KÜRTÇE SAVUNMA! (Selahaddini Eyyubi)
Hasb-i hale,
Müjdeli bir haberle başlamak istiyorum.
Haberiniz olsun.
Söz’ün de manşet haberi.
Diyarbakır 2’inci bir üniversiteye kavuşuyor.
Dün,
Mecliste bu yöndeki yasa görüşüldü.
Her ne kadar; “polemikler” hasıl olduysa da, yasa kazasız-belasız geçti.
***
Artık,
Selahaddini Eyyubi adıyla, Diyarbakır’da bir “vakıf” üniversitesi olacak.
Tabi ki, TOBB’unda tabelaları asıldı.
Selahaddini Eyyubi üniversitesi bünyesinde;
İktisadi ve idari bilimler,
Mühendislik ve mimarlık,
İlahiyat ve sağlık bilimleri fakülteleri
İle sosyal bilimler, fen bilimleri ve sağlık bilimleri enstitüleri yer alacak.
***
Kapsamı büyük.
Hedef, on binlerce öğrenci!
Ne diyelim;
Eğitimli toplum, gelişen özgürlükçü toplumdur.
Hele ki, nesli!
İlimize,
Bölgemize ve tabi ki ülkemize “hayırlı uğurlu” olsun.
***
Gelelim,
Dün gelişen önemli hadiselere ilişkin asıl konuşacak mevzuumuza!
Biliyorum;
Klişeleşmiş bir ifade olacak!
Ama, hakikati ifade eden bir söz.
Deriz ya;
“Nerden, nereye geldik.”
Dün nerdeydik, bugün nerdeyiz.
***
Evet,
İşte Türkiye bugün Kürt sorunun çözümünde böylesi bir sürecin ikmalinde!
Her ne kadar,
Toplumsal bir mutabakat söz konusu değilse de.
Çözüme,
Uzlaşıya,
Ve mutabakatı “topyekûnlaştırmaya” yönelik aşılan aşamalar gözardı edilemez!
Hele ki, “direnç” gösteren, statükocu zihniyet halen vaki ise.
***
Bakınız,
Özellikle KCK davalarını “kilitleyen”,
Ülkenin,
Çağdaş ve demokratik yapısına yakışmayan görüntülerin,
Gerilim,
Ve çatışmaların yaşanmasına vesile olan, “Anadilde Savunma” hakkı, dün hayat buldu.
Cumhurbaşkanı Gül,
Meclisten geçen yasayı onayladı, resmi gazetede yayımlandı.
Ve dün itibaren;
Mahkemeler anadilde savunmanın startını verdi...
***
Peki, ne oldu?
Ülkede rejim yıkıldı mı,
Bölünme oldu mu, Kürt-Türk çatışması yaşandı mı?
Veyahut,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti “itibar mı” kaybetti.
Hiçbiri yaşanmadı.
Bilakis,
Demokrasi adına,
İnsan Hakları adına,
Eşitlik,
Çağdaşlık ve Ulus devlet olma vasfında, tabiri caizse “taşlar” yerine oturdu.
Halkta rahatlama oldu.
***
Yanlış-doğru!
Kör topal, geçtiyse de.
Hükümetin,
Demokratik açılım adıyla, son 5–6 yıl içerisindeki “değişiklikler”.
Kim diyebilir ki,
Ülkeye ve millete “rahat” nefes aldırmadı?
Hal-i âlem ortada.
Sormak istiyorum,
Tekçi,
Statükocu, “Neo-Nazi” misali, tek tip millet mühendisliğine soyunanlar.
Tabuların yıkılmasıyla,
Dokunulmazlara dokunulmakla,
Apoletlilerin,
Vesayetçi zihniyetine “çeki-düzen” vermekle, ülke ve millet ne kaybetti?
Yoksa ne kazandı?
***
İnkârın,
Öldürmenin,
İşkencenin,
Yok saymanın,
Özgürlükleri kısıtlamanın,
Dini,
Dili,
İnancı kendine “düşman” topluma da, “yasak” olarak, gören hal-i pür melaliniz!
Ülkeye ve topluma,
Diyebilir misiniz ki, 80 hatta 90 yıldan buyana, “huzur verdi”.
Yok.
***
Ürününüz ne oldu;
Kan, gözyaşı ve ölüm!
Toplu katliamlar.
Farklı fraksiyonlar yaratma.
Kanlı ihtilaller de bulunmak.
Geri kalmışlık.
Bölgeler arası, hizipleşme, ötekileştirme!
Yani, kaotik ortam!
O zaman;
Tüm bunların üreme meselesi olan mevzuuya “çözüm” için odaklanmak gerekir.
***
Şimdi;
Abdullah Öcalan’la yürütülen görüşmeler.
Ve Erbil’de,
Devlet görevlilerin, başlattığı diyalog.
Önemli.
Ortak mutabakat aşamasına getirilen bir sürecin içerisindeyiz.
Ama bakıyoruz ki;
Statükocu zihniyet, provokatif bir zihinle, “çıngıraklık” yapıyor.
Neymiş;
“Terör Örgütü” muhatap alınmazmış!
Sevsinler.
***
Yine klasik bir soru olacak;
İyi de, siz o kadar biliyordunuz,
Kimseyi muhatap almıyordunuz,
Güvenliği,
Silahı,
Ve imhayı “çözüm” olarak görüyordunuz, çözdünüz mü?
Yok.
Ne güvenliğiniz, silahınız üstesinden gelebildi.
Ne de siyasal, zihniyetiniz çözüm getirebildi.
Sahi, meselenin muhataplarıyla değil de, kiminle çözmek gerekir?
Bu gereksiz korku ve entrikalarla halkı kandırmak asıl bölmek/parçalamak değil midir?
***
Üstadın ifadesiyle;
Senin hakkın varsa, sen özgürsen bu toprakların özü olan diğer insanların bunlardan mahrum kalma hakkını sana kim veriyor?
***
Dün önemli bir gelişmede;
Kapatılan DTP’li 94 belediye başkanı hakkında verilen beraat kararı.
Sahi;
Bunlar bir hiç uğruna yıllarca yargılandı.
Ülke gerildi, bizler gerildik.
Sokaklar karıştı, üzücü olaylar oldu.
Yargı döndü dolaştı nihayetinde beraat kararı verdi.
Bu gerilimi yaratmaya,
İnsanların üzülmesine ve ülkenin karışmasına gerek var mıydı?
Bu dava başlarken rejimin yıkılma ve ülkenin yıkılma tehlikesi vardı da şimdi mi kalmadı?
***
Ülke,
Demokrasi adına, değişiyor.
Cumhuriyet,
Cumhurla buluşmayla “taşları” yerine oturuyor.
Bakınız;
Geçen Pazar günü İstanbul’daki Uzay Tv stüdyosunda yaptığımız programın konukları Diyarbakır ve Siirt Valileriydi.
Siirt Valisi Ahmet Aydın, Diyarbakırlıların bildiği bir isim.
Öğrencilik, kaymakamlık ve vali yardımcılığı yıllarında ‘namaz kılıyor’ diye fişlenmişti.
Bu ahlaksızlığı yapan da 28 Şubat’çılardı.
Bugün onlar yargılanıyor.
Peki, kendisi nerde?
Önemli makamda ve önemli bir ilin valisi.
***
Aydın, halk tarafından çok sevilen bir isim.
İrticacı diye fişlenen bir isim vali oldu(!).
Sormak gerekir;
Andıc aktör ve komutacılarına rejim yıkıldı mı ülke bölündü mü?
Diğer yandan;
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak.
Fuarda da geçen haftaki programda da altını çizerek huzurdan bahsetti.
Paris’te katledilen PKK’lı yöneticilerin cenaze törenlerinin huzur içinde geçmesine vurgu yaptı.
Halkın ve sokakların rahatladığını, huzurlu günler yaşandığını söyledi.
Artık kan akmasın.
Analar, bacılar, kardeşler “kucaklasın”.
Bunu dediği için;
Ne oldu ülke bölündü mü?
***
Ama bakıyorum;
Kafatasçı, Neo-Nazi’ci çevreler “cenaze törenlerin” olaysız geçmesinden bile huzursuz!
Neredeyse ‘neden olay çıkarmadınız?’ diye kızacaklar.
Çünkü onlara ekmek çıkmadı, kalmadı.
Başbakan dünkü valiler toplantısında da ‘çözüm sürecindeyiz’ dedi.
Atılan adımları anlattı.
Ve valilerden halka eski valiler gibi davranmamalarını, demokratik teamülleri elden bırakmamalarını istedi.
İdareciler demokratça davranınca ülke bölündü mü rejim yıkıldı mı?
***
Yani diyeceğim;
Ülke demokratlaştıkça sorunlar çözülecek.
Gerginlik, şiddet ve çatışma kültürü artık yerini huzura, güvene, yatırıma bırakıyor.
Biliyorum ki;
Barıştan yana olanlar her daim kazanacak?
Ama gerginlik, kan ve şiddetten nemalananlar ise er ya da geç kaybetmeye mahkûmdur.
Bir başka tabirle namuslular kazanacak, namussuzlar kaybedecek.
***
Düşünün bakalım bu denklem içinde kimler namuslu kimler namussuz?
Ama bir şey daha var; çözüme herkes katkı sunmalı.
Çözümün tarafları üsluplarına dikkat etmeli.
Süreci sabote edecek davranışlardan kaçınılmalı.
Bunu yapanlar kendi hareketleri içinde örgütsel yapıları içinde deşifre edilerek sürecin dışına itilmeli.
İşte o zaman barış daha kolay olacak.
Barışa uzanan eller daha bir güçlü ve istikrarlı görünecek?