HAK VE ADALET MİZANI NASIL OLMALI?!

Evet, değerli okurlar.

Bilindiği üzere bugün ülke; "devletiyle, milletiyle yeni bir atmosfere" girmek istiyor.

"Hak ve adalet mizanının yörüngesine" girmek istiyor.

Barışı, kardeşliği ve eşitliği talep ediyor.

Adl-i ilahi de bu yönde her şeyi seyrediyor.

İnsanların getirmiş olduğu adalet ve demokrasi terazisi ne yazık ki dengeyi tuturamıyor.

Hak ve adalet yerine; "haksızlık ve hukuksuzluk" daha bir ağır basıyor.

İşte toplumsal denge de bundan dolayı bozuluyor.

Zira devletin hukuk ve adalete dayalı bir zemine oturtturulması için, daima “Adalet mülkün temelidir” sloganını unutmaması gerekir.

Her ne olursa olsun, Osmanlının da adalet siyaseti “El adlü esasül mülk..”

Yani, “Adalet mülkün temelidir” prensibinden hiçbir zaman ayrılmamıştır.

Ancak ne var ki Osmanlının son dönemlerinde adaletin devletten sıyrılmasıyla yıldız sarayındaki eflatun kafalı(!) danışmanlar her şeyi devlete unutturdular.

Adalet terazisini nerede ise rafa kaldırdılar.

Adalet ve hukuk, danışmanların hukuksuzluğuna girdi.

Böylece ittihatçı olan jön Türklerin, ırkçılık düşüncesine girdi ve ajanlar çoğaldı.

İngilizler, gelip İstanbul’a oturdular.

Daha sonra o itibarla Osmanlının "adaleti, hukuku, tozlu raflara" kaldırıldı.

Piyon ve ajanlar işbaşına geçtiler ve devlet yavaş yavaş yok olma tehlikesine girdi.

Önceden kiralanmış eflatun fikirli yıldız müşavirleri olan İzzet Ağalar, Ragıp Paşalar, Lütfi Beyler ve Haşimler.

Onların zulümkarlığıyla "Osmanlının adalet perdesi" kapandı.

***

Avrupa’dan gizliden gizliye ithal edilen İngilizlerin planları devreye girdi..

Ve böylece "Koca Osmanlı Devleti" yok olup gitti.

Yüz seneden beri Devlet-i Âliye-yi Osmaniye’nin tarihi adalet mizanı yok olup gitti.

Bugün, ülke nerede ise yüz yıllık Masonik kafaların getirmiş olduğu "demokrasi ve hukukun üstünlüğü" adı altında yürümeye başladı ama devlet bir türlü yürüyemedi.

Ülke yerinde saydı.

İşte terör, gözyaşları, kavga, rüşvet, uyuşturucu, aklına ne gelirse her şey artık bu ülkede yaşanır ve sıradan hadiseler oldu.

***

Ziya Paşa “Terkib-i Bend” isimli kitabında şöyle diyor;

“Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz

Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.

(Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.)

***

İman ile din akçedir erbâb-ı gınâda

(Artık, zenginler için iman ve din, para demektir,)

Namusu hamiyyet sözü kaldı fukarada

(Namus ve şerefle övünmek, sadece fakirlerde kaldı)

Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı

Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı

(Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı)

Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet

Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı

(Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı)”

* * *

Evet, sevgili can dostlar.

Devletin adalet terazisi dedik ya..

Ne hazindir ki; ülke ve devlet nizamı hal-i perişanlık içerisinde.

Taktir edersiniz ki; "çifte standart uygulamalar" her zaman iktidarların sonunu getirmiştir.

Tabi ki, devletlerin de!

Burada siz değerli okurlarımızın dikkatini çok önemli ve mühim bir noktaya çekmek istiyorum.

Adalet terazisinin dengesinin sağlam tutulması için, özellikle yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Şura” suresinin 17. ayetini mutlaka herkes okumalıdır.

Keza “Hadid” suresinin 25. ayetini de.

Bu her iki ayetin yüce mana değeri; bir ülkede "hukuk ve adalet" eşitlik terazisine konulmadığı müddetçe, o ülke hiçbir zaman dengesini koruyamaz.

Milletini adaletin sahil-i selametine oturtturamaz.

Bakınız, “Şura” suresinin 17. ayeti bize neleri hatırlatıyor;

“O Allah, Kitab'ı hakk ile (denge ve düzeni adalet teraziyle) indirmiştir. Ne bilirsin, belki o Kıyâmet'in kopuş saati yakındır”

Yani yüce Kur’an-ı Kerim, hak ve adaletten ibarettir.

“Hadîd” suresinin 25. ayeti ise;

“Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik”

***

Buradan anlaşılıyor ki insanları, toplumları, milletleri sağlam bir zemine oturtturabilmek için, önce Peygamber’e gelen vahiyden ve kitaptan alınan aydınlatıcı adalet ilkelerini uygulamak gerekir...

Bir de akıl ve insanlık fıtratının terazisinden şaşmamak kaydıyla toplumlar yönetilebilinmelidir..

* * *

Bakınız, değerli okurlar.

Yıllardan beri ülkemiz tüm hızıyla terörle kalkıp oturmaktadır.

Değişik isimler, değişik yöntemler, değişik felsefe ve görüşlerle adlandırılan terör odakları, dev adımlarla, ülkede kamu düzenini bozmak üzere aktif içerisindedirler.

Başta AK Parti iktidarı dahil olmak üzere, gelen giden tüm iktidarlar her şeyi kendi insiyatifinde zannediyor, millet ve devletin gücünü nasıl kullandığının bile farkında değil.

Hep silah, bomba ve mermi ile karşılık veriyor ise de ne yazık ki bir türlü milletin iradesi paralelinde gidemiyor.

Terör çeşitleri dedik, DHKP-C’den tut PKK’sına kadar, Hizbullah’a kadar, Balyoz ve Ergenekon’a kadar, terör örgütleri bu memlekette oldukça hortladı.

Bize göre bu terör ve yapılanmalar, devletin uygulamaya koymuş olduğu adalet ve hukuk üstünlüğünün zafiyetinden meydana geliyor.

Demokratik hukuk devletinin anayasasını ihlal edip, askeri vesayetle darbeleri gerçekleştiren veya teşebbüs edenleri, devletin tüm gücüyle suçüstü yapıp yargılama sonucunda verilen ceza hükümleri birer kaziye-yi muhkeme durumuna girerken, sen kalk, Yargıtay’ın kararlarını, cezaları onayan kararların hepsini hiçe say, illaki tarihi insanlık suçu işleyen generalleri affetmek için “hülle” kanunları çıkar ve hepsini serbest bırak.

Ve bunun adını da “Hak ihlali” koy ve herkesi yeniden yargılamaya tabi tut.

Peki, on beş yıldan beri cezaevinde bulunan Abdullah Öcalan’ın da almış olduğu o müebbet hapis cezasını da göz önüne alarak, acaba ona da bir hak ihlali olmadı mı?

Keza Salih Mirzabeyoğlu için de.

Bunlar da bireysel başvuru hakkını kullanırsa, Anayasa Mahkemesi acaba “Hak ihlali” diye adalet terazisine koyar mı?

Bu nedenle kamuoyu nezdindeki düşünce hâkimiyeti; nasıl ki Balyoz ve Ergenekonculara Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı veriliyorsa, bu kişilere de verilmeli?

Bize göre bu hak verilmezse, çifte standart  olur?

***

İşte gerçek adalet terazisi, hukukun şaşmaz kefesine konulduğunda gerek Abdullah Öcalan olsun, gerek Salih Mirzabeyoğlu olsun.

Ve bunlar gibi daha niceleri var.

Bugün hemen dışarıda olmaları gerekir.

Mademki devlet bugün “Barış Süreci” politikasını uyguluyorsa, bize göre barışın ana kolunu ve dayanak köşe taşı Abdullah Öcalan’ın da “Hak ihlali” adı altında Adalet ve Hukukun terazisine konulması gerekir.

Her şeyin başında, adaletin terazi kefelerini sağlam ve dengeli tutmalı.

Objektif ve hukukun adil gözüyle bakıldığında, Balyoz ve Ergenekon’un sanıklarına yeniden yargılama hakkı nasıl verilmişse, gerek  İslami kesimin mağdurları olsun, gerek PKK’nın başta Abdullah Öcalan olmak üzere mağdurları olsun, bu insanlara da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı verilmesi gerekiyor..

Ve yeniden yargılamaya geçerek, bu insanların da derhal serbest bırakmaları lazım.

İşte o zaman Türkiye’de terör biter.

Kan dökülmez, gözyaşı akıtılmaz.

Bize göre Adalet Bakanlığı, bu hakkaniyeti göz önünde tutarak, Türk Adalet ve hukukunu çifte standarttan kurtarması gerekir.

Yine birilerine akıl veriyormuş gibi olmamak kaydıyla, bizim dostça tavsiyemiz bu.

Yoksa “Barış Süreci” kavramı hep böyle havada kalır ve kandırmacadan ibaret olur.

En derin saygı ve sevgilerimle.