KUTSAL KAVRAMLAR ÜZERİNDE YAPILAN TAHRİFATLAR!? (III)

Sevgili okurlar...

Yazı başlığımız aynı.. Dünden devam diyerek, sohbetimizi sürdürüyoruz!..

Her ne kadar mevzular değişiklik arz etse de, vurgu, tema ve hadiselerin üreme gerekçesi aynıdır...

Hile ve desise!...

Dünkü sohbetimizin son bölümünde, “Vurguncu Avukat” başlığı altında, yayımlanan haberden, özet aktarmıştık.

Detayını da bugün, sizinle hasbıhal edeceğimize dair de not düşmüştük..

Aslında “Vurguncu Avukat” olayı kişisel görünse de, özü itibariyle Yargının “Savunma Erki” denilen kurumsal kimliğinin geldiği vahameti gözler önüne seriyor..

Çünkü O vurguncu avukat gibi, bu kutsal mesleği istismar eden daha nice “vurguncu avukatların” var olduğu gerçeği tartışılmazdır...

Demiştik ki haklıyı haksız, haksızı da haklı göstermek suretiyle devletin yargıcını enva-i türlü entrikalı anlatımlarla yanıltarak, yanlış kararların çıkarılmasına çalışan birçok avukatı burada deşifre etmiştim...

Ki yazmaya deşifre etmeye devam edeceğiz...

***

Dünkü yazımda, şöyle bir cümle kurmuştum..

Demiştim ki;

 “Hukuk ve Demokrasi adı altında tam tersine hukuksuzluk ve antidemokratik bir hal yaşatılıyor.

Sadece haram para kazanma anlayışıyla yola çıkan şu avukatlık kanununa da bir el atılmalı…”

Evet, el atılmalı, neşter vurulmalı, yargıyı da, savunma erkini de “hile ve desiselerle” güvensiz hale getiren anlayışa sahip olanların “ayıklanması” gerekir..

Zira böylesine avukatlar, adaletin kutsal cübbesini sırtında göstermelik olsa dahi taşıdıklarından dolayı; “fırsat bu fırsat” deyip “ne kazandıysam kardır” misaliyle yola çıkıyorlar...

Kutsal mesleği kirleten rantiyeci nice avukatların varlığı Türkiye’mizde ve özellikle Diyarbakır’ımızda, tartışılmazdır...

 

***

 

 

Hele ki, ideolojik, yanlı ve bağımlı olan İş Kanununun muhtevasını kendilerine fırsata dönüştüren bir kesim avukat var ki, maazallah!...

Fitne üretici!..

Köşemin müdavimleri bilirler..

Avukatlık unvanını taşıyan böylesine rantiyeci avukatların ne kadar kirli ve yanlış faaliyetler içerisinde olup, işçiyi de, işvereni de yargıyı da “akla hayale gelmeyen” senaryolar üreterek, aldattığını defalarca burada dile getirip, yazdım!...

Nitekim, gazeteye manşet olan haber de, “tıpa tıp” İş Mahkemelerinde, İş kanunlarının “ideolojik ve tarafgirlik” boşluğunu fırsata dönüştürüp, nice müvekkillerini aldattıklarını tescil etmektedir..

Bugüne kadar dürüst gerçek hukukçu olarak birileri çıkıp da, bizim bu minvalde ele alıp, konu ettiğimiz kişi ve mevzularla alakalı, yalanlayamamıştır...

Karşıt bir belge ortaya koyamamıştır..

Tabi gündeme getirdiğimiz, mevzu ettiğimiz “savunma erkiyle” alakalı hadiselerde, mesleğini doğru, tarafsız, ilkeli, dürüstçe yerine getiren avukatları tenzih ederek, yanlı, ideolojik, rantiyeci, vurguncu avukatlar için yazıp, söylemişizdir.

Özellikle Diyarbakır’daki bazı İş Mahkemelerinin hâkimleri karşı tarafın avukatının birini bin edercesine, adeta kararları üzerine şerh yazarcasına alınan yanlı kararlar apayrı garabetler taşıdığını da ifade etmek isterim...

Ne yazık ki, Devletin işverenle işçi arasındaki sözleşmeyi, yani davacı ile davalı arasındaki resmi belgeleri görmezlikten geliyor..

Devletin resmi belgeleri hiçe sayılıyor.

Yanlı, kıytırık, husumetli tanıklar dinleniyor ve adeta yalan makinesi durumundaki o yanlı ve husumetli tanıkların tanıklığıyla, hüküm veriyor...

Dosyadaki resmi belgeyi atıl hale getirtiyor...

Peki nerde kaldı, hukuk devleti ilkesi!?..

Nerde devletin resmi evrakı, belgesi, yasal mevzuatı!?..

İşte tıpkı dünkü vurgun avukatının yaptığı gibi..

Bu tür haller Adalet’e olan güveni sarsıyor...

Adalet bakanlığı bünyesindeki kocaman bir Adalet mekanizması böylesine kirli oyunlarla, ayak takımları tezgahlarla, hak, hukuk, adalet “ayaklar” altına alınıyorsa, tarafgirlik ve ideolojik hükümler tesis ediliyorsa..

Sormak lazım, bu memleket nereye gidecek?.

Bu ülke insanı hakkını, hukukunu, adaletini nerde arayacak?..

Vahim bir tablo..

 

* * *

 

Şöyle bir hâkim kararının hal-i pür melaline de bakalım.

Sosyal Güvenlik Kurumunun onayladığı bordro, o dava için, her iki taraf için kanıtlayıcı bir delildir.

Çünkü resmidir.

Çünkü davacının ıslak imzası var.

Ama heyhat!

Benim yargıcım, karşı tarafın istek ve arzuları doğrultusunda yola çıkarak bordro tanığını aramaya başlıyor.

Ve sıradan herhangi bir isim buluyor, yazıyor, “şunu çağırın” diyor.

Defalarca aynı isimler geliyor.

“Benim bu işten haberim yok, benim aldığım maaş budur, benim sigortam budur” demesine rağmen yargıcın hep aynı telden vurması, doğrusu insan böylesine adalet adını taşıyan hukuka “PES” demek zorunda kalıyor..

“Evlere şenlik, nazar değmesin!” demekten başka bir şey bulamıyoruz.

Defalarca bakanlığa yazdık, kamuoyuyla paylaştık.

Yazıyoruz, çiziyoruz, yazmaya da devam edeceğiz.

Peki, ya şirketlerin tüzel kişiliğine rağmen “yetkili yerine şirket sahibi kimdir?” demeleri apayrı bir hukuk garabeti değil midir?.

Zira bilindiği üzere şirketler tüzel kişiliğe sahip olup, özel sahibi yoktur.

Bunun dahi bilgisine sahip olmayan nice yargıçları gördük ve hala da görmeye devam ediyoruz.

İllaki şirketlerin sahibi olmaz, şirketlerin sahibi tüzel kişiliktir, illaki hissedarları olur, yetkilileri olur.

Defalarca yazıp çizmemize rağmen herkes yine aynı telden vuruyor.

İşte gel hukukun neresine bakacaksın?

Hele hele bir de Ticaret Sicil Gazetesinin resmi kanıtlayıcı bir belge olduğu halde, Ticaret Sicil Gazetesindeki yazılan şirketlerin unvanları, ortakları, sermayesi, adresleri olmasına rağmen…

Karşı tarafın avukatının borazanlığıyla mahkemeyi yanıltarak ileri sürdüğü savunma şekli de apayrı bir faciadır.

Neden mi?

Zira karşı taraf, davacı diyor ki;

Şu şirketle-bu şirket arasında illiyet bağı vardır.

O zaman iki şirket de aynıdır.

A şirketinden bir şey alamıyorsa, B şirketinden de organik bağa sahip olduğu için orada çalışmış gibi göstermek istiyor ve karar çıkarıyor.

Oysaki benim mahkemem, benim istinaf mahkemelerim, benim Yargıtayım her nedense demiyorlar ki;

“Yahu illiyet bağının manası ne?

Zaten Ticaret Sicil Gazetesinde her iki şirketin adresi, unvanı, tüzel kişiliği, sermayesi, hissedarları açık ve nettir.

Bir şirkette olan bir hissedarın dahi diğer şirkette hissedarlığı yoktur.”

Olmadığı halde, öküzün altında buzağı aramaya ne gerek var.

Ama arıyorlar...

İş mahkemesi hâkimleri bunu dahi araştırmaya çalışıyorlar.

Denir ya, gelin de ayıklayın pirincin taşını?!

Ne kadar zor değil mi?

* * *

Ya bir de şu İçişleri Bakanlığına, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlı bazı belediyeler ve atanan kayyumlara bir bakın!...

Belediyeler antidemokratik, hukuk dışı uygulama ve işlemlerin merkezi haline gelmiş?..

Bırakın hukukun üstünlüğüne inanmayı veya demokratik bir ülkede yaşama halini; zerresi yok!…

Tam tersine sanki muz devletiymiş gibi hareket ediyorlar...

Yaptıkları zorbalıklar, adeta arazi mafyalarıyla işbirliği yaparak vatandaşın tapularına el koyup yüzde 45, yüzde 50’ye yakın arsa sahibinden pay alma zorbalığı apayrı bir fecaattir.

Rezalettir.

Hukuksuzluktur.

Tüm bu olumsuzluk ve yanlışlık mezalimi silsilesi hiç yokmuş gibi üstüne üstlük bir de arsanın değer biçme biçimine de yine belediye hissesini alıyor.

Yani çifte rant.

Zaten birinci sırada 18 uygulamasında arsa payının yüzde 40 alması gerekirken yüzde 48-50’lere kadar alıyor.

Bir de diyor ki arsa sahibine;

“Gel buraya, bakanlıktan yeni gelen yazı.

Arsaya değer biçmede değer artışı söz konusudur.

Bu değer artışından da ayriyeten belediyeye pay vereceksin!”

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin manşetinde yer alan büyük puntolarla yazılan “KAÇAK YAPI TARTIŞMASI” haberi oldukça dikkat çekicidir.

“Diyarbakır’da kaçak yapılaşma ve rant alanları ile ilgili Büyükşehir Belediyesi ile Mimarlar Odası arasındaki tartışma sürüyor.”

Bu haberin detayını yarın sizinle paylaşacağız.

 

* * *

 

İnanın, sevgili okurlar.

Bu uygulama muz devletlerinde bile yoktur.

Bırakın hukukun üstünlüğüne inanarak, demokrasiyle yönetilen bir devleti, tam tersine sosyalist ve komünist ülkelerde dahi bu tür uygulamaların var olduğuna inanmıyoruz.

İbrahim Hakkı Hazretlerinin şu tespitiyle bugünkü yazımızı sonlandıralım.

“Hâk şerleri hayr eyler

Zannetme ki gayr eyler

Arif anı seyr eyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler”

Baskıcı yönetimler değil, büyük olan Allah’tır.

En derin saygı ve sevgilerimle.