Türk siyaseti milli bir siyaset midir?!

Bence değildir.. Ve bugüne kadar da hiç olmamıştır.. Dünkü “Siyaset ne alemde” başlığı altındaki sohbetimizde, siyasetin geldiği aşamayı detaylı bir şekilde irdelemiştik! Çünkü siyasetin seyri ne ülke açısından, ne toplum açısından, ne de devletin işleyiş mekanizması açısından; “huzur ve güven” vermiyor! Salt bugün değil, 1 asra aşkın zaman dilimidir; aynı rotada dünü aratır seyrediyor.

***

Bugün, okurlardan gelen soru mahiyetli bir ifadeyi başlığa taşıdık.. Ki, köşemin müdavimleri bilirler, bu yönde çok ama çok yazılarım, sohbetlerim ve anlatımlarım oldu… “Türk Siyaseti milli bir siyaset midir?” diye... Lakin, soruya yanıt olarak net bir şekilde, insan göğsünü gere gere cevap veremiyor?!.. Veremediği için de akla nice yanıt isteyen sorular geliyor!

Ne diyoruz?.. Türk siyaseti hangi kulvarda yürüyor?.. Nereden ve hangi kaynaktan gelip, beslenmektedir?.. Ve sistematik olarak uygulama hali, Türk milletinin, Türkiye insanının, Türkiye coğrafyasının dengesine uygun mudur?.. Ve daha sayabileceğimiz, onlarca soru!…

Eğer ki huzuru, güveni, istikrarı, toplumsal değerlerin kutsallığının savunup, korunması vaki ise.. Yani uygunluk söz konusu ise.. O zaman, “milli bir siyasetin” icrasından söz edebiliriz.. Ama gel gör ki; hiç de uygun olmadığı gibi “milli bir ruhu” içermiyor…

Hele hele milli iradeyi hiç temsil etmiyor.

***

İthal malıdır.. Devleti, milleti birbirine düşürüp bölük pörçük hale getirmek isteyen emperyalizme ve Siyonizm’e dayalı bir projenin uygulanma şeklidir.. Ki bu da sahadaki görüntüyle kendini ifşa ediyor… Yani kendini ele veriyor… Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek; “siyaset” icra mekanizması olmasına rağmen milletle, milli iradenin ruhuyla “ters” istikamette gidiyor.. Uygulamaları da, terstendir!

***

Sosyalist, sol mihraklara dayalı, ulusalcı, sekülarist, Kemalist anlayışa sahip bir siyasetin hakimiyeti var… Ki, görüşlerin tümü de zaten CHP’nin mevcudiyetinde temel ilkelerdir…CHP bir ölçüde hepsinin temsilcisi ve tek savunucusu.. Onun için de, orta yerdeki siyasetin millilikle uzaktan yakından alakası yoktur.  Tümüyle dış mihraklara dayalı olup, ülkeye terör çeşitlerinin karanlıklarını çökerten bir siyasi projedir.. Hiçbir zaman Türk’ün ve Türkiye’nin “bağrından” çıkmış değildir…

***

Tarihsel bakarsak, milli mücadeleden başlayarak.. Yani, 1915’lerden itibaren vücut bulan bu siyasi proje, ne yazık ki, peyderpey yayılım göstererek, ülkenin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiştir.? Ki ilk sızma da İstanbul’un açık bir şekilde, İngilizlere pazarlanıp, istila edilmesine imkan verilmesi oldu… Ve bu projenin mucitleri de İttihat Terakki Partisinin masonik paşalarıydı..

***

1918’de Türkiye’yi terk edip kaçmak zorunda kalan maşa paşaların, dış ülkelerde ölmeleri, böylece o şeklin uzantısı ne yazık ki cumhuriyet dönemindeki CHP anlayışına devredildi.. Bu itibarla “danışıklı dövüş” misaliyle yola çıkarsak, bu sistemin böylesine bir siyaset hali, hiçbir zaman milli olmamıştır, olmaz da, olacağa da benzemiyor..

***

Peki ya aynı siyasete sımsıkı sarılan ve ona inanıp onunla kalkıp oturan, onun sayesinde iktidarı elinde tutan muhafazakâr geçinen siyasete ne diyeceksiniz? İşte o siyaset de yukarıda bahse konu olan siyasetin bir parçası olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Zira aynı siyasetin Türkiye’de sürdürdüğü hegemonya, her ne kadar CHP’ye millet tarafından bir iktidar geçidi verilmemişse de muhafazakâr geçinen siyasetin ve siyaset mihraklarının gerçek kimliklerini gizleyerek sahiplenmişlerdir..

Muhafazakârlık ve İslam’ın savunucusu olarak kendilerini millete lanse etmeye çalışan bu siyasetin de anlatılan sekülarist ve Kemalist siyasetten zerre kadar farkı yoktur. Çünkü onu koruyan, kollayan, sahiplenen bir mekanizmanın, kollayıcısı!.. Zira CHP’nin getirdiklerini zımni ve hükmi olarak aynısı kullanılmaktadır.  Hem de muhafazakârların elinde.

***

İşte “TÜRK SİYASETİ MİLLİ BİR SİYASET MİDİR?!” ifadesini başlık olarak kullanmamızın ana nedeni ve gerçek yüzü bunu kastediyor.

Dışarıdan ithal edilen, topluma, ülkeye karanlıkları çökerten bir siyaset, hangi partinin elinde olursa olsun, o siyaset milli olamaz.

***

Bu itibarla kamuoyu adına diyoruz ki;

Milli olmayan uygulamalarıyla, hal ve edvarlarıyla, kavram kargaşalarıyla yaşamakta olan siyaset, bugüne kadar millete ve milli iradeye “milli siyaset” olarak kendini inandıramamıştır.

Milli olmayan bir siyasetin, yukarıda belirttiğimiz gibi ülkeye feodalite sistemlerinden tut terör odaklarına kadar, din istismarlarına kadar, meslek istismarlarına kadar enva-i olumsuzlukları aşılayan bir mekanizmadır..  Hiçbir zaman milli olmadığı gibi, milletine de kendini inandıramamış bir siyasettir.

***

Dışarıdan ithal edilip getirilen bu siyasetin habbeleri, yani tohumcukları birer tane nifak filizi vererek ne yazık ki yüz sene içerisinde hep başak vermiştir.

Onun içindir ki millet iktidardaki olan, iktidarda olup muktedir olamayan siyasi partilerle, milletin iktidar yüzü göstermediği diğer muhalefet partileriyle hayat boyunca bağışıklık sağlamamıştır ve bundan böyle de güven bağışıklığı da toplumda aranmamalıdır.

Böylesine kirli maceraperest bir siyasetin çıkarlara dayalı olup, kişisel kârını başkasının zararında bulan bir anlayışa sahip olduğu gerçeği söz konusu.. Topluma güven veremez.

Sadakat ve dürüstlüğünü de gerçekleştiremez.

Olsa olsa koyun ve kuzu postuna bürünüp tehlikeli saldırgan bir kurt halini millete yaşatır.. Dün olduğu gibi bugün de aynı rotada gidiyor..

***

Bakınız, böylesine hal toplumu içten vuran münafıklığın, ciddi versiyonudur ve gizli bir düşmanlık halidir.

Onun için Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, böylesine bir tehlikeye nifak tehlikesi demiştir..

Bu tehlike küfür tehlikesinden çok daha fazladır…

Zira görülmeyen bir düşmana veyahut vücuda giren sinsi bir hastalığa teşhis konulmadığı takdirde, ölümcül olur…

Sinsi sinsi gelişir, habisleşir..

Ve en şiddetli bir El-Hannas’tır.

Çıkardığı fesadın tüm fesatlardan daha üstün bir fesat olduğunu hiç kimse inkâr edemez.

Zira “dost görünüp düşman muamelesini gösteren” böylesine mani unsurlardan memleket, hep zarar görmüştür.

Ve hala da o zararın acısını her gün birkaç Mehmetçiğin PKK teröristlerinin kurşununa hedef olup şehit düşmesiyle yaşıyoruz…

Anadolu ailelerinin ocaklarına düşen kor ateşi…

Önü arkası kesilmeyen PKK hıyanetinin, gerek Suriye’de, gerek Irak’ta da olsa, cansiperane mücadele eden gencecik Mehmetçiklerin şehadet haberlerinin gelmesi, gerçekten toplumu tedirgin ediyor.

Toplum ne yapsın, nereye gitsin, nerelere başvursun?

Çaresizlik içerisindedir.

Gerçekten akla gelen sorulardan biri de şudur.

Eğer gelen giden iktidarların ve muhalefetlerin siyaseti, terör odaklarının başını çeken PKK’yla mücadele söz konusuysa bize göre bu boşunadır.

Zira PKK kendi başına değil ki bağımsız da değildir.

ASALA=PKK olarak adlandırılırsa ki öyledir.

Bunun kaynağı da dost olarak, müttefik olarak bildiğimiz ABD’dir.

Bir yandan milli gücünle dağdaki üç beş tane PKK terör militanlarıyla uğraşırken, arka planda da bir türlü bağını ne NATO’dan koparıyorsun, ne de ABD’den?

Sonra da etrafımızı saran savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalınıyor..

Zira ABD’ye hala da dost diyoruz.

ABD ise Yunana silah veriyor.

Müttefikimiz diyoruz.

Suriye’de PKK’ya bir devlet kurdurmaya çalışıyor.

Peki, bu siyasetle bu devlet nereye gidecek?

Gerçekten kendi kendimizi sorgulamaktan başka çaremiz yok.

Allah encamımızı hayırla sonuçlandırsın diye dua ediyoruz.

Ve devleti yöneten devlet adamlarını da imandan, inançtan ve izandan ayırmasın.

Özellikle ana muhalefete de siyasi bir istikameti nasip eylesin.

Aksi halde ülke olarak halimiz perişan.

En derin saygı ve sevgilerimle.