EKONOMİKSEL SIKINTI, HARAM YEMENİN SONUCU MUDUR?

Evet, sevgili okurlar.

“HAK VE HAKKANİYET TAKARRÜR EDİNCEYE KADAR” başlıklı yazı serimiz ile “HAK İLE BATILIN AYRILIŞ GÜNÜ” başlığı altındaki peş peşe kaleme aldığım mevzuların ana teması, “günlük yaşam tarzımızın” resmini ortaya koyabilmekti!?..

Yani iki başlık altındaki sohbetimizin muhtevası; “günümüzdeki yaşanmışlık halimiz” kadar, tarihi gerçeklerimizi de irdeleyerek, bugüne taşımak oldu!...

Mevzu ettiklerimiz tarihi gerçekleri barındırdığı gibi, kültürel gerçekleri de gözler önüne sermektedir...

Aynı minvalde, inancımızın gerçeklerine uygun olduğunu da pek tabi ki açıkça ifade etmektedir....

Bilimsel olarak dayanaklı tarihi müspet gerçekler paralelinde dile getirdiklerimizin ana hükümleri, İslam’dır...

Her zaman sizinle yapmış olduğumuz sohbetlerin içeriği, inanarak bağlı bulunduğumuz yüce İslam dinin ışığı paralelindedir...

Zaten ne derecede toplumsal olarak bağlı olduğumuzu veya bağımsızlığımızı, uzak duruşumuzu, günlük yaşam şeklimiz bize gösteriyor?

Kanıtlıyor ve tespit ediyor.

Lakin bazı önemli tarihi gerçekleri dile getirmek istiyorsak da ne yazık ki dilimiz dönmüyor, kalemimiz yazamıyor...

Gerekçeleri farklı...

Ancak olup bitenler, toplumun içinde yaşanmakta olan ahlaki sıkıntılar, aile çürümüşlüğü, ekonomiksel sıkıntılar, “tarihi gerçekleri de” kendiliğinde ortaya koymaktadır!…

Nedenler, niçinler noktasında!...

Hep ifade ederim...

Ki temel ilkemizdir..

Olmazsa olmazımız olduğu gibi; “inancımızın da” ana kuralıdır...

“Konuştuğun her şey gerçek ve hakka dayanmalıdır.

Pek tabi ki, her hakkı da her yerde söylememeli” usulünce dedik ya bazı şeyleri söylemeye dilimiz dönmüyor.

Malum...

Meşhur mevcut demokratik bir sistemle yaşıyoruz (!)...

Demokrasiye dayalı müesses bir nizamda yaşıyoruz(!)...

Ama ne yapacaksın?

Zülfüyâra dokunma şekline de demokrasimiz elverişli değildir (!)

Gerçekten İslam dünyasının içinde bulunmuş olduğu hal-i pür melal, zaten söylediklerimizin paralelinde kendini ele veriyor.

Fazla uzatmaya gerek yok!

Ama yine de söylüyoruz, söyleyeceğiz.

Kimse kusura bakmasın.

Velev ki birilerinin bam teline bassak da illaki “hakikatleri” haykıracağız..

Yazacağız, söyleyeceğiz, çizeceğiz!

Ve diyoruz ki;

Artık yeter!

Herkes uyanmalıdır, herkes kendine gelmelidir.

Bu memleketimize yazıktır.

İnsanlarımıza yazıktır.

Aile mevcudiyetimize yazıktır.

Kendi özümüze kültürümüze dönelim.

Siyasette kişisel rant peşinde koşanları uyarıyoruz.

En önemlisi de İslami öğrenimini sürdüren din ulemalarının mevcudiyeti nerede olursa olsun, tüm ciddiyetiyle bu topluma Kur’anı götürmeleri gerekir.

Kur’an sesini yüceltmeleri gerekir.

İnsanlarımızın, yani tüm İslam dünyasının Kur’anın ana çizgi ve hakikatlerine sarılmaları gerekir.

Aksi takdirde yüz elli yıldan beri kölelik mecrasına giren İslam dünyası çırpındıkça batmaya mahkûmdur.

Kendini kurtaramıyor.

Zira Kur’ansız bir yaşamın sonucu da budur.

Bu itibarla dikkatinize sunmakla beraber diyoruz ki…

Evet, inandığımız ve intisabıyla gurur duyduğumuz o yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e gelen Peygamberlik ve Risalet emirlerinin başını çeken; İslam’ı tebliğ etme hükmüdür.

İslam gerçeklerini insanlara tebliğde fütur göstererek gevşeme, tembellik veya korku halini yaşayan din adamlarının İslam’a zerre kadar faydalarının olmadığına herkesin inanması gerekir.

Din ulemalarından olur, tarikat şeyhlerinden olur, tasavvuf şeyhlerinden olur, demokrasiyle sistemimizi kuran siyaset olur veya bu siyasetle milletten oy alarak devletin kilit noktalarına kadar gelip de milletin inancı paralelindeki yaşam şeklini millete unutturma hali olur.

Ne olursa olsun.

Özellikle ve öncelikle inandığımız Kur’an-ı Kerim’e “sımsıkı sarılmamız” gerekir..

Bakınız, Kur’an-ı Kerimin “Maide” suresinin 67. Ayetin mealine... Herkesin dikkatine sunmak istiyorum!..

Ayet aynen şöyledir;

“Ey Peygamber! Ey resul! Rabbinden sana gelen tüm gerçekleri (olduğu gibi) tebliğ et, herkese öğret ve uygula. Eğer sen bunu gerçekleştirmezsen, o zaman Allah’ın risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş olursun. (Görevini yaparsan) Allah seni (inanmayan) insanlardan koruyacaktır. Hiç şüphesiz ki kesin olarak Allah, kâfir ve zalim durumunda olan bir kavmi hidayete erdirmez.”

Bu ayet tüm din adamlarımıza, diyanet teşkilatımıza, toplumun içinden çıkan tüm ilim adamlarına bir hitab-ı ilahidir.

Buna kulaklar tıkanamaz, gözler yumulamaz, diller susamaz.

* * *

Nitekim, Nisa suresinin 58. Ayeti bizlere seslenirken, Nisa suresinin 65. Ayeti de uyarmaktadır..

Kimse kusura bakmasın bu ayetlerin ana hedef ve çizgileri, inanan toplumun tüylerini ürpertiyor ve ürpertmelidir de.

Nisa suresi 58. Ayetin meali aynen şöyledir;

“Allah size, mutlaka emaneti (ve işleri) ehil ve emin kimselere vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalet (ve hakkaniyet)le hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz ki Allah (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla görendir.”

Bu ayet bize bunları hatırlatıyor.

Emaneti ehline verin.

Bu ehiller, toplumun içindeki bilim erbaplarının objektiflik inancına dayalı olsun, siyasetle toplumdan oy alıp iktidarları ele geçirenler olsun veya devlet mekanizmasının önemli kurumlarının başındaki hükümleri dağıtanlar olsun.

Yani ister riyaset makamında oturanlar olsun, ister hak ile batılı birbirinden ayırt eden yargı mekanizması olsun, her ne olursa olsun; illaki ehil olma şartı gereklidir...

Çünkü, toplumun günlük hayat akışları bir emanet olduğu gibi, onu yönlendiren, idare eden de “ehil ve liyakat” sahibi olması gerekir..

Aksi takdirde ehil olmayıp da ehil olarak emaneti sizden alanlar sizin başınızı çok ağrıtır.

Toplumsal huzursuzluğun haddi hesabı olamaz!

Problemler silsilesinden toplum kendini kurtaramaz.

İster kavga veya kargaşa, ister terör, ister ekonomiksel sıkıntılar alabildiğine artar!..

İslam’dan uzaklaştırılmış bir sistem ve yönetim anlayışıyla, toplumlar idare edilemez!?..

Toplum da o yanlışlara emanetini tevdi edemez, etmemelidir!.

İşte sürüncemede kalan İslam dünyasının hali ortada…

Hele hele bir de aynı anılan surenin 65. Ayetine bakıldığında apayrı biçimde bizi uyarıyor ve diyor ki.

“Hayır (onların zannettiği gibi değil), Rabbine andolsun ki onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri her konuda seni hakem tayin etmedikçe ve sonra da senin kararına kalplerinde hiçbir burukluk (ve şüphe) duymaksızın tam anlamıyla teslim olmadıkça, gerçekten iman etmiş olamazlar.”

Bu ayetin net ifadesi ve açık yorumu bize çok şeyleri bildiriyor.

Bir toplum ki dinine sırtını çevirip, başka mecralara demokrasi adına bağlılığını ilan ediyorsa, hatta batı dünyasının keferetül fecerelerine müttefik olarak kendini bağlıyorsa, vay ki vay haline!...

Anılan bu her iki Ayet-i Celilelerin uyarı tehdidinden kendini kurtaramaz.

Allah sonumuzu hayreylesin.

Encamımızı uğurlu kılsın.

En derin saygı ve sevgilerimle.