“HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ” BİZİM İÇ SORUNUMUZDUR!?

Evet, sevgili okurlar.

İki gün önce peş peşe, “MEŞRUTİYET, CUMHURİYET VE DEMOKRASİ” başlığıyla, dün de “ZAFER YİNE ERDOĞAN’DA” başlığı altında, sizinle hasbi halimiz oldu...

Bugünkü sohbetimize de, “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ BİZİM İÇ SORUNUMUZDUR!?” ifadesini, başlık olarak seçtik...

Tabi başlıklar ve sohbetlerimizin muhtevası, aslında “zincirin” birer halkasını teşkil etmektedir..

Yani, biri diğerinin bütünleştiricisidir...

Sevgili okurlar.

İçinde bulunduğumuz haftanın ilk üç gününde, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, çalışma alanını bir hayli geniş tuttu diyebiliriz..

Özellikle, Dış Politika açısından..

Brüksel’de NATO zirvesine katıldı..

İçimizdeki sorun yaratan muhalefetin hedefinde ve ana beklentisi şuydu..

“Erdoğan eli boş dönecek ve Biden’dan azar işitecek..”

Yani bir dizi kurgular yapılıyordu..

Ama heyhat!

Denir ya, “emelleri kursaklarında” kaldı...

Onların dediği çıkmadığı gibi, beklentileri de boşa çıktı..

Erdoğan, Fransa, Almanya, İngiltere ve ABD Başkanlarıyla ve önemli devletlerin kilit adamlarıyla çok dostane sohbetler geliştirdi?..

Gülümsemeler, kahkahalar.

Özellikle Erdoğan ve Biden’ın birbirine sarılmaları..

Dünyada ve ülkemizde, apayrı yeni rüzgarlar estirdi?..

Ancak özellikle ana muhalefet partisi ve yavrusu durumundaki İyi Partinin hayalleri suya düştü ve ümitleri kursaklarında kaldı.

NATO zirvesi biter bitmez, aynı saatler içerisinde gece de olsa Cumhurbaşkanı Erdoğan Azerbaycan’a uçtu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şuşa kahramanları ile buluşmak üzere davet edildi..

İki kardeş..

Erdoğan ile Aliyev...

28 yıl sonra Ermeni işgalinden kurtarılan Şuşa’ya yaptıkları ziyaret “dostları sevindirirken düşmanları da çatlattı.”

Anlayacağınız; Erdoğan’ın son üç gün içerisindeki “dış politikada” sergilediği tutumu, dünya konjonktüründe büyük bir ilerleme kaydetti...

Alanı geniş tuttu...

Bir çok “zirve zaferi” gerçekleştirdi diyebiliriz..

 

***

 

Ancak “iç meseleler” konusunda, bize göre “istenilen ve beklenilen” hassasiyetler pek gösterilmiyor..

Nitekim, dünkü sohbetimizde dile getirmiştim..

Aman ha aman dikkat...

“Sahada kazanıp, masada kaybetme” hal-i durumu, birileri tarafından tarihsel olarak, “tekerrür” ettirilebilir?..

Bu da hep iç sorunlarımıza büyük sorunlar eklemiştir.

Örnek de vermiştik.

Milli mücadeledeki sarıklı ve cübbeli kahraman mücahitlerin toplumu haçlılara ve emperyalistlere karşı ayaklandırıp zaferden zafere koştururken, her nedense masada oturduktan sonra “tüm o milli mücadele” ne hazindir ki atıl hale getirildi..

Tabiri caizse; suya düşürüldü.

Ülkenin çok önemli meseleleri kaybedildi..

Milli ve yerli mevzular yok olarak sayıldı.

Şimdi mesele bugünkü halimizle nerdeyse aynı paralelde seyrediyor!?.

Bugün yaşanmakta olan duruma baktığınızda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden gelenin fazlasını yaptığından hiç kimsenin kuşkusu yok..

Ki bizim de yok..

Ama tarihin derinliklerinden gelen iç sorunlar, ne yazık ki gelen giden tüm cumhurbaşkanları ve iktidarlar..

Özellikle de muhafazakâr iktidarlar..

Memleketin iç meselelerinde muhalefetin yarattığı sorunlar çok büyük sorunlar olmakla beraber bir türlü  buna dair “çözüm üretebilmiş” değiller..

Gelen, gidenden artan sorunlara yeni sorunlar ekleyerek gitmiştir?.

Değişmiyor..

Memleket yine aynı sorunlarla boğuşuyor.

Laikçi anlayışın hâkimiyeti…

Devletin derininden çıkan Kemalist anlayışın diri olma hali?

Demokrasinin yanlış yere oturtulması...

Kelimenin içinin boşaltılarak, anlamsız hale getirilmesi?

Dün olduğu gibi bugün de aynı...

Zira her zaman burada vurgulayarak üzerine durduğumuz nokta CHP’nin bayatlamış anlayışı, muhalefette olmasına rağmen, hâkimiyetini sürdürmektedir...

Demem o ki...

Türkiye NATO’da, ABD ile Azerbaycan’la ne kadar başarılı ve gurur verici temaslar içerisinde olursa olsun, içteki antidemokratik hukuksuzluk ve hukukun üstünlüğüne inanmama hali mevcut olduğu sürece, kaybeden olur...

Yani dışarıda kazanırsınız, sahada üstünlüğü elde edersiniz, ama iş masaya gelince, “işte” orada tıkanıp duruyorsun..

Çünkü; “içteki sorunlar” katmerli!...

Zira yıllardan beri devletin demokratikleşme hali, sadece kelimeden ibaret olup hukukun üstünlüğüne inanma gerçeği oldukça zayıflatmıştır...

Zayıflatmaya da devam etmektedir...

Örneğin; bugün uygulamada olan Adalet Bakanlığı’ndaki kanunların hemen hemen hiçbiri evrensel hukuk normlarına uygun değildir.

Olmadığı gibi; “hukukun üstünlüğünü de” anlamsızlaştırıyor..

Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı ile toplumun iç meselelerini ilgilendiren diğer bazı bakanlıkların uygulamaları gibi; kör-topal” bir hal yaşanmaktadır...

Hele hele Adalet Bakanlığının bünyesindeki çağdaş hukuk normlarına aykırı olan bazı ideolojik yasalar var ki “vicdanları” yerlerde süründürüyor...

Hele ki yargılama şekilleri..

Özellikle İş Mahkemeleri…

Yasa da, uygulama da, yargılama biçimi de, “insanları” her yönüyle, hayal kırıklığına uğratıyor.

Peki ya, bürokratlar...

Kamudaki etkili ve yetkili zevatların keyfi tutumları..

İçişleri Bakanlığı tarafından bölgeye ve Diyarbakır’ımıza atanan bazı valiler, kaymakamlar..

Yani bürokratların yanlış uygulamaları halkı çok tedirgin etmektedir.

Çağdaş hukuk literatüründeki hukukun ana ilkeleriyle bağdaşmayan yaptırımlarda bulunuyorlar...

Adalet Bakanlığı bünyesindeki yargılama şekli usulden ve esastan yanlıştır ki bunun kanıtlayıcı delili de İş Mahkemelerinin tarafsızlığını yitirmesidir.

Hukukun ve yargılamanın temel dayanak noktası tarafsızlıktır ve bağımsızlıktır.

Tarafsız ve bağımsız olma gerçeği varken tam tersine tarafsızlığını yitirmiş, bağımsızlığını yitirmiş bir hukuk sistemi söz konusu!.

Eskiden kalma CHP’nin ve sol sosyalist devrimci bazı sendikaların direktif ve talimatları paralelinde kanunlaşan uygulamalar ve yargılamaların hiçbiri ama hiçbiri hukukun temeline dayanmamaktadır.

Biz bunu vurgularken, elbette ki dayandırdığımız nokta önemli ve önemli olduğu kadar da çarpıcı tespitlerimizdir. 

Ama ne hikmetse; “görmedim, duymadım, bilmiyorum” takıntısı var?

 

***

 

Dedik ya!?..

Cumhurbaşkanımızın NATO zirvesinden sonra Azerbaycan’a gidip Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’e kardeşlik elini uzatarak sarılmaları tabii ki sevindiricidir.

Amma velâkin.

İç meselelerimize baktığımız zaman, o dışarıdaki görüntüyü adeta gölgeliyor.

Nitekim Yeni Akit Gazetesinin deneyimli kalemlerinden Abdurrahman Dilipak’ın dünkü yazısı bizi kanıtlıyor.

Yazının birkaç paragrafını sizinle paylaşmak istiyorum..

“GARP CEPHESİNDE YENİ BİR DURUM YOK” başlıklı yazısı altında yazısına devam eden Sayın Dilipak şöyle diyor;

“G7 ve NATO zirvesinin ardından durumu özetleyecek tek cümle şu: Dağ fare doğurdu. “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir buluşmadan söz ediyoruz. Kimse aradığını bulamadı, herkes kendi şarkısını söyledi ve gitti.

Türkiye açısından ne FETÖ, ne PYD/PKK, ne S400 - Patroit, ne F35, ne İncirlik üssü ile ilgili yeni bir gelişme söz konusu!

Ama NATO’nun gelecek vizyonu üzerinde konuşmuşlar, görüşmeler devam edecek. Uzlaşma olmayan konularda da görüşmeler devam edecek. Bu arada ABD Afganistan’dan geri çekilmeye hazırlanırken, kendinden boşalacak yerin Türkiye tarafından doldurulmasını istiyor.”

 

* * *

 

Yazı bu şekilde devam ederken, bizim dikkatimizi çeken diğer bir konu ise dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin manşetinde şöyle çok önemli ve çarpıcı bir haber okuduk.

“GENÇLERİ BATAKTAN KURTARACAK MERKEZ”

“Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı korkunç şekilde gençleri ağına alırken, Diyarbakır'da tedavide umut olan AMATEM ile ÇEMATEM merkezleri hizmete girdi. Ücretsiz tedavinin yanı sıra, iyileştirme hizmeti de verilecek.”

Çok sevindirici bir haber…

Acaba bu olayda biraz geç kalınmadı mı?

Tabi bu uyuşturucuya müptela hali, yalnız Diyarbakır’da mıdır?

Yoksa her gün biraz daha dinden, imandan, İslam’dan uzaklaştırılan bir anlayışın gölgesinde ve batılın felsefesinin hâkimiyetinde yetişen gençliğin “benliğini” kaybetmesi midir?

SÖZ Gazetesinin manşetinde yer verilen “AMATEM” ile “ÇEMATEM” alkol ve uyuşturucu bağımlılarına şifa dağıtması yeterli olabilecek mi?

Bize göre her şeyden evvel Kur’an terbiyesiyle, Kur’an eğitimiyle, İslami ilimlerle yeni ulema potansiyelini yetiştirmek, çözümün ilk adımı olabilir...

Çünkü Salih bir nesil yetiştirilmelidir..

Onun için, hiç kimse deve kuşu gibi başını kuma sokup, gövdesini avcıya göstermesin.

Netice itibariyle, yegâne direk ve ana amaç, hedeflenen gerçek strateji; İslam’a yönelmek olmalıdır.

Bundan başka bir çaremiz yok.

En derin saygı ve sevgilerimle.