GÜNEYDOĞU’DA TERÖR ZİRVEDE! (III)

Evet, sevgili okurlar.

“Güneydoğu’da terör zirvede” başlıklı yazı serimizin üçüncüsündeyiz.

Ülkemizin tüm belirli yörelerinde "terörün, anarşinin, huzursuzluğun" kol gezdiği kuşkusuzdur.

Ülkeye ne kadar zarar verildiğini Hindistan’daki “Sağır Sultan” dahi biliyor.

Her ne kadar ekonomiksel zarar yüksek meblağda zirvelere vurmuş ise de bir o kadar da ahlaki çöküntüler aynı seviyededir.

Uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık ve rüşvet…

Suiistimal, adam kayırma ve ihalelerin adreslere teslim edilmesi gibi toplumda  derin tahribatlar yaratan zararlı unsurların varlığı her gün biraz daha kabarıyor.

Tüm bunları bir yana bırakalım.

Masum insanların dökülen kanları…

Gün geçmiyor ki özellikle Güneydoğu Anadolu coğrafyasının her kesiminden, her alanda resmi cenaze törenleri yapılıyor.

Tabutların üzeri anlı şanlı Türk bayrakları ile örtülüyor.

Ama o bayraklar o an için sevinç ve umut getirecek bayraklar değil, hüzün, üzüntü, gözyaşları ve şehit kanlarıyla sulanmış birer örtü durumuna geliyor.

 

***

 

 

Dünkü yazımda da belirttiğim gibi üç gün önce Eczacı Yunus Koca’nın dükkânının önünde katledilmesi, bize göre bu memlekette şehitlerin arasında değil, başucunda olan bir şehit olması gerekir ki hiç suçu olmayan, büyük bir belirsizlik içerisinde dükkânının önünde vurularak, kanı heder edildi...

Ama kanını döken kansız, hain, eşkıya türünden yapılan bir iğrenç hareket.

İşte bize göre şehitler kervanının başucunda duran bu genç kardeşimiz; günahsız, alnı açık, başı dik, imanıyla, inancıyla Allah huzuruna yürüyecektir.

Tüm bunlara rağmen, devlet tüm ana faktörleriyle beraber, caydırıcılık unsurunu kullanarak, halkın yüreğine bir türlü serin su serpmiyor.

Ne yazık ki çoğulcu parlamenter sistemi yerinde sayıyor.

Devletin siyaset arenasındaki rolü, Türkiye’ye yeni bir çehre kazandıran milli bir politika ile değil, eski statükoculuk âdetiyle halka eskiden beri kalan, eskimiş ve ülkeye arpa boyu kadar bir şey kazandırmamış Kemalizm anlayışıyla devlet kendi kendini tatmin ediyor.

Oysaki halk konuştuğu zaman, bunun tam tersini düşünür ve söylüyor.

Tabiri caizse adeta bir Bizans oyunuyla karşı karşıya kalan bu ülke insanı, 7’den 70’e kadar tedirgin, hüzünlü ve gözyaşlarıyla kalkıp otururken devletin üç ana erki olan Yasama, Yürütme ve Yargı mekanizmaları ülkeye ümit verebilecek, yenilik arz edecek bir radikal çalışma ciddiyetini kendilerinde bulamıyorlar.

Sınırlarımızın doğusunda ve güneyinde, çok büyük tehlikeyle karşı karşıya kaldığımız halde, TBMM ve hatta MGK’nın kararları, halka ümit verebilecek yeniliklerle ortaya çıkmamaktadır.

Yanı başımızdaki Irak’ta dün yine 18 tane Türk işçileri kaçırıldı.

Nereye götürüldü ve akıbeti nedir?

Belli değil.

Suriye’de DAEŞ terörü had safhada.

Yine iki askerimize saldırı düzenlendi, biri şehit oldu diğeri ise kayıp.

Bunları sayarsak, inanın ciltlerle kitap yetmez.

Çok büyük olumsuzluklar var.

 

 

**

 

Halk, AK Parti’den 13 sene gibi bir uzun süre içerisinde beklediğini bir türlü bulamıyor.

Başbakan Davutoğlu çok iyi niyetli bir insan olma hasebiyle, eli nereye yetişebilir ki?

Tunus, Mısır, Irak, Suriye gibi İslam ülkelerinin başına gelen musibetler, ağır belalar, korkarız ki kapımızı da çalabilir.

Önceki gan; yeni yargı dönemi başladı.

Gerek Ankara’da, gerek Diyarbakır’da ve gerekse Türkiye’nin bütün illerinde Başsavcılıklarca resmi tören düzenlendi ve adli yıl açılışı yapıldı.

Mühim olan makyajlı görüntüler değil.

Ciddi, samimi, bilimin, hukukun objektif karakterine dayanarak, yola çıkması elbette ki çok büyük mutluluk verir.

Yargıya da yakışanda budur.

Ama inanın ki başta Ankara olmak üzere birçok ilin açılış şeklini televizyonda izledik.

Her nedense kalbe şifa verebilecek bir konuşma yapılmadı, hukukun üstünlüğüne dair..

Hiç kuşkusuz ki, hukuk daima üstündür ve üstün tutulmalıdır..

Adalet mülkün temeli olmakla beraber, ülkenin de yegâne ümit kaynağıdır.

Hâkim, ideolojisine paralel veya aykırı olsa, yani istemeye istemeye olsa bile hukukun üstünlüğünden ayrılmaması gerekir.

Keza savcılarımızın da öyle…

Tabi tümüyle olmasa bile, çok değerli hâkim ve savcılarımızın varlığı söz konusudur.

Allah onlarla beraber olsun, halk da onlarla beraber olsun.

Amma velâkin öyle savcıları gördük ki dayanaksız, tutarsız, çelişkilerle dolu cümleler kurarak, haksız yere suç ihdas edercesine zanlı üretip, bahanelerle iddianameler hazırlanıyordu.

Keza bazı hâkimler de, ideolojisi paralelinde, takdir kullanarak kararlar verdiğini gördük.

Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında; öylesine hakim ve savcılar gördük ki, vicdanına dayanarak, kararını hukuk ve adalet terazisinde ölçerek veriyordu..

Ama öyle hâkimleri de gördük ki bir davaya sabah vermiş olduğu kararı, öğleden sonra benzer davada adeta pozisyon değiştirerek zıt karar verebiliyordu.

 

 

* * *

 

Örneğin...

Anayasa’daki basın hukukuna göre "basın hürdür, susturulamaz" ifadesine rağmen, şahsen Diyarbakır yöresinde Diyarbakır Söz Gazetesinin bu bölgede tespit ettiği bazı kurum ve kuruluşlardaki "kirli çamaşırları" ortaya döktüğü halde, suç unsuru bulunduğu halde, karşı tarafın iki kelimelik bir dilekçesiyle o gerçekler tek yönlü alt üst ediliyordu.

Tekzibin yapılması için mahkemeden karar çıkarılıyordu.

Ama hukukçuların incelemelerine göre böylesine kararlar, tümüyle "suçluları korumaya, basını da susturmaya" yöneliktir…

Onun için, böylesi hâkim ve savcıların yüzünden adalete karşı halkın güveni sarsılmaya yüz tutuyor.

Gerçekten, objektif olarak düşünmek gerekir.

Türkiye nereden nereye geldi?

Halkın ümidi durumunda olan 13 senelik bir iktidar partisinin, bölgede böylesine olumsuzluklara karşı zafiyete girmesi, iş yapamaz duruma düşüceğini kimse düşünmüyordu..

Beklemiyordu da..

Ama ne yazık ki bugün böylesi yaptırım ve uygulamalarla karşı karşıya kalan bölge insanı, son derece üzüntülüdür ve tedirgindir.

En derin saygı ve sevgilerimle.