Nerde; Misk-ı amber kentim?
Hiç kuşkusuz ki;
Sohbetlerin "en alkışlı" cümlesi şudur?
Ahhh!
Çekilerek söylenir!
Keşke, herkes kendi işini ve görevini yapsa..."
Ve ardından; temenni fikriyatıyla "ne olur? denilir.
Sahi!
Herkes kendi işini yaparsa ne olur?
***
İfade edeyim mi "ne olur?"
İsterseniz;
Diyarbakır hayatından bir örnek vereyim?
Bundan 30–35 yıl öncesinden diyeyim!
O zaman;
İlkokula gidiyordum.
Sabahçı olduğumuz için, erken saatlerde kalkardık.
Evimiz,
Balıkçılarbaşı semtindeki "Uğur Hanı'ın" arkasındaydı.
Şimdi;
Zücaciye-Aşefçiler çarşısı olarak biliniyor.
Süleyman Nazif Mahallesi.
***
İsmetpaşa,
İlköğretim Okulu'nda okuyorduk.
Üç sokak, bir de ana caddeyi aştıktan sonra okula ulaşırdık.
İnanın,
Sabahın ilk ışıklarıyla, anneler-bacılar ellerinde süpürge sokağa dökülürlerdi.
Kapı,
Önlerini "önce sulardılar", sonra bir güzel temizlerlerdi.
Ama herkes!
Büyük bir itinayla, kendi bölgesini "silip-süpürürdü".
Gider komşuda sınır kılardı.
Komşu,
Kapıya çıkmamışsa, rahatsız da, devam ederdi, diğer komşunun kapısına kadar.
O da, ondan alıp, diğer komşuya.
***
Silsile misali, sokak "tertemiz" olurdu.
Kesintisiz.
Her günün ilk işi bu idi.
Ne sokakta.
Ne caddede, bir tek çöp ve birikinti görülmezdi.
İşte o dönemi;
Bilen ve yaşayanlar der ki, Diyarbakır misk-i amber kokardı diye.
Peki,
Şimdi böyle mi?
Ne yazık.
Hatta bina, içlerinde durum böyle mi?
Hayır.
***
Ne yapılıyor tam aksine!
Evimizin, binamızın, dairemizin kapısının önünü temizlemiyoruz.
Ama velâkin;
Çıkıp, "karşı binanın, dairenin, işyerinin" kapısının önündeki çöpten bahsediyoruz.
Diyoruz ki;
Sen niye temizlemiyorsun?
İğneyi kendimize batırmıyoruz!
***
Velhasıl,
Bu örneği niye verdim, bugünkü hal-i duruma derseniz?
Çünkü;
Kimse ama hiç kimse "kendi işini ve görevini" yapmıyor?
Üstüne,
Vazife olmayan, hadise ve mevzu üzerinde, "hüküm" icra ediyor.
Böyle olunca;
Ne huzur, ne güven, ne istikrar ne de, yarınlara güven hâsıl olmuyor?
Diyarbakır'da,
Kadim ve misk-i amber kokan hal-i vaziyetinden, uzaklaşıyor.
Bugün;
Yaşadığım kent için "modern" bir tanım getirebiliyor mumuyuz?
Hayır.
***
Çünkü
Ne kent idaresi ne kent yaşayanı ne de, sorumlusu?
Kimse;
Üstüne vazife olanı, yerine getirmiyor, yapmıyor.
Varsa yoksa
Kendi meşrebinin dışındaki "aksiyonlar" arz-ı endam ediyor!
Şehir trafiği mi?
Yolların bozuk hali mi?
Kaldırımlar mı?
Elektrik kesintileri mi?
***
İşsizlik mi,
Yoksulluk mu,
Geri bırakılmışlık mı, kimin umurunda!
Dediğim gibi;
Herkes kendi işini yaparsa?
Hiç tartışmasız;
İyilikler, güzellikler ve tabi ki, huzurlar olur?
***
Ne olmaz dersek;
Adam kayırma,
Rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlükler!
İltimas.
Cebe indirme, siyasi hizipleşme.
Hak, hukuk, adaletdışılık olmaz!
Keyfi zülüm.
Baskı ve despot, zalimkar olmaz, olunamaz.
Ne;
Trafik keşmekeşliği, ne kaldırım işgali.
Ne de, "kirli ve çukurlu" bir kent yaşantısı.
***
Yoksul,
Fakir ve biçare mi, herkes "iş güç sahibi" olurdu?
Anlayacağınız;
Her şey; "yoluna" girer.
Tüm güzellikler toplum ve birey için "ikmal" olur.
***
Ama,
Ben haddimi aşarak, "kendi mesleğimin" dışında hareket edersem.
Tabiri caizse;
"Her şeye maydanoz" olursam ne olur?
Elbette ki; karmakarışık bir hal yaşanır!
"Mesele" salata olur?
Siz işadamısınız!
Ama kendinizi;
Savcının, hâkimin, doktorun, askerin, polisin "yerine" koyabilir misiniz?
Ya da;
Gider bu kez, "devlet yönetiminin" siyasetçinin, hatta bürokratın yerine kendinizi koyabilir misiniz?
Mümkün değil.
***
Bu hal-i girişimle;
Olup-bitene “hüküm” verebilir misiniz, ?
"Yok, böyle olmalı, yok böyle olmamalı?" anlamında?
Olur mu?
Olamaz, olmamalı.
Ne var ki; böyle yapılmıyor?
Herkes,
"Kendi işinin ve görevinin" dışındaki, mevzu ve vakalarla alakalı, hareket ediyor.
Ahkâm kesip, hüküm veriyor?
Onun için de;
Toplumda bu "alkışlı" cümle sıkça ifade ediliyor.
Onun içindir ki;
Diyarbakır değerlerini pazarlamada ve turizme kazandırmada, "yaya" kalıyor!
Haksız mıyım?