Nerde Kent Milliyetçiliği?

Dünkü;

Yazıma atfen müdavim bir okurum soruyor.

Diyor ki, “Kent milliyetçiliğindeki eksikliğimiz, neye delalet.

Tabi ki,

Devamında şunu ifade ediyor, “soru bahane”.

Gaye, kentin hassasiyetini öne çıkarmak.

Kaybedilen,

Duyguları ve hissiyatı, yeşermek!

Ve aynı meyanda, yeni ufukların da açılmasına vesile olmak.

***

Evet,

Şehr-i azamla alakalı, maalesef “milliyetçi” değiliz.

Tabi bunu derken;

“Milliyetçi” ifadesi “etnik” kimlik odaklı değil.

Yaşanan,

Ve Yaşatılan yer küresine, sahiplenme, gayesini içeren bir ifade.

***

Diyarbakır işte bu tanım noktasında;

Vahim,

Ve yarınları daim tedirgin eden, bir zafiyet içerisinde!

Toplumsal düzeyde;

Bencil, ilgisiz ve umursamazlık içerisinde, “eleştiren” ama sahiplenmeyen bir yapıdayız.

Oysaki

Kent milliyetçi-liğinde ana öncelik “asgari müşterek” işbirliğidir.

Ama bizde yok!

Ki bu olmadığında, “Kent-şehir milliyetçi-liği de” olmaz.

***

Bugün Diyarbakır!

Siyasi,

Sosyal, ekonomik ve kültürel dokusuyla.

Ülkenin,

Hatta Ortadoğu’nun “hassasiyeti” önem arz eden kilit ve misyon sahibi bir kenti konumunda.

Ki tarih içerisinde de bu vasfı taşımıştır.

Ancak,

Gel gör ki, “tüm hakkaniyetlerin” karşısında şuan ki, hal-i pür melali hiçte, hoş değil.

Çünkü bırakılan mirası sahiplenmediğimiz için hoyratça tükettik.

Harap vaziyete getirdik.

***

Övünürüz,

Diyarbakır, “tarih ve kültür” kenti diye!

33 medeniyete beşiklik ettiğini.

Sahabe,

Peygamberler mekânı,

Camiler,

Kiliseler,

Havralar, Medreseler.

Hele ki,

İnsanlığın ilk yerleşik düzene geçtiği, Çayönü!

***

Şehir merkezinden öte,

Her ilçesi,

Beldesi hatta köyü, “tarih ve medeniye” kokuyor.

Yapılar ve kalıntılar var.

Yani, farklı inançların “her birinin” ibadethanesi var iken.

Nerde,

Diyarbakır’ın bu “varlık içerisinde yokluğu” yaşadığı hazinesi?

Belki klişeleşmiş bir ifade, kullanımı olacak.

Ama hakikattin ifadesidir bu!

***

Yerli,

Yabancı hani bacasız fabrika dediğimiz, “Turizm’deki” misafir sayımız ne kadar?

Veriler gösteriyor ki,

Koca Diyarbakır’a yıl içerisinde gelen turist sayısı, 200 bin bile değil.

Yanı başımızda,

Mardin, Şanlıurfa hatta Petrol kenti Batman.

Elazığ,

Adıyaman, “turizmdeki” pastasına, baktığımızda bizim dört-beş misli fazlamız.

***

Birileri,

İmaj diyebilir, yaşanan ve yaşatılan atmosferle alakalı.

Doğrusu,

Bunun gelişen yaşam ve kültür dokusu karşısında artık, kıymet-i harbiyesi kalmış değil.

Varsa da sirayeti, çok zayıf.

***

Bizi,

“ırak” tutan sahipsizliğimiz ve değerlere karşı olan ilgisizliğimizdir.

Diyebilir miyiz ki,

Siyasi,

Ve onun kulvarındaki politik hadiseler dışında.

Kent bileşenleri.

Ya da, diğer oluşumlar, “şu mevzu” için, yekvücut olunmuş.

Veyahut

Çözüme katkı sunma anlamında, lokomotif görevi alınmış.

Yok.

Olmadığı içindir ki, hal- vaziyet bu!

***

Aslında,

Sahipsizliğe ek olarak bir de şansızlık var.

O da,

Yönetenlerin, söz sahibi olanların, “siyasi” fikir ayrılığında olması.

Bu da, var olan “ırak” hali daha bir ıraklaştırıyor.

Sorunların çözümünü engellediği gibi.

Hem de birlikte çalışmanın ürünü olan projelerin üretilmesini de devre dışı bırakıyor.

Yukarıda örneğini verdiğim illerin yönetimlerine baktığımızda.

Yerel ve mülki idareleri aynı siyasi fraksiyonlardan gelmemelerine rağmen; “şehir milliyetçiliği” kültürü ve yaşam duygusu var.

Ama Diyarbakır’da aksine kutuplaşma var.

***

‘Onun projesi başarılı olursa ben başarısız sayılırım’ anlayışı ile herkes birbirini engellemeye çalışıyor.

Günlük hayatta bunun o kadar çok örneğini görüyoruz ki.

Tam bir iki başlı yönetim var Diyarbakır’da.

Herkes ayrı bir kulvarda kendi egemenliğini ilan etmiş ve güçler kavgası var.

Bu kavganın kaybedeni maalesef de biz Diyarbakır ahalisi oluyoruz.

Çöpler temizlenmiyorsa,

Kente yatırım gelmiyorsa,

Projeler, hayat bulmuyorsa, “bunun sorgulanması” gerekir.

Ama yok!

***

Bu yüzden;

Gerek turizm gerekse diğer alanlarda aslında mücevherlere sahip olan Şehr-i Diyarbakır...

Ne yazık ki, kendisinden kat kat küçük ölçekli değerlere sahip olan komşularının gerisinde kalıyor.

Çünkü

Kentin çıkarlarını gözetmek bir kenara.

Herkes temsil ettiği siyasi kulvarın menfaatini “kendi koltuk” gücüyle korumaya çalışıyor.

Sorumluları,

Toplumun önde gidenleri gösteriyorsak.

Tabi biz de, masum değiliz.

Hele ki, şehrin yaşayanları olarak.

***

Öyle bir hal-i ruhiye içerisine girmişiz ki.

Değerlerin,

Asimilasyonuyla, “komşu komşunun” hayrını istemiyor.

Herkes benim diyor.

Esnafı da,

İşadamı da,

Çalışanı da, çalışmayanı da, “herkes” can diyor.

Kimse canan demiyor.

Sokağa atılan izmaritin hesabını yaparsak.

Atanı uyarır,

Yerde olan izmariti de çöpe atarsak.

İşte o zaman; bu kent “milliyetçilik” ruhuyla kaybettiği hazinesine kavuşur.

Aksi takdirde;

İşte böylesi bir hal-i ızdıraba Diyarbakır’ın sahipsiz ve şansızlığına mahkûm olmaya devam ederiz.

***

HUKUK MÜŞAVİRİ GENEL MÜDÜR YARDIMCISI (!)

Doğrusu,

Meslek icabı kendi meslektaşlarımı.

Ve tabi ki,

Yerel bazda yayın yapan, yayıncı kuruluşları “eleştirmeyi” pek doğru bulmuyorum!

Çünkü,

Hizip bir üslup ve zihniyet, “hayır” getirmez.

Ama bazı gariplikler,

Ve zihin bunalımı yaratan, haller yaşanıyor ki, değinmemek ve konu etmemek mümkün değil.

***

İşte onlardan bir örnek!

Yerel gazetelerimizden birinde çıkan manşet haber.

“Ulu Cami’nin etrafı riskli yapılardan temizlenecek.”

Kim diyor?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdür Yardımcı Suna Kotan.

Haber, “içerik ve temenni noktasında” sevindirici.

Elbette ki, 5’inci Harem-i Şerif olan Ulu Cami “tarihi” dokusuna kavuşmalı.

***

Lakin bir söz var.

Söyleyen, kim?

Garibime gitti, Suna Kotan’ın unvanı ve beyanı.

Soruşturdum.

Ortaya şu hakikat çıktı;

Suna Kotan yazıldığı gibi “Genel Müdür Yardımcısı” değilmiş.

Genel Müdürlükte; “Hukuk Müşaviri” imiş...

Ve tabi ki, “açıklama” hele ki, “bakanlık icraatıyla” alakalı beyanat vermesi yasak.

Ancak, hukuki bir durum hâsıl olursa.

Bu arada, kurumun yetkilileri de şaşırmış, haberi okuyunca!

***

Ne diyelim?

Bir gaf sonucu mu,

Yoksa

Şık giyimli Hukuk Müşavirine, gazete yönetiminin “jesti” mi bu unvanı ikmal etti?

Her ne ise mesleki bazda, arıza-i bir durum var.

Düzeltilmesi gerekir.

Çünkü eminim ki o hanımefendi bile “o unvanı” görünce şaşkına dönmüştür.

Kim beni atadı bu göreve diye!

“Etik” değil.