Sözünün eri olmak!
Mevlana derki;
Söz vermek bir mana ise,
Sözü tutmak bin bir mana!
Herkes söz vermesini bilir.
Ama "şeref" yürekli olana…
El hak.
Ders-i ibret ihtiva eden hayata dair deyim.
***
Farkındamısınız!
Birey.
Toplum.
Ülke ahalisi "yek vücut" şekilde.
Yani, 76 milyon insan!
Başbakan'dan,
Bakan'a Milletvekiline kadar.
***
Valisi.
Daire Müdürü.
Sivili. Askeri.
Velhasıl herkes, bila istisna diyebileceğim noktada.
Seçilmişi- atanmış dâhil.
Söz'ün eri olmak,
O söze inanabilmek noktasında zafiyet yaşıyoruz.
***
Ne yazık ki "ikilem ve kuşku" hanesindeyiz.
Kime inanacaksın.
Kimi güveneceksin.
Çünkü bir tarafta, "güvensizlik".
Diğer tarafta "benim, doğrum" diktası.
Ve tabi ki, "gözü kapalı" inanmışlık taassubu da ayrı dehşet!
Kayıtsız-şartsız, "ram" olmak.
***
Hele ki;
Bendensin, yoksa ondansın uzlaşmazlığı!
Rengini belli et.
Giyiminle, konuşmanla.
İnancınla.
Dil ve dini değerlerinle, kültürünle.
Kısacası giyim-kuşamınla tanımlanır bir toplum haline geldik!
Vahim bir "ayrıştıran" tarafgirlik kaosu.
***
Ne büyük bir "paradoksluk" değil mi? .
Aynen de öyle.
Peki, sebebi mucibesi nedir?
Elbette ki, "hakikatlere" gözümüzü kapamaktır temel neden?
Doğrulara değil,
Duygulara hitap eden, yaldızlı kelimelerin peşinde koşmamızdan kaynaklı!
Anlık olsun, benim olsun, gerisi ne olursa olsun!
***
Bakınız!
Çağın en büyük nimeti hiç tartışmasız; "iletişim" alanındaki zenginliktir.
Çünkü "binlerce" seçeneği var.
Yazılı ve görsel noktada!
İnsanlar konuşuyor.
Siyasiler konuşuyor.
Kurumlar.
Belgeler hasb-i hal ediyor çarşaf çarşaf.
***
Politikacılar.
Düşünürler.
Yetkililer.
İlgililer dâhil; "herkes" bir şeyler anlatıyor.
İşte, son halka "17 Aralık" operasyonu.
Ve ardından çıkan, "kirli çamaşırlar".
***
Yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet!
Beri tarafta; "paralel" yapılanmalar.
Devlet içinde, devlet.
Ve o devletin içinde ikinci bir devlet yapısı.
Düşünün.
Adam vali.
Ama Valinin amiri olduğu "valilik" içerisinde bir de paralel vali var.
****
Ne gariptir ki.
Paralel "vali'nin de" paralel valisi var.
Yani şu cinlilerin, "bebek oyuncağı" misali.
Bir kapta çok kap!
Kısacası, ortada sayısız söylem var.
Gel de güven!
Kim doğru söylüyor, kim söylemiyor?
Meçhul.
Hem de meçhuller dehlizi gibi.
***
Derler ki.
"Balık baştan kokar."
Eee.
Ülkenin haliyeti ruhiyeti.
Bu sözün, "hakikatinde" gizli.
Eğer ki.
Bu ülkedeki siyasi liderler.
Ve idareciler.
***
Yine ifade edeyim.
Seçilmiş-atanmış fark etmiyor.
Toplumun bir adım önünde gidenler.
Hep Ahlaki "olmayan" mevzularla gündeme gelmişse.
Yolsuzluk.
Usulsüzlük.
Rüşvet ve kayırma "bir kültür" olarak uygulanıyorsa.
Ve aşılanmışsa.
***
Verdiği sözü unutan.
Yalanına "bin bir" yalan kılıfı uyduran.
Adaleti de,
Hukuku da,
Yasaları da "kendisine" göre yontan bir seyirle, hâkimiyet kurmuşsa!
Milli irade dediği; "milletine" rağmen, dikta yapıda olmuşsa.
***
Hele ki.
İnancına,
Değerlerine,
Kültürüne "düşmanca" tavır sergilemişse.
Onu "yozlaştırma" batağı içerisine, mahkûm etmişse!
Karşı çıkanı da, "asi diye" yok etmişse.
Demir parmaklıkların arkasına,
Ya da "mezarlara" gömmüşse.
***
Bilgili,
Birikimli,
Kültürlü,
Kararlı,
İradeli,
Omurgalı, dik durabileni de şer gücü görmüşse!
"Vatan-millet-sakarya" naraları içerisinde, boğmuşsa.
Kalır mı bu ülkede, "sözün eri".
Ya da onurlu insan.
***
Bakın bir anekdot.
Belki, ülkenin ruh haline bir anlam kadar.
Bizde, cevabı ikmal ederiz.
***
"Meşrutiyetin ilk yıllarında bir Cuma günü…
Kar, adam boyunu geçiyor.
Araba, vapur, tramvaylar işlemiyor.
M. C. Kuntay o günü şöyle değerlendiriyor; "bizim eve sütçü, ekmekçi bile gelmedi.”
Mehmet Akif’i o gün ağırlayacak olan Kuntay, bu yüzden Akif’in geleceğinden de ümidini keser.
Hâlâ ekmekçiyi bekleyen Kuntay’ın öğleden sonra kapısı çalınır.
Fakat gelen ekmekçi değil, Mehmet Akif’tir.
Bıyığının yarısı donmuştur.
***
Kuntay şaşırır.
Nasıl gelebilmiştir?
Beylerbeyi’nden nasılsa, Beşiktaş’a bir vapur işlemiştir.
Sonra; Beşiktaş’tan Çapa’ya kadar yürümüştür Akif…
Bu karda tipide yaya yürüdüğü mesafeye ben şaştıkça, Akif’te benim hayretime şaşırıyordu” diye anlatır olayı Kuntay.
"Gelmemem için bir tipi kâfi değildi, ölmem lazımdı” der Mehmet Akif:
"Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.
***
Ne diyelim.
İnsanın onuruyla arasında ince bir tel vardır; o da sözdür.
İşte O tel koptu mu?
Her şey bitmiş demektir.
Bağlamak için ne kadar çok uğraşırsan uğraş hiçbir zaman eskisi kadar etkili olmaz.
Anlayacağınız.
İnsanların güvenini kazanmak zor.
Ama kaybetmesi çok kolay ve basittir.
O da hakikati ifade etmeyen bir sözdür.
***
Velhasıl.
Hayırlı Cumalar derken.
Bu yazı da.
Söz verip, sözünü tutmayana!
Onuru değil, "menfaati" öncü kılan şahsiyetlere.
Bir gün önce dediğinin,
Bir gün sonra tam aksini yapan zevata kapak olsun derim.
Anlayan anlar.