NE YAZIK Kİ...

Burası Diyarbakır…

Kadim şehrin bir semti…

Billboard…

Üzerindeki afiş…

Ve afişteki "içerik" muhakkak ki, dikkatinizi çekmiştir…

Ben de pür dikkat diyorum…

Ve buradan da o afişi sizlere sunuyorum…

İrdeleyelim…

Ama önce bir bakalım, durum ne?

***

Mevzuu!

Resimde de görüldüğü gibi…

İmza…

Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi'ye ait…

Çiftçi…

Reklâm afişinde diyor ki;

"Ramazan

Şanlıurfa'da yaşanır!"

İşte bu afiş Diyarbakır’daki Cadde ve sokaklarda günlerdir yayımlanıyor…

Reklâm içerikli bir afiş...

***

Hiç kuşkusuz ki ilk günden itibaren…

Billboarda, afişin içeriğine karşı hayli hararetli bir tartışma oldu…

Özellikle de; sosyal medyada üzerinde…

Diyarbakır özeli olarak; konuşuluyor...

Öfke mi deseniz…

Tepki mi deseniz…

Olumlu-olumsuz eleştiri mi deseniz…

Örnek olması gereken diyen mi deseniz…

Onlar yapıyor da biz niye yapmıyoruz diyeni mi deseniz?

Kısacası; "söylenen" çok…

Yani; enva-i yaklaşım ve sorgulama var?

Vaziyeti!

İhanet'e...

İnançlı-inançsız "tartışmasına" kadar götürenler de oldu?

***

Yani…

İş çok yönlü travmatik bir ruh haline doğru gidiyor…

Oruç'tan mı?

Nefisten mi?

Yoksa beceriksizlik halet-i ruhiyeden mi?


Bencillik mi?

Çekemezlim mi?

Ya da, "ayıpların" gün ışığına çıkmasına karşı refleks mi?

Sahipsizlik mi?

İlgisizlik mi?

Bilemiyorum…

Ama diyeceğim o dur ki…

Kedi-ciğer meselesi…

Yetişemediğinden; "mundardır" der ya…

Bizdeki durum da bu…

İşte bu minvalde; "tepkide-eleştiride" haklıyız…

***

Amma velâkin...

Diyorum ki…

Mekke'den…

Medine'den sonra…

İslam'ın Anadolu'ya yayıldığı ilk kapı, Diyarbakır değil mi?

Diyarbakır…

Ki en çok "peygamber ve sahabe" barındıran kenttir bu şehir…

7 Peygamber Mezarı…

2 Peygamber makamı…

541 sahabe…

Beşinci Hareme-i Şerif olan Ulu Cami…

***

Camileriyle…

Medreseleriyle…

Beri yanda;

Kiliseleriyle,

Havralarıyla,

Tarihin tüm izlerini bağrında yaşayan ve yaşatan bir şehir…

33 medeniyeti…

Her yönüyle; "hayat" iksiri olarak, büyüten bir kent...

***

Her karış toprağı…

Her ilçesi…

Her mahallesi…

Her sokağı; "buram buram" tarih kokandır…

Acım hava müzesi…

Ki medeniyetlerin "başkenti" olmuş bir şehirdir Diyarbakır…

Hiç bir dönemde…

İşgal edilemeyen,

Sömürü altına düşmeyen, kadim şehir…

Surlarıyla…

Hevsel bahçeleriyle…

Şehrin ortasından geçen Dicle Nehriyle…

Turizm kenti Diyarbakır…

***

Eşi-benzeri olmayan bir kent…

Ne Ortadoğu'da…

Ne Avrupa'da…

Ne de diğer kıtaların herhangi bir ülkesinde…

Benzeri yok…

Yani tüm bu zenginliklere sahip olunmasına rağmen…

Peki, biz nerdeyiz?

İşte burada; sorgulanılmalıyız...

Eğer ki; Diyarbakır bugün, "hiçbiriyle" anılmıyorsa…

Cazip görülmüyorsa…

Özellikle de, "Peygamberler" şehri diye, tanınmıyorsa…

Böylesi bir patente sahip değilse...

Yerli ve yabancı; "turisti" ağırlayamıyorsa…

Fakr-u zaruret içerisinde bulunuyorsa...

İstikrarın…

Huzurun…

Güvenin…

Ve yaşamın kaynağına "erişemiyorsa…"

Yaşamıyorsa... Yaşatılamıyorsa…

***

Demek ki…

Burada vücuda gelen arıza-i durum bizden kaynaklıdır…

Şehir…

Terörle…

Şiddetle…

Kan ve gözyaşıyla.

İnkâr ve asimilasyonla…

İnsan hakları ihlalleriyle.

Köy ve mahalle işgalleriyle; "sürekli" gündem oluyorsa!

Azıcık, biraz değil, çok ama çok derin düşünmek gerekir…

***

Hele ki…

Şehir ahalisinde…

Kent milliyetçiliği…

Dayanışması…

Birlikten kuvvet doğar duygusu…

Sahiplenme…

Sorgulama nokta-i nazarında; "girişimcilik ruhu" pek aktif değilse…

Sahipsizlik var ise…

Siyasetçisinden idarecisine…

STK'sından en sıradan kaldırımda yürüyenine kadar "duyarlılık" arzı yok denilecek noktada ise…

Ki “Görünen köy kılavuz istemez”…

O zaman da…

İğneyi kendimize…

Çuvaldızı sonra başkasına batıralım…

Çünkü mevcudiyet bu…

***

Anlayacağınız…

İşte birileri gelir "boşluğu ve sahipsizliği" gördüğü anda; bitiverir…

Şehrin göbeğinde…

Burnumuzun dibinde…

Gözlerimizin içine baka baka; "afiş de" asar…

Peygamber kabrinin dahi olmadığı…

Makamının bulunmadığı…

Yer yerleşim birimine; "Peygamberler Şehri" diye unvanı sahiplenir…

Reklâm da yapar…

Billboardlara yazdırır; "bizim orası yaşanır" diye…

Velhasıl!

Ders-i ibret açısından…

Tepki ve öfke duymamız kadar, duruma hayıflanılması da gerekir…

Kusuru kendimizde de aramalıyız!

Başkası…

Elin adamıdır…

***

 

 

YİNE SEZGİN…

Hemşerimiz(!) yine gürlemiş…

Öyle böyle değil…

Akla ziyan…

CHP'li Sezgin Tanrıkulu.

AK Parti düşmanlığı.

Erdoğan hasımlığı…

Öylesine bir şuur kilitlemesi yapmış ki.

Baksanıza…

Avrupa'nın herhangi bir ülkesinin Milletvekilinden farksız…

Nara atıyor…

Çağrı yapıyor…

Diyor ki…

"Erdoğan'ı durdurmak için Avrupa, Türkiye'ye ekonomik yaptırım uygulamalıdır!"

Yok, daha neler?

Eee…

Boşuna söylenmiş bir söz değil…

Sen yabancı düşmandan korkma…

Sen içteki "düşmandan" kork…

Ne diyeceksin?

***

TAYYAR; "NAMUSSUZSUNUZ!"

Ağır bir ifade…

Diyen…

AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar…

Tayyar bunu neye dair diyor?

Önceki gün Fatih Altaylı'nın köşe yazısına istinaden.

Altaylı ne demişti?

"FETÖ soruşturmalarını yürüten bazı savcılar…

Halen görevde olan 12 valinin "Bylock" kullanıcısı olduğunu biliyoruz…

Ama bir şey yapamıyoruz…"

***

 

Altaylı'ya cevap veren Tayyar şöyle diyor…

"Haber doğruysa, bu savcıdan cacık bile olmaz…

Yürekli bir savcı bulunmalı…

Değilse…

Fatih Altaylı hakkında soruşturma açılmalı…"

Tayyar…

Bakan, vekil ya da bürokratlar ile ilgili ellerinde "Bylock" kullandığına yönelik MİT raporu olup da harekete geçmeyen tüm savcılara seslenerek; "namussuzsunuz" dedi…

***

Bakalım!

Savcılar…

Tayyar'a mı?

Altaylı ya mı?

Yoksa "Bylock" kullandıkları tespit edilenlere mi "soruşturma" açacak…

Dava konusu edilecek…

Ama üslup…

Hayırlı Cumalar…