BASIN HÜRRİYETİ=DÜŞÜNCE VE HABER ALMA-VERME HÜRRİYETİDİR!? (II)

Sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “BASIN HÜRRİYETİ=DÜŞÜNCE VE HABER ALMA-VERME HÜRRİYETİDİR!?” ifadesi altında “basın özgürlüğü” kadar, bizlerin yayın anlayışını, üstlendiğimiz misyon noktasında, kıssadan hisse meramımızı aktarmaya çalıştık..

Basın, ya da günümüzün ifadesiyle medya her ne kadar farklı kurumsal kimlikler ve isimler taşıyorsa da özü itibariyle “kamuoyu” demektir..

Yani, sokaktaki vatandaş demektir..

Millettir..

Pek tabi ki devlettir de..

Ana ilkelerinin başında toplumu, yaşanan ve yaşatılanlarla alakalı pozitifiyle negatifiyle ele alıp kamu vicdanıyla paylaşmak gelir..

Ki bu düsturla yola çıkarken, elbette ki devletin varlığını birliğini ve dirliğini de hassasiyetle gözetir...

Nitekim bu gözetmesi aynı zamanda olup bitenleri deşifre ederken devletin önemli kurum ve kuruluşlarını da haberdar ediyor...

Bir nevi yardım ediyor, destekliyor.

Devletin sorumlu kurum ve kuruluşlarını da bu minvalde “soruna çözüm” bulma, müdahale etme noktasında harekete geçmesini sağlıyor...

Varsa bir kirlilik, varsa bir yolsuzluk, usulsüzlük, yanlış işlem “onu” haberdar ettiği gibi, müdahale etmesine, neşter atılmasına, söküp atmasına imkân ve zemin oluşturur…

Kısacası, kamunun olduğu kadar devletin de, sesi, kulağı ve gözüdür, basın!

Aksi halde böyle olmazsa devletin hiçbir kurum ve kuruluşu düzgün ve stratejik bir hedef seçemez!?..

Dost kimdir düşman kimdir bilinmez..

Rastgele hele hele siyaset basiretsizliği de olunca...

Yani siyasetin basiret gözü, birilerine gözünü kapatınca veyahut siyaset mekanizmasının etkisi altında kalıp dürüst yola girmeyince o zaman tabiri caizse her şey altüst olur..

Halk deyimiyle, her şeyin vidaları gevşer, laçkalaşır ve mekanizma da işlev göremez hale gelir...


***

Bu itibarla basın olarak diyoruz ki; bizim kimseyle alıp veremediğimiz bir şey yok...

Bizim alıp veremediğimiz; yolsuzluktur, rüşvettir, suiistimaldir, hırsızlıktır, yasadışı yapılardır, haksızlıktır, hukuksuzluktur, keyfiyettir..

“Devletin malı deniz” misali, soygun ve vurguncularla mücadele etmektir...

İşte bu noktada, gördüğümüz, yaşadığımız, şahit olduğumuz, halktan, devletten, hatta siyasi kulvardan bile gelen “olumsuzlukları” dile getirip, yazıyoruz..

Söylüyoruz..

Yeri ve zamanı gelince de, kamuoyu adına sorgulamasını da yapıyoruz..

Ki bu da Anayasanın bize verdiği temel haktır...

Eğer doğruluğu ve şeffaflığı istiyorsak, o zaman hakikate dair istikametin ta kendisidir; üstlendiğimiz misyon!

* * *

Bugün önemli bir mevzuya değinmek istiyorum..

Özellikle de, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki bazı müftülüklerde görevli din adamlarının yanlışlıklarına dikkat çekerek, gelen ihbarları kaleme almak istiyorum.

Peşinen ifade edeyim, kimse gücenmesin.

Derler ya, “yarası olan gocunur.”

Eğer ki gocunan varsa bizden tavsiye, “kendine çekidüzen versin...” Diyanet İşleri Teşkilatının kuruluş amacı, aslında Osmanlının son dönemindeki “Meşihat-i İslamiye”dir...

Yani fetva merciidir.

Milletin, devletin ne gibi sorunları varsa helali, haramı, yani günlük hayat akışlarındaki olup bitenleri; dini değerler ölçeğinde gözetir!..

Hükümetlerin yasalar yoluyla çözemedikleri veyahut yetişemedikleri bazı meseleler varsa ki vardır, işte o meseleleri Diyanet Teşkilatı çözer ve çözüme yetkilidir...

Ki öyle de olmalıdır..

Nitekim bugün en büyük yüksek sesle dile getirdiğimiz de, Diyanet’in asli görevini “dini değerler” ölçeğinde yerine getirmediğidir...

Neyse asıl meramımıza gelelim..

Dedik ya, İl Müftülüklerinde yaşanan ve vatandaşların da mustarip olduğu bazı olumsuz gelişme ve keyfiyetlere odaklanıp, sorgulamak istiyorum..

Sorum şu..

Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki görev yapabilen bazı illerin ilçelerin müftülükleri bünyesindeki görevlilerin kaçta kaçı acaba dürüstçe çalışıyor?..

İslam adına, İslam’ın gereklerini yerine getiriyor.

5 vakit namazını, cemaatini vaaz kürsülerini muhafaza edip para, pul, maaştan daha fazlasıyla insanları yetiştirme anlayışı paralelinde hareket ediyor mu acaba?

Doğrusu bu bizim için ve kamuoyu için cevap bekleyen sorulardır.

***

Öncelikle ifade edeyim...

Diyarbakır İl Müftüsü Yavuz Selim Beyefendinin çok mükemmel bir din adamı olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Çok mütevazı, insanlarla gönül birliği içinde olan bir din adamı.

Lakin madalyonun tersyüzüne baktığın zaman da mahiyetindeki bazı İlçe müftülüklerinin bünyesinde görev yapan imamların içerisinde öyleleri var ki  “dinle, inançla, imamlıkla, ibadetle” zerre-i miskal alakaları yok...

İmamlık görevi yerine her türlü hokkabazlığı yapıyor...

Zenginlerin “sofralarına” meze misali hareket ediyorlar...

Çıkar sağlıyor.

Değişik isimler altında dernekler kurarak, faaliyet gösteriyorlar...

Büro döşüyor.

Amma velâkin “ne imamlık” görevini yapıyorlar ne “yetkili oldukları” camiye ve kuruma gitmiyorlar...

Politize olmuş bir kimlikle hareket ediyorlar..

İşleri güçleri, siyasetle, siyaset adamlarıyla oturup kalkmak…

Aynı zamanda bazı iş çevrelerine de büyük yalakalık yaparak gününü gün ediyor.

Oysaki göreve gitmediği vakitlerde de yerine kendi inisiyatifiyle adam tayin ediyor, müftülüğün haberi var mıdır, yok mudur bilemiyoruz.

***

Son dönemlerde bazı camilerin cemaatleri tarafından Diyarbakır Söz ve Uzay Haber’in merkezlerine yoğun şikâyette bulunarak, “Cami imamlarımız nerede?” diye soruyorlar...

İmamımız camiye gelmiyor...

Adam yozlaşmış, siyasetle meşgul...

Siyasilerin önünde ceket ilikliyor..

İki büklüm, el etek öpüyor...

Cemaatin önünde olması gereken “imam” böyle mi olmalı?

Ve daha neler anlatılmıyor ki..

Söylenen şu...

Sen imamsın.

Beş vakit namaz saatlerinde camiden çıkmaman gerekir..

Diyanet İşlerinin sana vermiş olduğu görevi yerine getir...

Siyasilerin peşine düşüp iliklerini kapatıp, namaz vakitlerini başkasına havale etme...

Bunu yaptığın zaman aldığın maaş ne derecede sana helal?

Vatandaşların tespiti bu yönde...

Peki, Diyarbakır İl Müftülüğü bunu görüyor mu hayır?...

Yenişehir İlçe Müftülüğü bunu görüyor mu hayır?..

Oysaki bariz bir şekilde adam din görevini bırakmış.

Ta Diyarbakır’dan Ankara’ya kadar uzanan siyaset propagandasını yapmakta..

Bankamatik imam olur mu?!

Siyasetle uğraşan imam olur mu?

Zenginlerin, siyasilerin, ensesi kalın olanların “sofralarına” kendilerini figüran yaparak, imam olunur mu?

Netice itibariyle diyoruz ki...

Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki müftülükler, özellikle İl Müftüleri veya İlçe Müftüleri ya buna rıza göstererek göz yumuyorlar.

Veyahut da siyasetin korku ve endişesi içerisinde etkileniyorlar, tesir altında kalıyorlar?

Diyanet İşleri Başkanlığı gibi İmamlık gibi vaizlik gibi şerefli bir mesleği ne yazık ki, gelinen aşama itibariyle kirli amaca sahip kişilerin ayakları altında çiğneyip gidiyor...

Bu da kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor.

Bize göre Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Diyarbakır İl Müftülüğü olsun veya İlçe Müftülükleri olsun…

Böylesine vurguncu, çıkarcı, yalaka imamları ya görevden alsınlar, siyasete göndersinler veyahut da idari soruşturmaya tabi tutulmaları gerekir...

Derhal, görevden el çektirilmeleri gerekir...

Hâsılı kelam uyarıyoruz...

Ve birilerinin kulakları çınlasın diyoruz...

İl Müftülüğümüzün de İlçe Müftülüklerimizin de dikkatlerine sunmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı gibi müftülükler gibi bünyelerinde barındırılan din adamlarının sade, ihlâslı, sadakatli, dürüst insanlardan oluşturulsun diye, çağrıda bulunuyoruz...

Kamuoyu adına temenni ediyoruz.

Aksi halde günün birinde telafisi mümkün olmayan yanlışlıklara sebebiyet verebilirler bu “yozlaşmış” şahsiyete sahip, sözde imamlar!

Ki hem Diyanet İşleri Başkanlığı, hem de Müftülerimiz kendilerini yıpranmaktan kurtaramazlar...

Bu da basına verilen görev, yani kamuoyuyla gerçekleri paylaşma görevi yine bizlere düşüyor.

Bizden de dostça uyarı.

Başka bir şey söyleyemeyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.