MİLLİ VE YERLİ OLMAYAN SİYASET, KARGAŞA GETİRİR!? (II)

Sevgili okurlar…

Dünkü bu köşede sizinle yapmış olduğumuz mülahazanın ana stratejisi ve temel amacı; “toplumsal bir barışın, kardeşliğin ve sulhun temin” edilmesine ilişkindi…

Tabi tüm bunların ikmale gelmesi, huzurun, mutluluğun, zenginliğin, ferahlığın oluşabilmesinin de ana şartı, ülke idaresinde “milli ve yerli bir siyasetin” hâkim olmasıdır…

Çünkü “milli ve yerli olmayan siyaset” kargaşa ve huzursuzluk, hizipleşme, kutuplaşma, ideolojik yönde “bölünme” yaratır…

Bu minvalde yazımızın son bölümünde de, “Nisâ” suresinin 58. Ayetinin yüce mealini sizinle paylaşmıştık…

Ve demiştik ki;

“Allah size, mutlaka emaneti (ve işleri) ehil ve emin olan ellere teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalet (ve hakkaniyet)le hükmetmenizi emreder…”

Bu ayetin yüce mealini sohbetimizin ana temel dayanak noktası olarak belirleyip günümüzde yaşanan ve yaşatılanları dilimizin döndüğü kadar, irdelemiştik…

Hep ifade ediyorum..

Huzurlu toplum, istikrarlı bir devlet yönetimiyle mümkündür…

Eğer ki toplumla devlet arasında samimi ve ihlâslı bir ilişki var ise…

Çıktığı yol, belirlediği istikamet “hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük, inanç hürriyetiyle” bütünleşiyorsa “barış” kaçınılmazdır…

Kopmaz organik bir bağ vardır…

Ki o bağ da “illiyet” bağıdır…

 

***

 

Demem o ki “illiyet” bağının olmazsa olmazı “devlet ile milletin” aynı inancın rotasında yürümesi ve bütünleşmesi gerekir..

Yoksa devlet başka bir dinin ve inancın rotasında giderse, başka ideolojilerin himayesine girerse, millette başka vadilerde kendine kulvar belirlerse, aksi istikamette bir yörünge oluşturmaya kalkarsa; “kargaşa, şiddet, kaos” kaçınılmaz hale gelir..

O toplumun, o devletin bünyesinde fitne unsurlarının varlığı kaçınılmaz hale gelir..

Her daim üreme gösterir..

Ve hiç kuşkusuz ki bunun ana müsebbibi ve tek sorumlusu diyebileceğim mekanizma da “yerli ve milli olmayan siyasettir?”…

Ki icra edilen siyaset; adil bir siyaset olma gerçeğinden çıkmıştır..

Hal böyle olunca da, siyaset ve siyaset adamları kişisel rant temininden kendilerini alıkoyamazlar..

Kargaşa, terör, rüşvet, adam kayırma, ahlaki çöküntüler silsilesi sıradanlaşır..

 

***

 

 

Sevgili okurlar..

Nisa suresinin 58. Ayeti bugün de olduğu gibi kıyamete dek ilahi bir hükümdür, kaçınılmazdır.

Görünen odur ki toplum olsun, toplumu yöneten kadrolar olsun, siyasi ideoloji olsun, ne hazindir ki bu ayetin yüce mealinden fersah fersah uzaktırlar…

Çünkü Devletin kuruluş biçimi sekülarist, laikçi ve Kemalist anlayışla bina edilmiştir…

Dini hükümlerden, İslam’ın ana çizgilerinden uzak olup milleti de bu şekilde bin senelik bir tarihinden, kültüründen, inancından, kitabından uzaklaştırmıştır…

Siyasilerimiz, siyaset dünyamız gelen giden iktidarlar olsun, gelen giden muhalefetler olsun, bu milletle devlet arasındaki organik bağı temin etmede samimiyet göstermemişlerdir..

Bilakis bağı koparma adına var olan mevcudiyeti koruyup-kolladıkları gibi, “ateşi de” körüklemeyi ihmal etmemişlerdir..

Ve “bu milleti “sulh” içerisinde nasıl yönetebiliriz, “milli ve yerli siyaseti” nasıl üretebiliriz, İslam’ın ve inancın değer ölçülerini nasıl içselleştirip, devletin ve milletin “kalbi derinliklerine” nüfuz edebiliriz” gayreti içerisine girmemişlerdir, düşünebilme aklına sahip olamamışlardır..

Hep günü düşünmüşlerdir..

Bu da derindir ve düşündürücüdür.

Evet, Allah “Emaneti ehline verin” diyor.

Ama heyhat!

Bakıyorsun ki hiç de öyle değildir.

Bugünkü sohbetimize bariz bir şekilde örnek getirirsek..

Bu minvalde Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Mâide” suresinin 41. Ayetinin bir bölümünü sizinle paylaşmak istiyoruz.

Bakınız, Hz. Peygamber (S.A.V) ile Yahudiler arasındaki olup bitenleri tüm detayıyla anlatan ayet şöyle buyuruyor;

“Ey Resul! Kalpleri iman etmediği halde (sırf sizi kandırmak için) ağızlarıyla “biz de inandık” diyen (münafık)larla (Yahudilerden oluşmuş) küfür yarışçıları seni üzmesin! O Yahudilerden, sürekli yalan dinlerler ve senin yanına yaklaşmayan diğer bir kavmin sözlerine kulak kabartırlar. Onlar kitaptaki kelimelerin yerlerini ve anlamlarını (kasten) değiştirirler. “Size şu hüküm verilirse alın, o verilmezse uzak durun” diye tembih ederler. Allah, (kötü niyet ve eylemlerinden dolayı) kimin düştüğü sapıklıkta kalmasını isterse, artık sen onu (kurtulması için) Allah'ın elinden alamazsın.”

 

 

***

 

Sevgili okurlar.

Bu ayetin başından sonuna kadar Yahudi kavimlerinin kendilerine istikbal (gelecek) temini için Allah’ın Tevrat’ta gönderdiği gerçekleri tahrif edip ana çizgisinden saptırıp kendi maksatlarına ulaşmak için Hz. Resulullah (S.A.V) Efendimiz’e karşı ağızlarıyla “inandık” diyorlar ise de kalpleriyle iman etmiş sayılmazlar.

Yani yüzlerinize gülerler, içleri ise başka amaçlar taşıyor.

Bu itibarla yazımıza da başlık olarak “MİLLİ VE YERLİ OLMAYAN SİYASET, KARGAŞA GETİRİR!?” ifadesini kullandık..

Aynı hal yıllardan beri Türkiye’mizde yaşamaya da devam ediyor.

Sormak gerekmez mi, bugün dahil milletle devlet arasında ne derece organik bir bağın varlığı söz konusudur?

Yoktur…

Var demek de, aldatmacadan ibarettir..

Ki kargaşalar, hırsızlıklar, rüşvetler, adam kayırmalar, siyasi oyunlar ve daha neler neler yaşanıp, durmaktadır?

Bakınız, Abdurrahman Dilipak dünkü Yeni Akit Gazetesindeki yazısında şöyle bir başlık atmış;

“Hırsız vaaaar!”

Devamla şöyle diyor;

“Öyle anlaşılıyor ki, birileri işinin görülmüş olmasını istiyor. Onun helal olup olmadığı çok da umurlarında değil. “Gemisini yürüten kaptan”, o geminin nasıl yürüdüğü pek umurlarında değil sanki. Bu tür insanlara kızar gibi gözükse de kıskanır aslında. Hele onu kendinden daha akılsız, daha yüksek ve zengin görüyorsa! Yalancıya da kızmazlar. Çünkü kendisi de yalancıdır bu tiplerin. “At hırsızı” olacaksın, ötekinin kılıcını elinden alacaksın!. Birileri eğer bir şeyler yapamıyorsa, “iş bilmezliğindendir” derler! Çünkü “Adamını bulacak” “hürmet”ini vereceksin!.”

 

***

 

 

 

Dilipak Hocamızın tespitleri yerli yerinde…

Denir ya; “taşı gediğine koymuştur?”..

Bugün Türkiye’de öyle bir hal yaşanıyor ki özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da; “vahimin de ötesinde vahimlik var..”

Hele hele şu Diyarbakır’ımıza bakalım.

Hele hele şu şaibeli insanların kilit noktalara getirilme haline bakalım.

Hele hele bürokrat olarak bu memlekete tayin edilip gönderilenlerden bazıları ideolojik bölgecilikle yola çıkıyorlar..

Himayelerindeki memurlar hangi ideolojilere bağlı?..

Kurumlar büyük bir şaibenin altında?..

Çünkü, ehil ve liyakat yoksunluğu var?..

Memleket insanı hangi coğrafyada bulunursa bulunsun, mutlaka devleti temsil eden iyi insanları istiyor.

Yaptıkları icraatları da güzel olursa mutluluk veriyor.

Ama şaibeli, hem de kötü şaibeli, hem de hırsızlık, adam kayırma, ihaleleri birilerine peşkeş ettirme vs. vs. ile karşılaşılırsa mutluluk yerine elem verir.

Bundan mütevellit yine sorumlusu mevcut siyasettir…

Bu hal muhaldir.

Devam edemez.

Ya yeni bir hal, yeni bir icat, yeni bir Türkiye, hukukun üstünlüğüne ve insan temel hak ve özgürlüğüne bağlı bir yönetim hali veyahut da izmihlal!

Yani yok olma girdabına girmekten kendini kurtaramaz bu ülke.

Bakınız, nerdeyse bir aydan beri dolar, faiz, riba ve enflasyon kavramları insanlarımızın beyinlerine birer kurşun misali, mevta durumuna soktu!…

Toplumsal bir ekonomiksel facia yaşanmaktadır.

Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanımız doları sert bir şekilde aşağıya çekmişse de, doların yükselmesine yönelik vurguncu bir kesim parasını bağlamışsa ve dolar aşağıya çekilmişse, o insanlar nasıl bir çıkış yolu bulacaklar.

Bize göre o da apayrı bir kargaşa halidir.

Helal, haram demeden faize, ribaya, enflasyona, doların yükselişine yönelik parasını biriktirip vurgun peşinde olanlar…

Helal haramı birbirinden ayırt etmeyen kargaşacı bir kesimin yanı sıra bir de devletin bazı kurum ve kuruluşlarına yönelik şaibeler…

Hepsi domino taşı misali; facia!..

Hele hele bugünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin manşetinde yer alan;  Öğretmenevi’nin gıda alım satımındaki yolsuzluğu incelemek üzere gelen müfettişlerle ilgili haber…

Müfettişlerin neyle uğraştıkları tabi henüz malumumuz olmamakla beraber, çok kirli bir yolsuzluğun varlığından söz edilmiyor değil..

Peki, sormazlar mı?

Ey Valilik, ey Milli Eğitim Müdürlüğü, ey bu kentin iktidar mensupları, siyasiler ve bakanlık, böylesine insanları kim oraya atamış veya görevlendirmiştir?

Hangi siyaset unsuru orada yanlı davranarak kimleri kayırmış…

Kişisel çıkar temini için devlete ve millete yolsuzluklarla zarar verebilirsiniz, fetvasını kim vermiş?

İki sene evvel giden Milli Eğitim Müdürü Feysel Taşçıer’in Diyarbakır’ın Çüngüş ilçesindeki Sertifika Skandalıyla ilgili 10 milyonlarla oynamış olmasına rağmen…

Her ne kadar o insan utanma belasına da olsa görevden alınmış ise de idari bakımdan bununla yetinilmiş olup, hakkında herhangi bir adli soruşturma söz konusu olmamıştır.

Ve böylece yaptığı yanında kar kalmış gibi yeniden Ankara’ya alınmış ve yine devletin başka kurumunda çalışmasına devam ediyor o Müdür…

Peki, bugünkü Öğretmenevi’ndeki müfettişlik hali acaba oranın uzantısı değil midir?

Sormak istediğim bir soru daha var?..

Ya Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ndeki genel sekreterlik ve imar müdürlüğü bölümünde yeni yeni çıkan bazı şaibelere kim ne diyecek?

Onu bugün için kapalı olarak geçeceğiz, ama önümüzdeki günlerde öyle ümit ediyoruz ki oradan da çok pis kokular çıkabileceğine inanıyoruz.

Dünkü yazımızda da dediğimiz gibi;

Deveden sormuşlar, “boynun neden eğridir?”

O da demiş ki; “Nerem doğru ki”

Bugün yürürlükte olan siyaset, devletle millet arasındaki uyuşmazlığın ana kaynağıdır?

Bu siyaset nedir, nereden geliyor ve nereye kadar devam edecek?

Bu soruya cevap arıyoruz.

Ama ne var ki tek bir kelimeyle yerli ve milli olmayan bir siyasetle ülke ancak bu şekilde yönetilebilir(!)

Keşke dost olmayan ülkelerden ithal edilmiş kirli ideolojilerle dopdolu sistemlerle ülkemiz yönetilmemiş olsaydı!

Ne güzel olurdu.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.