NEDEN SEÇİLDİNİZ?
Eeeyy Vekiller…
Eeeyy parlamentonun seçilmişleri.
İktidar.
Muhalefet.
Her ne iseniz, neden seçildiniz?
Pardon sizleri "niye seçtik" ve sizler
"niye seçilmeye" talip oldunuz?
Anayasada!!..
Ve diğer mevzuatlarla "görev ve yetkileriniz"
belli…
Yani "Yasama" mekanizmasısınız...
Ki, buna "yürütme ve yargı'da dâhil.
Çünkü tepe nokta "yasama" olduğu için…
***
Şimdi.
Bu kadar "üstün bir" görev alınmışken…
Enva-i yetkiyle donatılmışken.
Hepinize birer "dokunulmazlık" zırhı
verilmişken.
Maaşınız.
Danışmanlarınız.
Harcamalarınız…
Yani zevk-ü sefa içerisindesiniz.
Peki, sizin "bu pişkinliğiniz." nedendir?
Boşvermişliğiniz.
Rahatlığınız…
Neye delalettir bir söyleyeniniz var mı?
***
Beyler uyanın…
Ülke'de "kan gövdeyi" götürüyor…
Millet kopma noktasında.
Bölünme an meselesi.
Vesayet üretenler, giderek artıyor.
Bakınız…
Diyarbakır'ın Sur ilçesi.
Ki ha keza, Cizre. Silopi ve İdil.
Şırnak.
Mardin. Derik ve Nusaybin.
***
Velhasıl.
Güneydoğu.
Ülkenin diğer bölgeleri.
Ki son olarak, Başkent Ankara'nın göbeğinde.
Her Allahın günü "şehit" haberleri.
Polis, asker, korucu.
Her gün terör.
Kaç örgüt militanı etkisiz hale geldi denilerek.
Her gün sivil ölümler.
Çoluk, çocuk kadın, yaşlı gözetmeksiniz…
Bombalar. Molotoflar.
Keskin nişancı kanasçılar.
Tanklar. Toplar.
Vuruyor, öldürüyor.
Öyle ki, "ölü sayısını" yarıştırır hale
gelindi…
***
Ya yerinden, yurdundan edilen binlerce insan…
Evini, barkını terk edip göçenler.
Fakr-ü zaruret içerisindeki onbinlerce aile.
Esnaf. İş adamı.
İflas bayrağı çekip, Maliye önünde kuyrukta.
İşçi, memur, çalışan desen; "korku ve endişe"
kâbusuyla, kalkıp oturuyor.
"Şükürler olsun bugün öldürülmedik" diye.
Yani hayat yaşanılmaz hale gelmiş.
İç savaş yaşanıyor…
Evler, işyerleri "yakılıp-yıkılıyor"
Tarihi mekânlar.
Mabetler.
Camiler, hanlar, kiliseler "delik-deşik".
Toplumda "kırılma"…
Duygularda "kopma" başladı.
Beri yanda.
Suriye'de yaşanan "savaş!"
Ve bize sirayet eden "sosyo-ekonomik ve
kültürel" ateşinin yakıcılığı…
***
Sonuç itibariyle.
Ülkem,
İnsanım,
Coğrafyam "kör ateşin" içerisinde çayır çayır
yanıyor.
Ama sizler…
Siz seçilmiş vekiller ve oluşturduğunuz Parlamento…
Âlem-i seyirdesiniz.
Kılınızı kıpırdatmıyorsunuz.
"Laf gebeliği" yapmaktan başka eforunuz yok…
Ar'dan.
Ya da ettiğiniz yeminden,
Yasal yetkinizden vazgeçtim.
El insaf yahu…
"Vicdanınız da mı yok?"
Hiç sızlamıyor mu; "bu ölümlere, yakıp
yıkmalara" karşı?
Acıların "anaların" yüreğinden çıkardığı
çığlığı da mı duymuyorsunuz.
"Havar havar" dediğini…
Kürdü, Türkü, Laz’ı, Çerkez’i, Alevi’si, Sunisi
"gözetilmeksiniz."
Biraz vicdan, biraz izan be.
***
Evet, biliyoruz ki.
Yaşatılan bu "savaş" bir vekâlet savaşı…
Kürtlerin "hakkı, hukuku, adaleti, eşitliğine"
dair değil.
İnkâr ve asimilasyonun "dur" denilmesi de
değil.
Çünkü hal-i hazırda "zarar gören" Kürtler.
Lakin sirayeti herkese.
Millet olarak, 80'li, 90'lı yıllarda "ceberut"
devletin "hegemonyası" altında, inim inim inlerdik.
Şimdi de "tam aksi" noktada, örgütün…
***
Ama görünen hakikatte şudur ki yaşatılan bu vekâlet
savaşı da "tamamen", Kürt meselesinin "çözümsüzlüğü" üzerine
bina edilerek yapılıyor…
Eğer ki, "Kürtlerin" talepleri karşılanmış
olsaydı.
Ne PKK.
Ne de bir başka yapı.
Ve ne de HDP ya da bileşenleri "Kürt"
bölgesinde aktif bir alan bulamazdı.
Evet, her ne kadar "şuandaki" atmosfere halk
destek vermiyorsa da…
Hendeğin, barikatın arkasında durmuyorsa.
Olup-bitene "sessizce" tepki veriyorsa da.
Bilinmelidir ki, "sabrın da, beklentinin de,
duygunun da bir noktası" vardır.
Hele ki…
"Devlet bilerek" bu savaşı uzatıyor algısı
"alan üstünlüğü" elde ederse…
İşte o zaman; "vahim" bir bölünmüşlük ortaya
çıkar.
Ki "iş işten" geçmiş olur…
***
Onun için…
Ey parlamento.
Ey seçilmiş milletvekilleri.
Ey İş adamları,
Ey STK'lar,
Ey Üniversiteler,
Ey akademisyenler,
Ey yazarçizer kadrosu,
Ey aydınlarımız, mürekkep yalamışlarımız,
"acaba" veya "şu bu" demeden,
"biraz vicdan biraz izan" yahu!
Terk edin bu seyr-i âlemliği…
"Tarafgirlik" ruhuyla "benimkisi iyi
seninkisi kötü" demekten.
Misyon üstlenin.
***
Birbirinizi seversiniz.
Sevmezsiniz.
Tiksinirsiniz.
Ya da öpüşüp koklaşırsınız.
Bilmem ne iseniz…
İstediğimiz.
Beklentimiz.
Avazımızın çıktığı kadar attığımız çığlık…
Ülkemiz, milletimiz, devletimiz.
İnsanlarımız "zor günler" geçiriyor…
Felakete doğru hızla sürükleniyoruz.
Terörü bitirmek,
Şehit cenazelerini sonlandırmak,
***
Akan gözyaşları,
Dökülen kanları durdurmak,
Geride yetim ve öksüz çocuklar bırakmamak,
Huzuru, istikrarı,
Güveni, barışı, kardeşliği temin etmek,
Hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği sağlamak,
Kimliklerin,
Dillerin özgürlüğüne imkân yaratmak,
Ülkeyi bölünme "eşiğinden" kurtarmak,
İçte ve dışta barışı tesis etmek,
Topraklarımı işgal eden "ajanlardan,
piyonlardan" arınmak,
Emperyalizmin,
Komünizmin "boyunduruğu" altından çıkmak,
Dolara,
Euro'nun "sıcak yüzüne" kanmamak,
Misyonerlerin "ağına" düşmemek için.
***
İşte tüm bunları oluşturma, yasallaştırma, hayata
geçirmek "sizlerin" elinde…
Neden yemin ettiğiniz çatı altında toplanmıyorsunuz.
Neden ettiğiniz yemine sadık kalmıyorsunuz.
Neden milletin vergileriyle aldığınız maaşın hakkını
vermiyorsunuz…
Neden zerre-i miskal bir vicdanla üstlendiğiniz misyonu,
"biraz da" sorumlulukla yerine getirmiyorsunuz?
Siz Meclisteki dört partinin lideri.
Meydanlarda; Yeni Anayasa diyordunuz.
Ne oldu, kaç dönemdir "becerdiniz mi?"
Sahi bu kadar "beceriksizdiyseniz" neden,
seçildiniz.
Ya da "yasama" yetkisine soyundunuz?
Yuh olsun size!
İşte sizin bu "beceriksizliğiniz" yüzündendir
ki.
İnsanlarımız ölmeye devam ediyor.
Ve gelen giden de; "ülkemize, milletimize"
vurup gidiyor.
Kan kusturtuyor.
Bilesiniz ki, "tarih" sizi ama sizi hiçbir
zaman affetmeyecek.
***
Nasıl ki söz;
25'lerden,
40'lardan,
60'lardan,
70'lerden,
80'lerden,
Hele ki 28 Şubat'tan açılınca "lanetler"
yağdırılıyorsa.
Bilin ki…
Bu ateşi "söndürmez iseniz?"
Kardeşkanının dökülmesini önlemez iseniz…
Toplumda "bölünmeyi" yaratan aktörler olarak
her daim "aynı" bedduayı alacağınız gibi.
Tarihte, millette "sizi" yargılayacaktır.
İşte bu hakikat karşısında.
Diyorum ki "el insaf, biraz vicdan!"