Uzlaşı, Ruhunu yaşatmalıyız!
Dün, demokrasinin "güç" almasıyla alakalı, önemli bir gelişme yaşandı diyebilirim.
İl Seçim Kurulu,
Dicle'nin Milletvekili "seçildiğine" ilişkin, Mazbatasını düzenledi.
Avukatlar, aracılığıyla Mazbata İl Seçim kurulundan alındı.
Ne anlama geliyor Mazbata derseniz?
Milletvekili, seçilmesine ilişkin "Diploma" niteliğindedir.
***
Şimdi, gözler "Tahliye ve YSK'nın" kararında. Muhtemelen, pazartesi günü sonuçlanacak.
Hem YSK, hem de tahliyesiyle alakalı, "karar" kesinlik alacak.
Dicle'nin akıbeti.
Tabi Dicle gibi,
Tahliye bekleyen KCK'dan tutuklu 6 Bağımsız Milletvekili daha var.
Onlar için de, "tahliye" Pazartesi gününe kaldı.
Ne diyelim; 48 saat var. Umut ediyorum ki;
Türkiye demokrasi açısından "yeni bir ayıp" yaşamaz.
***
Son bir haftadır, hemen herkes ciddi bir "uzlaşı" atmosferiyle, istikrar diyor.
Biz de öyle.
Olması gerektiği gibi.
Barış,
Kardeşlik, hoşgörü ve tahammül edebilme erdemliği ardık yekvücut olsun..
Pek tabi ki, "ortak sorunların da" çözümüne yönelik, "ellerin" güçlenilerek, ittifak bulması.
Ki, 12 Haziranın "sandık sonuçları da", aynı bu düşüncenin "hayat" bulması gerektiğini, söyledi.
Özelliklen de, taraflar açısından.
Çözüm ve anahtar "olabilme" noktasında. Siyasi aksiyona;
İstikrar ve uzlaşı, artık "ileri demokrasiyle" yeşermeli diye.
Halkın beklentisi ve isteği de bu.
***
Ama ne var ki;
Bu istek ve talep siyasi "çoğunluk ve azınlık" cenahının bazı öncülerinde "görmezlik" yaşıyor...
Her ne kadar, ferdi olarak "görüntü" hâsıl ise de, yayılmacı bir haliyetti ruhiyetle "kabulsüzlük" geliştiriyor.
Çoğunluk "tahakküme" kalkışmakta.
Azınlık ise "karmaşık" içerisinde, agresifleşmekte.
AK Parti de, MHP'de, CHP'de ve BDP'de "öylesine" karşılıklı, düşman belleme içerisine görenler baş göstermeye başladı ki.
Ürkütücü.
***
İşte, toplumda oluşan "uzlaşı" sinercisini tar-ü mar eden bu düşünce silahşorları beni "ürkütmüyor" değil.
Düşündürüyor.
Bu akıl, bu siyasal anlayış "hayra alamet" değil diye.
Yol, iyi bir yol olmadığı gibi ayrıştırıcıdır"
Daha,
Milletvekili "yemini" dahi etmeyen. Meclisin "kapısından" içeri girmeden.
Sadece, kendi safındaki "şahinlere" şirin görünme açısından, dem vuruyor.
Öyle, zevat vaki oldu ki, "bu kadar" tahammülsüzlük ve kompleksi olunur mu dedirtmenin ötesinde.
Geri dönüşü olmayan.
"Yüz yüze" gelmeye kapı dahi bırakmayan, ifadeler zikrediliyor karşısındaki siyasal düşünceye.
"Zehir zemberek".
***
Sakın, bunlar kim diye, mırıldanmayın. İsim vermeyeceğim.
Ama öyle biliyor ve inanıyorum ki, "herkes biliyor" bu şahsiyetleri.
Zaten, birçoğu ulu-orta yerde "benim" diyor.
İster,
Batı illerinde, ister İç Anadolu da, ister Güneydoğu'da.
İster,
Kürt, ister Türk, ister Suni, ister Alevi.. Laz, Çerkez.
Velhasıl, görüyoruz, görsel ve yazılı medyaya yansıyan "açıklama ve söyleşilerin" sahiplerini.
San ki, karşısındaki "siyasi muhalifi" değil, "Baba düşmanı" gibi.
Teamülsüz!
Tabi,
Öyleleri de var ki, "siyasete dâhil olmadan önceki hali ile siyasete girdikten sonra ki hali" arasında, "bu ne tezat" deniliyor.
Uçurum var.
Düşünce, üslup ve vücut hareketleri "doksan derece" dünle-bugün arasında ters.
Onun için, bir önerim ve beklentim var.
Özelliklen de, çoğunluk ve azınlık "ikilemini", ruh halinde yaşatanlar için.
Bırakın, şımarıklığı ve mağlubiyet ezikliğini.
Bir de, "üstün" ve kavgacı ruh halini terk edin.
Eğer, sandıktan "uzlaşı" çıktıysa. Ve böyle bir atmosfer, bugün gelişiyorsa.
Ülkenin,
Başbakanı "-sevilir-sevilmez, iyi mi-kötü mü-" ayrı mesele.
Helalleşmeden,
Uzlaşı ve çözümden, sorunları "konuşup-tartışmadan" söz ediyorsa.
Salt, "kişisel" husumet beslemekle, "kabulsüz" kalmak, doğru değil.
***
Hatırlayalım,
2002 öncesini, herkes kendisine özgü "bir arka bahçe" yaratmıştı. Ya da, "bu benim tapulu" alanım diye.
Bugün, uzlaşı ve barış, birliktelik, çözüm diyorsak.
Bilmeliyiz ki, ayrışma o gün körüklendiği içindir ki, bugün kucaklama hasreti yaşıyoruz.
Sonuç itibariyle, ister ilk kez olsun, ister ikinci hatta üç ve dördüncü kez olsun.
Meclis'e, giden vekiller şu toplumsal duyguyu "iç dünyalarında" yaşatmalı "barışçıl" olmak.
Ve "hazımlı" olmak. Çünkü "uzlaşıya" daima kapı açık olsun ki, "söyleyecek bir sözün" olabilsin.
Yoksa sözün bittiği noktada, "herkes kendisinedir".
Gelin;
Yekvücut "uzlaşı" ruhunu yaşatalım.