“ZAMAN GÖSTERDİ Kİ CENNET UCUZ DEĞİL, CEHENNEM DE LÜZUMSUZ DEĞİL”! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet yazımızın devamı olarak bugün yine Hz. Üstat Bediüzzaman’dan bazı veciz ve manası çok geniş, kapsamlı ama kısa cümlelerini sizinle paylaşmak üzere sohbetimizi sürdüreceğiz…

Konuşan hakikattir.

Tarih; kavimlerin, milletlerin, ülkelerin geçmişini gösteren, yansıtan bir aynadır.

O hakikatler aynasına kirli, küfür, zulüm ve inkâr lekeleri sürülmediği müddetçe, o ayna bir ışık gibi parlar, gerçekleri gösterir ve insanlara da yansıtır.

Ama tam tersine hani “İnadın gözü kördür” diyorlar ya.

Küfre dayalı inatlaşma ve yalanlara dayalı bir tarih, hiçbir gerçeği yansıtmadığı gibi toplumun gelecek neslinden saklar, küfrün karanlıklarına gömer ve kendi hıyanet ve ihanetinin üstüne şal çeker, kapatır, üzerine de makyajlı levhalar diker.

Onun için Bediüzzaman Hazretleri “Hakikat Çekirdekleri” isimli Risalesinde şöyle uyarıyor;

“Zulüm, başına adalet külahını geçirmiş.

Hıyanet, hamiyet libasını giymiş.

İslam uğruna çaba ve çalışma (cihat), şekil değiştirerek saldırganlık ismi takılmış.

Esarete, hürriyet namı verilmiş”

Her şey zıt suretleriyle değiştirilerek, insanlara zorla kabul ettirilmiş.

Geçmişe yönelik zorba hegemonya güçleri, zaman süreci içerisinde böylece topluma, kendi yanlış ve pisliklerini hakikat ve güzellikler olarak, göstermiştir..

Bu itibarla tarih boyunca yalan, hile, mekir ve tezgâhlarla gününü geçiren dış orjinli karanlık odaklar, ne yazık ki kendi pisliklerini örtbas etmek için, kendilerine toz kondurmayarak dokunulmazlık zırhına bürünmüş, adil olmayan kanunların, yasaların himayesinde yaşayarak günümüze kadar gelebilmişlerdir…

* * *

Her şeyden evvel Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi;

“Bin senelik bir tarihimizi tersyüz ederek, o tarih bizim tarih değilmiş gibi yanlış yansıtmalarla bu ülkeyi bu duruma kadar sürükleye sürükleye getirilebilmişlerdir”

Tüm bunlara rağmen, Hz. Bediüzzaman diyor ki;

“Mevcudiyetimizin hamisi olan İslamiyet’ten elini gevşetme!

Dört el ile sarıl!

Yoksa milletçe, ülkece, mahvolup gidersin”

Eğer ülkelerin başına gelen herhangi bir musibetlerin varlığı söz konusuysa ki mevcuttur.

Bu da toplumdaki yanlış insanların, hata ve günahlarından meydana gelir ki günümüzdeki durum zaten bunu gösteriyor.

Bu paralelde yine Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi İttiba-ı Kur’andır, Kur’anın yoludur ve o yolda yürümektir.

Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı, talihsiz bir devletin değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi İttihad-ı İslam’dır”

* * *

Evet, saygıdeğer okurlar.

İşte Bediüzzaman Hazretleri, böylesine bilimsel ifadelerinden dolayı, dönemin baskıcı, vesayetçi, karanlık odakları tarafından hayatı boyunca sürüm sürüm süründürülmüştür.

Orta Anadolu’da İl’den İl’e, İlçeden İlçeye ikamete zorlanmıştır.

Ama 28 sene boyunca da hapislerde, kışın ortalarında, sobasız, cam ve çerçevesiz münferit odalarda tutulmuş, zorlanmış ve ölmesi için zehirlemeye bile çalışmışlar.

Yakın tarihimiz tüm çıplaklığıyla insanlara, özellikle din ulemalarına yapılan işkence ve baskı hiçbir ülkede, hiçbir medeniyette, hiçbir devlette inanın rastlanmamıştır ve rastlanılmayacak durumdadır.

Ancak bugünkü yine dış orjinli Suriye’deki Beşar Esed de Bolşevizm zorbalığını bu çağda kendi milletine yapmaktadır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bediüzzaman Hazretleri inanmış büyük bir İslam âlimi olarak tarih boyu hak etmediği mezalim ve zorbalıklarla karşı karşıya kalırken, tutuklu olarak yaşamına devam ederken, yine yetkilileri uyarmıştır.

Ve şöyle demiştir;

“Bir tek gayem vardır:

O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz.

Bu ses, âlem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor.

Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur.

Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Tarihçi Mustafa Armağan, şöyle diyor;

60 yıl kadar önce yayımlanan kitabında M. Philips Price, “Türkiye’nin hizaya getirilmesi için bir süre bir diktatöre ihtiyacı olduğu iddia edilebilirdi.

Fakat Türkiye tarihinin bir dönemini kirleten bu gibi şahsi intikam fiillerine ihtiyacı yoktu.” diye yazıyor ki, İstiklal Mahkemeleri’nin bir intikam aracı olarak kullanıldığına berrak bir ışık tutmuş oluyor.

Artık ders kitaplarındaki küfleri temizlemenin zamanı gelmedi mi?”

Yani yıllardan beri bu devletin, bu ülkenin, bu milletin şansıyla oynanarak, kaderini tersyüz ederek, milleti karanlık ve makûs bir kaderle yaşamaya tabi tutmanın devri artık geçmedi mi?

Bu mezalim daha ne zamana kadar kanunlar himayesinde devam edecektir?

İnsanlık tarihinde rastlanmamış böylesine mezalim, bu memleketin büyük insanlarına reva görülmüş, despotça milletin diniyle, Kur’anıyla, alfabesiyle, tarihiyle, giysisiyle oynanmış.

Hele hele bir şapka kanunu yüzünden İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve bu mahkemeler tarafından binlerce insan idam edilmiştir.

İstiklal Mahkemeleriyle ilgili gerçeklerin anlatılamayışının altında beyin yıkamaya dönük bir gayretkeşlikle yazılan ders kitaplarındaki sakat mantık yatmaktadır.

Artık bu kitaplardaki bilgileri tashih etmenin zamanı geldi de geçmiştir bile.

Yakın tarihimizdeki olup bitenleri artık tartışmaya açmanın da zamanı gelmedi mi?

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar…