28 ŞUBAT’IN HESABI SORULSAYDI, 15 TEMMUZ OLMAZDI! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimize aynı başlıkla devam ediyoruz.

Dünkü sohbetimizde de değindiğim gibi, sizinle paylaşmak istediğim husus; toplumları, gerçek toplum haline getiren temel unsur bireyinden tut ailelerine kadar, aileden tut toplumun tüm kesimlerine kadar, kötülükleri kökten defetmektir.

Bu; herşeyden evvel öncelik kazanan bir temeldir ve ana unsurdur.

Ve buna da Kur’an deyimiyle; “Emr-i Maruf”, “Nehy-i Münker” denir.

Yani iyiliği emretmek ve kötülükleri kökten defetmek…

Uzun ömürlü yaşamak isteyen toplumların yegâne aradığı kurtuluş çaresi; "bu iki unsurun" var olmasıdır…

Bu kötülükler, bu yanlışlıklar, toplumun bünyesinden sökülüp atıldığı zaman hiç kuşkusuz ki; “Celb’ül menafi”, yani toplumsal menfaatler direkt olarak sağlanmış olur..

Taşlar yerli yerine oturur…

İşte o zaman “çağdaş” denilen gerçek insan temel hak ve özgürlükler sağlanmış olur…

Aksi takdirde insanlık dünyasının günümüzde aradığı “insan hakları ve hukukun üstünlüğü” sözde kalır…

İnsan hakları savunucularının ileri sürmüş oldukları iddialar tamamıyla boşa çıkar.

Zira temel kaide budur ki; “her şey zıddı ile kaimdir”

Hakla batılın bir yerde, bir arada bulunamadığı gibi, hakkın vücut bulduğu yerde de batılın yeri kalmaz.

Allah korusun, batıl toplumlar arasında üstünlük kesp edip gerçekleşirse, orada da hak, hukuk kalmadığı gibi, ister uluslararası af örgütleri olsun, ister hukukun üstünlüğünü savunanlar olsun, hepsinin yanlışlıkları ortaya çıkar.

Sadece yüzeysel, içi boş kavramlardan ibaret oluyor ki bu da hukukun üstünlüğünün semtinden bile geçemez.

Bırakın, insan temel hak ve özgürlüğünün koruma altına alınması iddiasını, tam tersine insan temel hak ve özgürlükler çiğnendiği gibi o evrede insanlık kendini hiçbir zaman zulmün zulümatından (karanlığından) kurtaramaz…

“Mefsede” denilen toplumsal fesat ve bozgunculuk otomatik olarak yerine oturur ve toplumun altını üstüne getirir, bireyler arasında itibar kalmaz, güven uçar gider.

Can güvenliğinden tutun da, mal ve servet güvenliğine kadar…

Tümüyle ahlaksızlık uçurumuna yuvarlanıp gider.

Bundandır ki ülkemiz kendini askeri vesayet ve postmodern darbelerden bir türlü kurtaramıyor…

Ve 28 Şubat’lar palazlandıkça palazlanıyor.

Ve zincirleme olarak işlenen kirlenmeler uzantısı 15 Temmuz’a kadar geliyor.

Ve hatta daha iki gün önce “Hürriyet” gazetesinin sürmanşetten verdiği “Karargah rahatsız” safsatalarına kadar uzadıkça uzuyor.

* * *

Yüce İslam dininin ortaya koymuş olduğu suçun ve suçlunun kökten söküp kaldırılabilinmesi için, yüce İslam dininin İslam fıkhının hukuk paralelindeki adil ve düzenli kaide ve kurallarının gerçekleştirilmesi gerekir…

İşte o zaman, gerçek bir hukukun üstünlüğü sağlanmış olur…

Ki o zaman da sözde insan hak ve hukukunun iddiası peşine düşenlerin iddiaları da tamamıyla solda sıfıra düşer.

Bir kıymet-i harbiyesi kalmaz.

Nitekim günümüzde yaşanmata olan hali vaziyet, bundan ibarettir.

Kişi bir hırsızlık suçu işliyorsa veyahut fuhuş ve uyuşturucu suçunu işliyorsa veya eşkıyalık yapıp yol kesiyorsa…

İnsanlara zarar veriyorsa…

İnsanların mal ve can güvenliğini tehlikelere düşürüyorsa…

Ve bu suçlar hızla artıyorsa!…

Demek ki verilen ceza müeyyidesi caydırıcı değildir..

Ki, olmamıştır ve bundan sonra da olacağa pek benzemiyor..

Hiç kuşkusuz ki, hali âlem meydanda…

Toplumun içinde görünen suç ve suçlu potansiyeli bu tezimizi açıkca kanıtlamaktadır.

Hiç kimse de bunun aksini iddia edemez.

Şu halde;

Adam başkasının canına ve malına zarar veriyorsa veyahut acımasızca cinayet işleyip insanların kanını heder ediyorsa…

İslam şeriatına dayalı hukuka göre verilen ceza, işledikleri suçun cinsinden olmalıdır…

Ki hem o suçu, hem de o suçluyu ortadan kaldırmalıdır…

İşte o zaman “Def’ül mefsede” denilen özellikle ve öncelikle fesat ve bozgunculuk ortadan kaldırılmış olacak.

Ondan sonra da “Celb’ül menafi”, toplumsal yararların oluşması söz konusu olacaktır.

Amma velâkin.

Cani olan, katil olan, hırsız olan, fuhuş, uyuşturucu, kumar ve rüşvet sektöründe rol alan insanlara verilmesi gereken caydırıcı ceza gerçekleştirilmiyorsa…

Peşinen o toplum için bir intihar demektir…

Ki bırakın fesat ve bozgunculuğu ortadan kaldırmayı, tam tersine böylesi yanlış uygulamalarla tüm kötülüklere davetiye çıkarmaktan başka o toplum bir yere gidemez.

* * *

Eğer toplum arasındaki kişisel veya toplumsal “Kutsal hayat hakkı ve özgürlüğü” sağlanmıyorsa, mal ve mülkiyet hukuku çiğneniyorsa, insan kanı pisipisine heder ediliyorsa ve devlet özellikle sözüm ona hukuk devleti bunu temelden ortadan kaldıramıyorsa…

O zaman dün de ifade etmeye çalıştığım gibi “Mecelle” hukukuna göre o devlet hiçbir zaman hukuk devleti olamadığı gibi adil de olamaz.

Ülke insanlarını zulmün zulümatından (karanlıktan) da kurtaramaz.

Kötülüklerin meşruiyet kazandığı bir memleket; hiçbir zaman bireyine, toplumuna, aile değerine sahip olamaz.

Günümüzdeki insanlık dünyasının, özellikle İslam dünyasının üzerine oynanan oyunlar, tümüyle bundan ibarettir.

Günümüzdeki demokrasi denilen kavramdan çıkan mana; eğer insan temel hak ve özgürlüğünden veya hukukun üstünlüğünden ibaret olan bir kavramsa, ne yazık ki Birleşmiş Milletler dahil olmak üzere, ABD’den, Avrupa Birliği’ne kadar ve komünist ülkelere kadar…

Araştıralım, bakalım görülecektir ki; O toplumlardaki suç ve suçluların oranı her gün biraz daha kabarıyor, yükseliyor ve şiştikçe şişiyor.

Aynı o toplumların gençliği arasındaki ahlaki değerler dibe vurmuştur, ibre en düşük rakamları gösteriyor.

Sözüm ona Fransa’nın Napolyon’ları tarafından, insan temel hak ve özgürlüğü paralelindeki düşünce, Fransa’yı 1789’lu yıllarda çok büyük bir ihtilale sürüklemiştir.

Ve buna Fransa’nın ihtilal-i kebir denilen büyük bir değişime adım atmış ve bu sisteme laiklik adı verilmiştir.

Ama ne yapacaksın ki?

O günden bugüne kadar ne Fransa’yı, ne de Avrupa’nın herhangi bir ülkesini önceki putçuluk ve tağuti düzenlerinden kurtaramamıştır.

Bugün Fransa, İngiltere, Yunanistan, İtalya ve ne kadar AB üyesi devletler varsa, bilaistisna hepsi kendilerine göre İslamofobi olarak algıladıkları kavram, İslam’ı tehlike olarak gösterme hareketiyle kalkıp oturuyorlarsa da öncelikle kendilerine bakmaları lazım.

Ve kendilerinin nasıl bozulmuş olduklarını gördükleri halde, bu defa mezalimlerinin o karanlık tablolarını İslam dünyası üzerine koymak istiyorlar.

Osmanlı İslam Hilafetinin yıkılışından günümüze dek uzana gelen sistem ne yazık ki; kokuşmuş, çürümüş ve taaffün edilmiş, ahlaki çöküntülerle dopdolu bir hal almıştır…

Ne yazık ki sistem; sahte bir kurtarıcılık adına adeta batı dünyasının hegemonyasına taşeronluk görevi yapmaktan başka bir işe yaramıyor.

Aslında tarihi aba ecdatlarımızdan bize miras olarak intikal etmiş olduğu ahlakın yüce değerleriyle birlikte bir de kahramanlıklar vardır, cesaret vardır, ilim ve irfan vardır.

İnsanların bireyinden tut ailelerine kadar, yekvücut olarak bir ahlaki üstünlük söz konusudur ki hala da onunla ayaktayız.

Gerçekten o üstün kahramanlığa sahip yüce ahlakıyla bize intikal edilen o miras, işte keşke ona sahip çıkabilseydik.

Ama içimize ithal edilmiş batı dünyasının kirli eğitim ve öğretim şekilleri, bırakın kurtarıcılık kahramanlığını, tam tersine toplumu 7’den 70’e gayriahlaki çöküntülere sürüklemiş durumdadır.

Ve gelen giden iktidarlar, özellikle 50 yıldan beri muhafazakâr geçinen iktidarlar, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, yeni bir düzenin kurulması için, çok büyük zorluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Zira karşılarında Kemalizm vardır, Seküler sistem vardır ve CHP’nin altı oklu anlayışı vardır.

Bakınız.

16 Nisan’daki Anayasa değişimiyle ilgili gerçekleştirilecek olan “Referandum” seçiminde, “Evet”in sandıktan çoğunlukla çıkması için, hükümet ve hükümetin yanında gönül bağıyla yer alan millet, ne yazık ki çok büyük zorluklar çekiyor.

Zira Hak ile Batılı birbirinden ayırt edemeyen bir kesim insanlarla karşı karşıyadır bu ülke insanı…

Ve ne acıdır ki; bir türlü onları yenemiyor, karşılarına güçlü çıkamıyor.

Zaten tarihi efsanevi CHP, gerçek kimliğiyle yola çıkmış insanlarımızın zihnini ve duygularını karartıyor, kandırıyor ve alçaltıyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar...