EVRİM TEORİSİYLE DİNDAR DEĞİL, DİNSİZ BİR GENÇLİK YETİŞTİRİLİR!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin devamı olarak bugün aynı tarzda "inkılâp ve devrim" yasalarının paralelinde “Tevhid-i Tedrisat Kanununun” çıkarılmasıyla bin yıllık milli ve İslami kültürümüz ne yazık ki ortadan kaldırılmış durumda.

Atalarımızın, yani aba ve ecdatlarımızın uzun süreçte Kur’an harfleriyle eğitim ve öğrenimini gerçekleştirerek devam eden bir “Milli ve tarihi kültürü” bir çırpıda ortadan kaldırmak ve o tarihi kültürü adeta kasıtlı olarak gençliğe unutturmak, Osmanlıca telaffuz edilen kelimeleri Türkçeleştirmek maksadıyla kültürün yozlaştırılmasına çalışıldı…

Ki "Tevhid-i Tedrisat" kanunun bu düşünce üzerinden yapıldığı, tartışılmazdır.

Gerçekten derinden derine düşündürücüdür.

Bize göre bu tür değişimler rastgele değişimler değildir.

Bir toplumu tarihinden koparmak, milli ve insanlık kültüründen uzaklaştırmak, gençliği başıboş bir gençlik haline getirmek, toplumsal bir mirası bir çırpıda ortadan kaldırmak maksadıyla yapıla gelmiş bir dayatmadır…

Ve ne yazık ki bunun adına da “Devrim ve İnkılâplar” adı verilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın yapmış olduğu bu tür icraatlara “Devrim ve İnkılâp” adı takılmış ve bunların dokunulmazlığı için yasalar çıkarılmıştır.

Milletin, demokratik eleştiri hakkı bile elinden alınmış durumdaydı.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet ve aradan beş ay geçer geçmez, 3 Mart 1924’te “Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği Yasası)” adı altında çıkarılan kanun neticesinde bu milletin, yani Selçuklulardan, Osmanlılardan gelen nerdeyse bin yıllık bir kültür, bir alfabe ne yazık ki müstevli, emperyalist İngilizlerin vesayeti altında değiştirilmiş olması, elbette ki hayra alamet değildi…

Toplumun, milletin geleceğinin hayra alamet olmadığı aşikârdı.

Bir de bunun adına da “Millilik, laiklik, modernlik” denilmişti.

Oysaki laiklik henüz kanunlaşmadan evvel, ezberden zihinlerinde hazırlanmış ve sonradan gerçekleşebileceği düşüncesiyle bir ay öne alınmıştır.

Tıpkı İskilipli Atıf Hocanın 1921’lerde telif ettiği “Şapka” risalesiyle alakalı dört yıl sonra sorguya çekilerek, idam edilmesi gibi..

Önceden projelendirildi, İngiliz ve Fransızların dayatmasıyla; "Şapka" konunu çıkarıldı..

Dünkü sohbetimizde de Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin’in Müfredat açıklamasına değinmiştik ve devamını bugüne bırakmıştık.

“Müfredat’ı yazan ekipte kimler vardı?” sorusuna şöyle cevap veriyor;

“51 program demek, 400’ün üzerinde ders demektir.

Komisyonumuzda 6 binden fazla Öğretmen ve Öğretim Üyesi görev yaptı.

Her alanda komisyonlar kurduk, gizli-kapalı bir şey yapmadık.

En az bir milyon kişinin fikrini sorduk, söyleyecek sözü olan herkese kapımız açıktı.

Askıya çıkmadan önce Sivil Toplum Örgütü ve Üniversitelerden görüş istedik.

Entelektüeller ve Gazetecilerle de tartıştık.

10 Şubat tarihine kadar görüş bildirmek isteyenler bize ulaşabilirler”

Diğer bir soru ise şöyle;

“Seküler kesimden de görüş aldınız mı?”

Yani “Laikçi kesimden de görüş aldınız mı” sorusuna Sayın Tekin şöyle cevap vermiş;

“Çağırdığımız akademisyenlerin etnik ya da dini kimliğine bakmadık, sadece akademik yetkinlerini dikkate aldık.

Sendikal aidiyetlerine bile bakmadık.

Hatta bazı akademisyenler, hükümetle birlikte anılmamak için ‘bizim sizinle ortak çalıştığımızı söylemezseniz mutlu oluruz’ dediler”

Bu cevaptan sonra ise şöyle bir soru geliyor;

“Böyle diyorsunuz ama yeni müfredatın ideolojik bir bakışla hazırlandığı dile getiriliyor?”

Cevap şöyle geliyor;

“Milli Eğitim Bakanlığı, mevcut hükümete bağlı olduğu için bunlar yapsa yapsa ideolojik bir şey yapar mantığıyla eleştiriyorlar.

Bu kolaycılık ve tembelliktir.

Zahmet edip taslağı okuyarak herhangi bir cümlesinden ideolojik bir çıkarmada bulunan biri olursa, o önermeyi bize getirsin lütfen, haklılık payı varsa düzenleriz.

Ama hiç okumadan eleştirmek haksızlıktır.

“Eski müfredat Türk İslam sentezine dayanıyordu.

Şimdiki müfredat ise ağırlıklı olarak İslami kaygılarla hazırlandı.

Dindar, sağ, muhafazakâr bir kesim yaratılmak isteniyor deniliyor.

Bu müfredatla dindar bir nesil yetiştirmeyi mi hedefliyorsunuz? Sorusuna da “Kesinlikle yanlış” diyerek cevap veriyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Şimdi gelin ayıklayalım pirincin taşlarını.

Sayın Tekin’in son soruya karşı vermiş olduğu cevapta gerçekten kaçamak var.

Bundan anlaşılıyor ki Sayın Tekin de eskileri gibi bürokratların vesayetçi bir baskısı altında çalışacağına dair kendini ele veriyor.

Demek ki rejimden mütevellit olan sistemin ne kadar baskıcı bir sistem olduğu açıktır.

Oysaki bu milletin, “Milli Eğitim” vasıtasıyla, Milli Eğitim Bakanlığının politikası altında dinini, inancını, kitabını, terbiyesini, tarihini ve kültürünü öğrenmesi gibi daha demokratik ve tabii bir şey olamaz.

Böyle antidemokratik sorulara da demokratça cevap verilmesi gerekirken,

“Bu değişimle böyle bir gençlik mi yetiştirilmek isteniyor?” sorusuna müsteşar beyin vermiş olduğu cevap ne yazık ki resmi dil olarak net konuşamıyor ve kaçamak cevaplar veriyor.

Oysaki “Evet, evet, yine de evet” demeliydi…

Elbette ki bu milletin vergileriyle, bu milletin bütçesiyle oluşan bir Milli Eğitim Bakanlığının bünyesinde “Milli İrade” paralelinde eğitim ve öğretimin yapılması gerekiyor.

Bu yapılmadığı takdirde, o milleti hiçe saymaktır, antidemokratik bir uygulama olur…

Ki bugüne kadar “Devrim ve İnkılâplar” adı altında CHP’nin zalimce dayattığı insanlık dışı vesayet yasalarıyla, bu millete bu tür uygulamalar yutturulmuştur.

AK Parti artık bu yutturulmayı ortadan kaldırıyor ve “bizim siyasi politikamız budur ve anayasanın ruhuna da aykırı değildir.

Zira Anayasa da varsa bu milletin anayasasıdır” diyor.

Her ne kadar kelime cambazlığı Anayasanın içinde geçiyorsa da o kavramların içi artık boştur.

Hiçbir zaman tabii değildir.

Böylesine cevap vermesi gerekirken, ne yazık ki Sayın Tekin basına vermiş olduğu röportajın bazı yerlerinde kaçamak cevaplar vermiş gibi geliyor bize.

Ama yine de iyi niyet söz konusudur.

Ve Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin’in “3 Mart 1924’te dayatmadan ibaret “Tevhid-i Tedrisat” adı altında zorbaca yapılan kanunla artık çağdaş bir Türkiye yönetilemez” demesi gerekirdi.

Bir toplumun geçmişinin, atalarının, babalarının kültürünü arka plana atıp da Frengi veya Siyonist politikalarla bu memleketin artık yönetilemeyeceğinin herkes bilincinde olmalıdır.

Dünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız “EVRİM TEORİSİ VE DİNDAR BİR NESLİN OLUŞTURULMASI!” kavramının asıl amacı evrimcilik, devrimcilik ve Darwincilik ile Dindar bir gençliğin yetiştirilmesi akla ziyan gelir.

Onun için evrim teorisi, devrim teorisi ve Darwincilik teorisiyle dindar gençliğin yetiştirilmesi hayalden ibarettir.

Diğer bir deyimle kullanılırsa şöyle denmelidir;

Evrim teorisiyle dindar değil, dinsiz bir gençlik yetiştirilir.

Ve nitekim günümüzdeki gençliğin hali ortada…

En derin saygı ve sevgilerimle.