O ARACIN HEDEFİ…!?

İster, PKK olsun.

İster, TAK olsun.

İster, DAEŞ olsun…

İster DHKP-C olsun.

İster başka "ideolojik" bazda farklı bir örgüt olsun…

Kim olursa olsun.

Çünkü aynı "akla" hizmet, vaki iken fark eder mi?

Etmez!

Önem arz edici, "bomba yüklü" aracın hedefi kim idi?

Ya da, "ana hedef" neye delaletti?

***

Şöyle bir düşünürsek.

O bombalı araç, tesadüfen taksiye çarpmamış olsaydı.

Trafik kazası olmasaydı.

Taksici inatçı biri çıkmasaydı.

O aracın peşine verip, önünü kesip durdurmasaydı.

Minibüsün içerisine bakıp sonra da; "Bomba vaaaar" deyip, çığlık atmasaydı…

***

Minibüstekiler; "paniklemeseydi."

Bombanın pimini elinde tutan "canlı bomba" ne yapacağını bilemez hale gelmeseydi.

Soğukkanlılığını korumuş olsaydı.

Otobüs durağında.

Minibüs durağında;

Çevrede bulunanlar, "bekleyenler" panik içerisinde koşuşturmasaydı.

Oradan uzaklaşmasaydı.

 

***

Çevik Kuvvetteki nöbetçi polisler duruma vakıf olmasaydı.

Polisle ile örgüt üyeleri arasında çatışma çıkmasaydı.

Ortalık karışmasaydı.

Herkes büyük bir tehlike var diye; uyanmasaydı.

Olay yerinden uzaklaşmasaydı.

Bu esnada; "minibüsü" kullanan PKK'lı, "bombayı" patlatmamış olsaydı.

***

…Ve.

İstikametine devam edip, ana hedefine ilerleseydi.

Çevik Kuvvet'e dalsaydı.

Oradaki gözaltı mekânı olan "spor salona" ulaşsaydı.

Hemen yanı başında; "bombayı" infilak etmiş olsaydı.

Nasıl bir facia yaşanırdı.

Tahmin edilemez, bir korkunç durum vaki olurdu?

***

Burada gözaltında bulunanlar...

PKK'dan.

KCK’dan.

FETÖ'dan, "sorgulama için" bekletilen onlarca kişinin, "akıbeti" ne olurdu?

Düşünmek bile istemiyorum.

Siz düşünün…

Ki gözaltındaki sayının, 44 kişi olduğu ifade edildiğinde.

***

Beyanlara göre.

Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder de o esnada oradaymış.

"Patlama" esnasında, salonda gözaltında tutulanlar arasında imişler.

Ki patlamadan 15 dakika sonra, Adliye'ye götürülmüşler.

Demirtaş'ta, diğer milletvekilleri de, burada tutuluyormuş.

Olar sabah saat 05.00'te Adliye'ye sevk edilmişler.

Nitekim patlamadan sonra, oradakilerin hepsi başka yere "nakil" edildi.

Olası ikinci bir saldırı olabileceği ihtimali üzerine…

***

Dikkat edin.

Polis memuru İsmail Mavitaş.

Yine PKK'dan gözaltında bulunan, Çüngüş HDP eski İlçe Başkanı Recai Altay.

İkisi de…

O patlamanın sonucunda; "yaşamını" yitiriyor…

Hele ki sivillerin ölümü…

Sayı çok ama çok misli olurdu…

***

Hatırlarsak.

Benzer bir olay daha yaşanmıştı.

Bir süre önce de, "gözaltlılara" yönelik bir bombalı saldırı yapılmıştı.

Batıkent kavşağında.

Bismil'de gözaltına alınanlar vardı.

Aralarında, Belediye Meclis üyeleri de bulunuyordu.

Hastaneye götürülürken; "bomba yüklü" araçla saldırı yapılmıştı.

Patlamada, polis ve gözaltına alınanlardan bazıları "hayatını" kaybetmişti..

Ve eylemi, yine TAK üstlenmişti...

***

Şimdi!…

İyi düşünmek, "eylemin" kime hizmet ettiğine bakmak lazım..

Dedim ya..

Eğer ki "o 3 ton bomba yüklü" minibüs, spor salonun dibinde patlamış olsaydı..

Yüksekdağ, Önder ve diğer gözaltındakiler hayatta olurlar mıydı?

Olmazdılar..

Ve bunun sonucunda; "Türkiye'de"  ne olurdu?

Kızıl-kıyamet olurdu..

 

***

 

BÜYÜK RESMİ OKUYABİLMEK?

İç savaş.

İç çatışma.

Böl-parçala, çökert, yok et "senaryosu" her yönüyle sahneye konulurdu.

Şükürler olsun ki, olmadı.

Her ne kadar, "hayatını" kaybeden, masum insanlarımız olduysa da.

11 kişi "kurban" gittiyse de…

Ama O üst aklın "planı" iç çatışma açısından hayat bulamadı.

İstenildiği gibi; "kardeş kavgasını" başlatılamadı.

Diyorum ki; resmi böyle okumak lazım.

***

Bakınız büyük resme!

Türkiye…

Dış politikada, "serüven" dâhilinde.

Ama "kumpasvari" bir, vaziyet içerisinde.

Suriye'de "fiilen" savaşın içindeyiz.

Çünkü çatışıyoruz, şehit veriyoruz, daha dün bir şehit cenazesi kaldırıldı.

Ki dün itibariyle; Rakka" operasyonu için düğmeye basıldı...

***

ABD bir tarafta.

Rusya bir tarafta.

Suriye konusunda, harital değişimle alakalı; "anlaşılamıyor."

Kriz var.

V derinleşerek bu hizipleşme, büyüyor.

Ya, Musul.

Kerkük üzerinden; Bağdat uzlaşmazlığı!

***

Almanya dâhil.

Ab ülkeleri…

Bir çok eksende, "polemik" içerisindeyiz.

Ki muhaliflik.

Mevzulara dair, "kılıçlar" çekili noktada, krizler derinleşiyor.

Yani düşman cephesi.

Yani şer güçler, "ittifak" içerisinde, "çatışma" halindeyiz…

***

Dışarıda bunlar yaşanırken.

İçteki, "vaziyet" bir o kadar gerilimli.

Vahim…

FETÖ terör örgütü.

Her türlü "kumpas" faaliyetinin içerisinde.

Devlet, iktidar buna karşı, "operasyonel" faaliyeti sürdürüyor.

***

Paşa'dan, Valiye.

Müdür'den, Gardiyana.

Doktordan, hemşireye.

Savcıdan hâkime.

İş adamından, akademisyenine kadar; "onbinlerce" kişi açığa alındı.

Alınıyor, alınmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Hain FETÖ terör örgütünden.

Kimi tutuklandı.

Kimi meslekten "ihraç" edildi.

Kimi de, sorgulanıyor.

Yeni operasyonlarda geliyor...

***

Ki en sıcağı da, Cumhuriyetçilere!

Yazarlar.

Vakıf yöneticileri.

CHP'nin yumuşak karnına yönelik operasyon.

Çok kişi tutuklandı.

Yeni bir dalga da, bekleniyor bu noktada.

***

PKK.

Saldırılarını sürdürüyor.

Şehirde, kırsalda.

TSK’de..

Poliste "aynı minvalde" operasyonlarını kesintisiz devam ediyor.

Gün çatışmasız.

Gün şu kadar şehit, ya da şu kadar PKK'lı etkisiz hale getirildiği; "açıklamasız" geçmiyor…

***

Ve "dokunulmazlıklar" üzerinden, gözaltı tutuklanmalar.

HDP Milletvekilleri.

Genel Başkan.

Şuana kadar 9'a yakın, Milletvekili tutuklu.

Beri yanda, "kayyımlar".

Görevden alınan, gözaltı ve tutuklanan, Belediye Başkanları.

***

 

Olağanüstü bir hal.

Olağanüstü hadiselerin, kesintisiz seyri…

Pek tabi ki; "ekonomideki" dengesizlik.

Dolar "it" gibi yerinde durmuyor, koşuyor.

Borsa, çakılı vaziyette.

***

Velhasılıkelam...

Tüm bunların "agresiflik" halleri, "birbirinden" ayrı okunabilinir mi?

Ne mümkün!

Hepsi…

Türkiye'ye dair "kıskacın" birer halkası.

Üst aklın da; "uygulama" senaryosu!

***

Diyeceksiniz ki!

Bu "üst akla" karşı, bizdeki "akıl" nasıl işliyor.

İşte burada, duraksa ma var?

Çünkü "üst akılla" alt akıl, sahadaki akıl "birbiriyle" özdeşleşmiyor…

Çelişki yumağına sahip.

Bir kesim kayıtsız.

Bir kesim vurdumduymaz.

Bir kesim de, bilgisizlik ağı içerisinde; "debeleniyor?"

***

Ne diyor Cumhurbaşkanı?

"At izi it izine karıştı" diye..

Ne yazık ki; vaziyet böyle.

Durum böyle olunca da, "düşman cephesi" çoğalıyor.

Dost cephesi azalıyor.

Ortalık da, dumanlı olunca; iş içinden çıkılmaz hale geliyor.

***

İfade edilen ne?

Türkiye "topyekun" saldırı altında.

O zaman bizde "topyekûn" saldırıya geçmeliyiz.

Nitekim hükümet "teyakkuzda"…

Her tepkiye de aşırı duyarlı.

Dümdüz!

Sonuç.

"Ya herrü, ya merrü"..

Ya kazanacağız, ya kaybedeceğiz!

Peki, sükûneti sağlamak için; işte ona da "birlik aklı" gerekli?

Resme göre sizce…

Var mı?

***

YURT-SAV BAŞKANI KİM?

Polemik olsun diye değil.

Gerçekten.

Sormak istiyorum; "Yurt-Sav" Başkanı kim?

Yani…

Şehit Aileleri ile İnsan Hakları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği…

Bu derneğin yönetim kurulu başkanı kim?

İlgililere.

Ve tabi ki muhataplara yöneliktir sorum.

Başkan.

Ömer Çokur mu, yoksa Ahmet Büyükburç mu?

***

Bildiğim kadarıyla!

Yurt-Sav'ın geçtiğimiz hafta 9. Genel Kurulu yapıldı.

Kongrede, Ömer Çokur seçildi.

Yani, "güven" tazeleyerek, devam denildi.

Ki 2011 yılından buyana, "Çokur" Yurt-Sav'ın başkanı.

Peki, Ahmet Büyükburç!

2011 yılına kadar, "Başkanlık" görevini yürütmüş biri..

Ama gel gör ki; O'da her platformda, her ortamda şuan için; "ben başkanım" diyor.

Nitekim önceki gün beyanat verdi.

Bağlar'daki menfur saldırıyla alakalı.

Yanında, AK Parti İl Başkan Yardımcıları ve yöneticiler bulunurken.

"Saldırıyı" kınıyoruz, dedi.

Bunu da, Yurt-Sav Başkanı "sıfatıyla", deklare etti.

***

Sonuç itibariyle!

Bir koltukta iki karpuz olmayacağına göre.

Kim başkan.

Kim başkan değil?

Yani kim Yurt-Sav'ın gerçek başkanı, kim değil hayalı başkan?

Biri cevap versin.

Ama resmi sıfatla olsun!