SİSTEMİN MAHKÛMU VE MECBURU!
Cesaret.
Ve tabi ki, samimiyet!
Beri yanda, “vicdan’.
Bir de; “yanlışın telafisi”.
Bunlar;
“Geçmişle” yüzleşmede, “hakikatin” yol haritasıdır!
Şayet,
Herhangi birinde, “hasenat” yok ise!
Arıza-i,
Durum “takıntı ve saplantıdan” ödeye geçmez.
***
Elbette ki,
İnsan için de,
Devletler için de,
Siyasal iktidarlar için de geçerlidir “geçmişle” yüzleşmedeki, “gaye”.
İki türlüdür bu gaye!
Yüzleşme ve yüzleşebilme.
Birincisi;
Geçmişten “ders-i ibret” almak.
Bu da olup-bitene karşı; olgunlaşmak demektir!
***
Eğer,
O “geçmiş” kanlı ve acıları ihtiva ediyorsa!
Ölümler.
Katliamlar, inkârlar ve “hizip” bir ortam yaratmışsa.
Anti-demokratik,
Hukuk dışı uygulamaları, “öncü” kılmışsa!
Bu “olgunluk” daha bir, zihin-ağartan olur!
Çünkü;
Özeleştiri,
Ve geçmişle yüzleşmedeki gaye var olanı, “sonlandırmaktır”.
***
Yani acıları dindirmek.
Yaraları tedavi ettirmek.
İnkârdan dönmek.
Daha demokratik,
Daha çağdaş,
Daha özgürlükçü,
Hakkı, hukuku ve insanı öne çıkaran, bir anlayışla donanmak-donatılmak!
En önemlisi;
Yanlışların bir daha yaşanmaması için “tekerrüründen” kurtulmak-kaçınmak.
***
İkinci;
Yani “yüzleşmedeki” diğer gaye!
Bu da;
Geçmişe saplanıp-kalmak.
Yaralara,
Yeni yaralar,
İnkâra yeni inkâr, ölümlere yeni ölümler katmak.
Kısacası;
Daha haşin bir “intikam” duygusunu, körüklemek!
***
Ülkemizin;
Tarihsel sürecine baktığımızda!
Ne yazık ki,
Devlet nizamı, son 80 yıldır hep “intikamcı” hislerle var olabilmeyi prensip edinmiştir.
Her geçmişle yüzleşme;
Yeni intikamları,
Yeni inkâr ve ölümleri, “getirip” dayatmıştır.
Ne acı bir gerçektir ki;
Siyasal iktidarlar da, gelip-gidenlerin ekseriyeti.
“İntikamcı”,
Kör düşünceye, kapılıp biat etmişlerdir, boyun eğmişlerdir.
***
Bakıyoruz ki;
Geçmişte dayatılan tüm bu vakaların “temelinde” yatan ana hakikat da şudur.
Hükümetlerin,
Siyasilerin,
Ve koltuk sahibi olan güçlerin “kısa vadeli” ikballerini düşünmelerinden kaynaklıdır.
Çünkü;
İkballeri uğruna,
Darbelere,
Katliamlara,
Teröre, kardeş kavgasına.
Kimliklerin,
İnkârından tutunda, “inanca” karşı, düşman tavır takınmaya kadar.
Dindar-laik ayrıştırması!
Sağ-sol çatışması.
***
Ekonomiksel olarak,
Yolsuzluklara,
Usulsüzlüklere,
Rüşvete,
İhale peşkeşliğine, vurguna.
Tüm bunların,
Yarattığı bir de “yoksulluğa”, işsizliğe ve açlığa “göz” yumuldu-yumuştuldu.
Kimi zaman oldu ki;
Göz yummanın ötesinde, bizatihi olup-bitenin “baş aktörü” olu verdiler.
***
Tüm bunları icra etmelerine rağmen;
Kendilerini öyle dehşetli bir şekilde suret-i haktan gösterdiler ki.
Kandan,
Ölümlerden,
Kaotik ortamlardan nemalanan hal-i durumlarına bir de “vatanseverlik” adını taktılar.
İnsanı değil, devleti kutsadılar!
Ancak,
Hakikat şuydu ki şiddetin ve terörün ekmeğine yağ-bal, reçel oldular!
Hiç kuşkusuz ki;
Gelinen zaman dilimi,
Yaşananlarla birlikte bizde yarattığı “olgunluk” diyor ki;
Sizler,
Tarih içerisinde “Kandan beslenen yarasalar oldunuz?”
***
Görüyoruz;
12 Eylülcüleri,
28 Şubat’ın aktörleri,
Post modern anlayış,
Yılların,
Vesayetçi, düşüncesi.
Ve inkâr politikalarını,
Toplumda “körükleten” kardeşlik düşmanlığı!
Velhasıl;
Telafisi “imkansız” hale gelen, “birliğin” kırılganlık halinin geldiği trend!
***
Ama bugün;
Kısm-i de olsa,
Birçoğumuzu tam teşekküllü tatmin etmiyorsa da,
Üzerinde,
Farklı mülahazalar icra ediliyorsa da.
Şu bir gerçektir ki;
Geçmişi sorgulayan,
Yanlışı kabul eden,
Geçmişle yüzleşmeyi,
İntikam duygusuyla değil, “özrü” beyanla ifade eden, bir süreç yaşıyoruz.
***
Zaten,
Hal-i vaziyet ortada!
Bu değişimi;
Ne gayeyle ifade ettiğime gelince!
Dün;
Yeni atanan İl Emniyet Müdürü Recep Güven’le tanışma toplantısı vardı.
Biz de ordaydık.
1991 ila 1996 yılları arasında,
Diyarbakır’da “istihbarat” gibi bir birimde çalışmış.
Yani;
Karanlığın “en vahşi” şekilde yaşandığı zaman diliminde!
***
Zaman,
Tüneli içerisinde, yakından tanıdığım biri..
Bilahare,
Bu teşkilatın birçok biriminde görev yapmış.
Son olarak ta Siirt Emniyet müdürlüğü görevinden, Diyarbakır’a atandı.
***
Tanışma toplantısındaki sohbette şu sözü dikkatimi çekti.
"Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz!"
Doğrusu,
Bir emniyet müdürünün “bu ifadesi” çok şey anlatması gerekir.
Kimine göre ezber bozma.
Kimine göre itiraf!
Doğrusu bende içimde sorguladım.
Geçmişle yüzleşme mi, yoksa mahcubiyet mi?
Gerçi o minvalde, bir cümlesi de oldu.
“Biz o zamanki sistemin;
Hem mağduru, hem mahkûmu, hem mecburu olmuştuk!”.
***
Derler ya;
Türkiye,
Ve devlet bürokratı,
Bir dönemin dişlilerinde rol almış şahsiyetler!
Üstadın ifadesiyle;
“Nerden nereye” gelindi-geldiler.
Tabi bunu derken, şu soruyu de kendime sordum?
Değişen-dönüşen insanlar mı,
Siyasal süreç mi?
Devletin ikmaldeki mekanizması ve anlayışı mı?
Makam ve koltuklar mı?
Yoksa;
Hepsini kapsayan ve yaşatan “zihniyet mi?” değişti-değişiyor!
***
Sonuç itibariyle;
Cesaret.
Ve tabi ki, samimiyet!
Beri yanda, “vicdan’.
Bir de; “yanlışın telafisi”.
Şunu bir atasözü haline getiriyor;
Her ne olursan ol, bilesin ki “insani yaşat ki, devlet yaşayabilsin”.
Yoksa;
Bireysiz,
Toplumsuz “devlet’in varlığı” kime hükümran olur, kendinden başka!
***
Anlayacağınız;
Acıları,
Hep birlikte empatiyle “paylaşmalıyız ki” hakikatin farkına varabilelim!
Kin ve nefret tohumları ekmek yerine, olgunlaşmış bir devlet geleneği için hep birlikte daha aktif mücadele etmeliyiz!
Sözler,
Uygulamalar
Ve zihniyet,
Siyaset ve makamlar kısa vadeli “istikballer” üzerine, kurgulanmamalı!
Özetle;
Ülkedeki tüm farklılıkların bir zenginlik olduğu gerçeğinin farkına varmalıyız!
Birlik ve beraberlik içerisinde, kardeşçe yaşanacak bir hazineye sahip olmalıyız.
Onun için;
Neden zenginlikleri ve hazineleri, “zihniyet zafiyetine” kurban ediyoruz?
Sizce!