DİNDEKİ KAYITSIZLIK, VURDUMDUYMAZLIK DÜŞMANIN İŞTİHASINI ARTIRIR!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi TBMM’de, son günlerde tüm partilerin üyelerinden oluşan Meclis Anayasa Komisyonu, Anayasanın bazı maddelerini değiştirmek üzere görüşmeler yapıyor.

Önemli bazı maddeler üstünde çalışılırken, Cumhuriyet Halk Partinin her zaman olduğu gibi yine “İpe un serercesine” havadan, cıvadan bahaneler uydurarak, koskocaman Milletin Meclisinde kavga çıkarıyor.

Zaten mutat olarak hep böyle yapıyor.

Bir yandan da CHP’ye hak vermemek (!) elde değil.

Niye sorusuna karşı cevap şu olmalı.

Bırakın, CHP’nin Meclis Anayasa Komisyonuna üye vermesini, CHP’nin dış orijinli bir parti olup İttihat Terakki Partisinin bir uzantısı olarak kurulmuş olması nedeniyle milletçe aslında ona meşruiyet dahi verilmemesi lazımdı..

Yani “Demokrasi” adına (!) CHP’yi TBMM’ne göndermek dahi milli bir hatadır, yanlıştır, antidemokratiktir, vesayetçi bir anayasanın hükmü gereğidir.

Yoksa bu haliyle, yani insanlık normlarına göre olursa, CHP yıllardan beri Meclise sokulmaması ve bulunmaması gerekirdi…

Zira onun incelediği ve yürüttüğü politika, tümüyle dış orijinli olup milliyetçilik ruhumuza aykırıdır.

Bu münasebetle diyoruz ki;

İslam düşmanları olan başta İngiltere olmak üzere günümüzdeki Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun direktifleri altında meşruiyet kazanmıştır.

O da ne yazık ki milli ruhumuza, inanç ve iman değerlerimize uygun bir politika yürütmüyor.

TBMM’ne girebilme şansını yakalayan üye hangi partiden olursa olsun, büyük bir ittifak üzerine Milli İradeye hakaret etmeden, Sakarya-Dumlupınar ruhunu taşıyanlar olması gerekir…

***

Nizekim, İstiklal Marşımızın Banisi olan merhum Mehmet Akif Ersoy da; birçok şiirinde "Sakarya-Dumlupınar" ruhuna dikkat çekiyor, bu minvalde mesajlar veriyor..

Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri de bu paralelde, yani Harb-i Umumi’de Ordunun mağlubiyetinden dolayı çok müteessir olması, o günün yakın çevreleri ve tüm halkımızın dikkatini çekmiştir.

Üstattan soruyorlar.

1914’lerde yenik düşen Osmanlı Ordusunun hakkında iyice kederlenmiş, üzülmüş durumdasınız?

Bu soruya karşı Üstat şöyle cevap veriyor;

“Ben kendi elemlerime tahammül ettim.

Fakat ehl-i İslam’ın üzüntülerinden gelen teemmülat beni ezdi geçti.

Âlem-i İslam’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum.

Onun için bu kadar üzüldüm, fakat her şeye rağmen bir ışık görüyorum ki o elemlerimi unutturacak inşallah…”

Üstatta her şeye rağmen tebessüm ediyordu…

Zira İstanbul’da en büyük ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de üzüntülerden dolayı Üstad’ın “Hutuvat-ı Sitte”yi yazmasına neden olmuştur.

Bu bir başarıdır ve gelişmedir.

Her şeyden evvel gaddar zalimlerin yüzüne tükürüp, İzzet-i Diniyeyi ve Şeref-i İslamiye’yi muhafaza etmesidir.

O gün İstanbul’un yabancılar tarafından işgali sırasında İngiliz Angilikan kilisesinin Meşihat-ı İslamiye’den sorduğu 6 suale karşı bırakın ona cevap vermeyi, bilakis 6 tükürük manasında verdiği makul ve sert cevapları onun derecet-i cesaret, kemalat ve şahsiyetini ve şecaatını fiilen göstermektedir.

O “Hutuvat-ı Sitte”, yani Üstat tarafından yazılan “6 plan” neşredeldiği zaman Çanakkale’de muharebe oluyordu.

İstanbul’un işgaline müteakip İngiliz Başkumandanına bu eser gösterilir ve Bedizzaman’ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu, kendisine ihbar edilir.

Ve cabbar kumandandan idam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istedi ise de kendisine Bediüzzaman idam edilirse bütün Şark-i Anadolu, İngilize ebediyen adavet edeceği ve aşiretlerin her ne pahasına mal olursa olsun isyan edecekleri söylenmesi üzerine; "geri adım" atılır ve  bir şey yapılmaz.

İstanbul’da bulunan İngilizlerin siyasi desiseleriyle dönemin Şeyhülislam’ı ve diğer bazı ulemaları lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil, Bediüzzaman “Hutuvat-ı Sitte” (6 plan) adlı eserinin faaliyetiyle İngilizlerin Âlem-i İslam ve Türkler üzerindeki sömürgecilik siyasetini, tarihi düşmanlığını etrafa neşrederek, yayarak, Anadolu’daki Milli Kurtuluş hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük amillerden birisi olmuştu.

İngilizlerin planlarını altüst etmekte bu 6 altı eser, başlıca temel unsur oluşturmuştur.

Üstat diyor ki;

“Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul’u Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istila ettiği hengamede o kirli devletin en büyük daire-i diniyesi olan Angilikan Kilisesi’nin Başpapazı tarafından “Meşihat-ı İslamiye”den sözde dini 6 sual soruldu.

Ben de o zaman “Dar’ul Hikmet-i İslamiye” denilen İstanbul Üniversitesi heyetinde aza (üye) idim.

Bana dediler ki bu sorulara karşı bir cevap ver.

Onlar 6 suallerine karşı 600 kelime ile cevap istiyorlar.

Ben dedim: ne 600 kelime ile, ne  6 kelime ile, hatta 1 kelime ile değil, belki 1 tükürük ile cevap veriyorum.

Çünkü o gaddar devlet, işte görüyorsunuz.

Ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onların gururlanmış papazları üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lazım geliyor diye düşündüm.

Tükürün, o ehl-i zulmün yüzüne olsun demiştim”

Bu itibarla Üstat Bediüzzaman, dönemin Cumhurbaşkanlığına ve milletvekillerine bazı haykırışları hatırlatmak üzere uyarmıştır.

Mesela o uyarı maddeleri arasında şu var.

Üstat diyor ki;

“Hısmınız ve İslamiyet düşmanı İngilizler, dindeki kayıtsızlığınızdan, vurdumduymazlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar.

Hatta diyebilirim ki Yunan kadar İslam’a zarar veren dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır.

Maslıhat-ı İslamiye (İslam yararına) ve selamet-i millet namına bu ihmal-i i’male tebdil etmeniz gerekir.

Yani fiilen duraklamışsınız, çalışmıyorsunuz, hiç olmazsa sizin bu çalışmanız işlemiş bir vatandaş olarak size geri dönsün.

Görülüyor ki ittihatçıların o kadar azim ve ispat ve fedakarlıklarıyla, hatta İslam’ın şu intibahına da sebep oldukları halde, bir kısmı dinde laubalilik tavrını, vurdumduymazlık tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret gördüler.

Hariçteki İslam’lar, dindeki ihmallerini görmedikleri için onlara hürmet verdiler.

Âlem-i küfür bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla (teknolojisiyle), misyonlarıyla, Âlem-i İslam’a hücum ve uzun zamandan beri maddeten galebe ettikleri halde, dine yani âlem-i İslam’a galebe edemediler.

Buna rağmen, Üstat Bediüzzaman, Milli Mücadelede kazanılan zaferden sonra Lozan gibi antlaşmalara karşı çıkmış ve Meclis’i uyarmıştır.

Bu itibarla meclis üyelerine şöyle seslenmiştir;

“Eyyuhel mebusun (Ey milletvekilleri!)

Siz yalnız bugüne değil, en büyük günün milletvekillerisiniz.

Yani kıyamet gününde, Allah’ın üstün mahkemelerinde yargılanacaksınız.

Bu itibarla milli ruha ve Kur’an bayraktarlığına hizmet yapanların daima üst seviyede olmaları lazım.

Aksi takdirde sahada kazandığınız Milli Mücadeleyi masada kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyasınız.

Muzafferiyetteki harikulade nimet-i ilahiye bir şükür ister ki o nimet devam etsin, ziyade olsun.

Yoksa şükür görmezse o nimetler hemen uçar gider”

Anlayışıyla yola çıkarsak, kendimize bir çekidüzen vermemiz gerekir.

Milli Mücadelede, Kurtuluş Savaşında göstermiş olduğunuz kahramanlıklar sebebiyle tüm İslam dünyasını mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız.

Lakin o teveccüh ve muhabbet idamesi şu şartla gerçekleşebilir.

Şeair-i İslamiye’yi (İslam’ın ana ilkelerine) sahip çıkmanız gerekir.

Zira Müslümanlar sizi seviyorlarsa, İslamiyet adına sizi seviyorlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.