KÜRRE-İ ARZ’IN İNSANLIĞA KARŞI HİDDETLENMESİ..!?

Merhaba sevgili okurlar.. Uzun bir aradan sonra yeniden birlikteyiz.. Yaklaşık üç ay oldu, sizinle hasbıhal edemedik…Elde olmayan “sağlık sorunları” nedeniyle, sizlerden ırak kaldık.. Yazılarımıza ve sohbetlerimize ara verdik.. Allah’a şükürler olsun ki, Yüce Yaradanın “Şafi” ismiyle kısmi de olsa şifa bulduk, kendimize geldik.. Ve bugün sizlerle birlikteyiz.. Allah nasip ederse, sizinle sohbetlerimiz eskisi gibi devam edecektir!..

***

Zorlu bir süreçten geçiyoruz!.. Ülke ve millet olarak karşı karşıya kalmış olduğumuz “felaketler zinciri” çok şeyleri insana hatırlatıyor.? Ki, insanlar kesinlikle olup-biteni manevi yönde, derinden derine düşünüp sorgulamalıdır?.. Yaşananlar bize göre rastgele olaylar değil.. Doğa kanunu, yerin sarsılması, depremin oluşması, şehirlerin yıkılması, insanların enkaz altında kalması gibi vs. hadiselerin tümü kendiliğinden oluşan sıradan olaylar değil…

***

Mevzuyu az sonra, derin bir şekilde irdeleyeceğim.. İnancımıza göre, enkaz altında kalan, yaşamını yitiren insanlarımız birer şehit mertebesinde inşallah Allah’ın huzuruna gidiyorlar.. Öncelikle, şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum… Vefat eden küçük ve masum çocuklar ise İslam dinine göre onlar birer cennet kuşlarıdırlar.. Biz de bu ümitle bakıyoruz, kendimizin ve milletimizin de tesellisi bu yöndedir.. Ki inşallah da öyledir.

* * *

Deprem?.. Yani zelzele.. Yukarıda ifade ettim sıradan bir doğa kanunu olarak görülemez.. Fay kırıldı, deprem oldu denilerek, mevzuu sıradanlaştırmak, gerçekleri göz ardı etmek olur.. Evet yaşanan belki doğa kanunu olarak algılanabilinir, ama doğadaki hiçbir şey, yaprak bile Allah’ın emir ve hükümleri olmadan, kıpırdayamaz.. O, ne takdir ederse onun takdiridir… Kudret-i ilahinin lüzum gördüğü şeyler “emir ve hükümleri” paralelinde, gerçekleşir…

***

Masum insanlara Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun, yakınlarına da sabr-ı cemil diliyoruz.

Amma velâkin inanmayan bir kesim varsa ki vardır.  İşte onlardır, olup-bitene müsebbip… Çünkü ne Allah’a inanıyor, ne Peygamber’e inanıyor, ne ezana inanıyor, ne de Kur’an’a inanıyor.  Hatta ezanın okunmasından dahi rahatsız olup bas bas bağırıp okunmasını istemeyenler bile var.  İşte bunlara, Allah-ü Telanın gereken dersi verdiğini düşünüyoruz.

***

İşte bu hakikatin penceresinden duamız odur ki, Cenab-ı Allah böylesine musibetlerden, belalardan, fitnelerden memleketimizi, insanlarımızı korusun.. Millet olarak da anlamalıyız ki hiçbir olay rastgele değildir.  Allah’ın izni olmadan yaprak kıpırdamaz, dal düşmez, insan nefes bile alamaz.. İnanan bir millet olarak, kendimize çekidüzen vermeliyiz.  Allah’a karşı tövbekâr olmalıyız.

***

Yaptığımız hata ve yanlışlardan rücu etmeliyiz ki Allah bize rahmet kapısını açsın.  Bakınız, buna dair Kur’an-ı Kerim’de ayetler vardır.

İşte Nur suresinin 31. Ayeti.. Ayetin son bölümü şöyle emrediyor…

“Vetûbû ila(A)llâhi cemî’an eyyuhâ-lmu/minûne le’allekum tuflihûn(e)”

“Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”

Bu ilahi bir hitap ve uyarıdır…

***

Bu itibarla hepimiz kendimize çekidüzen verelim… Allah’a rücu edelim, tövbe edelim.. İnsan haklarına tecavüz etmiş olan insanların da helallik istemesi gerekir, helalleşmek şarttır ve elzemdir.  Yoksa yeryüzü hiddete geldiği zaman, yer yarılır ve insanları yutar.  Tıpkı bugünkü halimiz gibi… Allah’a karşı daima tövbekar olmamız lazım, kimsenin hakkına tecavüz etmememiz gerekir, zulmetmememiz lazım..

***

Nitekim Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Enfâl suresinin 25. Ayetinde bize şu uyarıyı yapıyor…

İnanmış bir toplum olarak Allah’ın çizgisinden ayrılmamamız gerekir.

Ayrıldığımız takdirde yer küresini insanlara musallat eder ve gerekeni yapar.

Enfâl suresinin 25. Ayetinin meali aynen şöyledir;

“Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır…”

***

“Bu âyette, müslümanların kötülüklere karşı cephe almada duyarlı olmaları emredilmekte… Aksi takdirde azabın bütün toplumu kapsayacağı uyarısı yapılmaktadır.”

Bu az öz bir hatırlatma ve uyarı değildir.

Bu ihtarat-ı ilahiyedir.

* * *

Bakınız, Kur’an-ı Kerim’in “Zilzal” suresini Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, 14. SÖZ’de “Zeyli” başlığı altında, şu tefsiri yapıyor…

Üstad diyor ki;

“ŞU SÛRE kat'iyen ifade ediyor ki, küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor.”

İşte Zilzal suresi 8 ayetiyle bize bunları hatırlatıyor.

Yeryüzü aldığı emir neticesinde harekete geçiyor ve insanların yapmış olduğu kötülükler yüzünden hiddete geliyor.

Üstad şöyle devam ediyor;

“Mânevî ve ehemmiyetli bir canipten, şimdiki zelzele münasebetiyle, altı yedi cüz'î suale karşı, yine mânevî ihtar yardımıyla cevapları kalbe geldi. Tafsilen yazmak kaç defa niyet ettimse de izin verilmedi.

Yalnız icmalen kısacık yazılacak.

Birinci sual: Bu büyük zelzelenin maddî musibetinden daha elîm, mânevî bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve meyusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek dehşetli bir azap vermesi nedendir?

Yine mânevî cevap:

Şöyle denildi ki, Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemâl-i neş'e ve sürurla, sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bazan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedârâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi. (Bu tarihi Erzincan Depremine işarettir, 1939)

***

İkinci sual:

Niçin gâvurların memleketlerinde bu semâvî tokat başlarına gelmiyor, bu biçare Müslümanlara iniyor?

Elcevap:

Büyük hatalar ve cinayetler tehirle büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler tâcille küçük merkezlerde verildiği gibi, mühim bir hikmete binaen, ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı âzamı Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşre tehir edilerek, ehl-i imanın hataları kısmen bu dünyada cezası verilir.

***

Üçüncü sual:

Bazı eşhâsın (şahısların) hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Elcevap:

Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın (insanların) o zalim eşhâsın (şahısların) harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla mânen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.

***

Dördüncü sual:

Madem bu zelzele musibeti hataların neticesi ve keffâretü'z-zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Âdaletullah nasıl müsaade eder?

Yine mânevî canipten elcevap:

Bu mesele sırr-ı kadere taallûk ettiği için, Risale-i Kadere havale edip, yalnız burada bu kadar denildi:

Yani, "Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar."

***

Şu âyetin sırrı şudur ki:

Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif, iktiza ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, ta müsabaka ve mücahede ile Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebu Cehil'ler, aynen Ebu Bekir'ler gibi teslim olup, mücahede ile mânevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.

***

Madem mazlum zalim ile beraber musibete düşmek hikmet-i İlâhiyece lâzım geliyor. Acaba o biçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?

Bu suale karşı, cevaben denildi ki:

O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.”

En derin saygı ve sevgilerimle.