Ben ömrümü kitap okumaya adadım.
Yüzlercesini okudum.
Ama hala da bildiklerim, yeryüzündeki bilginin yanında bir hiç?
Ben sana;
Şimdi nasıl olur da, kanunları, bunların aralarındaki anlamaları.
Ve içeriklerinin,
Ders-i ibretini anlatabilirim ki?”
***
Ancak,
Adam diretmiş, “illa ki kitabı bana anlat” diye!
Israra karşı,
Üstad onu denemek istemiş!
Der ki;
Beni dikkatli dinle.
Şimdi;
Düşün ki bir eve bacadan iki kişi girdi.
Çıktıklarında;
Birinin yüzü kapkara olmuş.
Diğerinin yüzü ise tertemiz?
Bunlardan hangisi çeşmeye gidip yüzünü yıkar.
***
Bizim zevat atılmış.
Bundan kolay ne var ki; “tabi ki yüzü kapkara olan kirli yüzlü kişi” der.
Güngörmüş.
Kitap deryasında, hayat bulmuş Üstad gülümsemiş.
Ve karşısındaki cahil zevata meramını anlatmış;
İşte cahil insanların kitabı öğrenmeleri hakkındaki yorumumun sebebi bu idi dedi.
Ve ekliyor;
Düşünsene, kirli yüzlü olan adam diğerinin yüzüne bakacak ve temiz yüzü görecek.
Böylece kendi yüzünün temiz olduğunu sanacak.
Oysaki temiz yüzlü adam öbürünün yüzündeki kiri görüp kendi yüzünü de kirli sanacak ve yüzünü yıkayacak.
***
Duraksamış, bizim zevat!
Düşünmüş.
Sora da kafasını sallayarak, söylenmiş.
"Size nasıl teşekkür edebilirim efendim?
Sanırım sonunda kitabı anladım."
Üstad,
Bu ifade karşısında, üzüntü ile ifade ediyor.
"Aahh, ah; daha çoook uzun bir yolun var.
Aynı bacadan sürünerek inen iki adamdan birinin yüzünün tertemiz ötekinin ise kirli olabileceğine nasıl inanabiliyorsun ki?"
***
İşte böyle.
Okumuşla-okumamışın hal-i vaziyeti.
Biliyorum,
Diyeceksiniz ki, öyle bir çağdayız ki.
Kitap okuyan,
Diplomalı, “cahillerimiz” var onlar neyin nesi.
Onlar da;
Üstadın ifadesiyle, “bacadan inen iki kişinin yüzlerindeki hal-i vaziyette inanmış” olanlar.
Birinin kirli,
Diğerinin temiz; mümkün mü derler, ama “kör taassubun” cenderesinden de kurtulmazlar?
***
Kör kuyuda olsa bile!
Hayata,
Dair ders-i ibret bir hikâye bu.
Arif olan anlar misali.
Günlerden bir gün,
Şehr-i azamın bir köyünde.
Günlerden bir gün.
Adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın?
Bilmem.
Eşek bu, düşmüş!
***
Kuyuya düşen,
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvranıp durmuş.
Can havli ile anırmış.
Bir süre sonra;
Sesini duyan sahibi gelip bakmış ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.
Üstelik hayli de yaralanmış.
***
Manzara kötü.
Yadigâr eşekten eli olmamış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırmış.
Gelenler;
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak deyip durmuş.
Soruları havada kalınca, sonunda karar verilir.
Eşeği düştüğü yerden kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
***
Kazma kürek derken; kuyunun içine toprak atmaya başlarlar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döker.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir.
Ve bir süre sonra kuyunun ağzına gelir.
Atılan toprak, onu yüzeye çıkarmış.
Köylüler ağzı açık baka kalır.
Nasıl oldu da, eşek kurtuldu?
***
Öyle ya, hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.
Ne bazen-i, çoğu zaman.
Toz toprakla örtmeye çalışanlar ne hazindir ki çok olur.
İşte o zaman;
Bunlarla baş etmenin tek yolu vardır.
Öyle, yakınıp sızlanmak değil.
İhlâslı bir kalbi ruhla düşünüp silkinmek gerekir.
O zaman, kurtuluruz, aydınlığa adım atmış oluruz.
Kör kuyuda olsak bile...