HAKKANİYETİ, BATIL’I ve FESADI GÖRME KABİLİYETİ!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin son bölümünde önemli konulara değinmiştim.

Şöyle ki;         

“Politikacılar ve siyaset dünyası; iktidar olsun, muhalefet olsun, ne yaparlarsa yapsınlar, toplumsal huzuru ve kamu düzenini bu gidişatla sağlayamayacaklar?

Ki hali âlem meydanda…

90 yıldan beri kurulan cumhuriyet sistemi bize her şeyi okutuyor?

Diyorlar ya; “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az”

Dün, yazılı olsun görsel olsun medyanın konularının ilk sırasını alan haber, çok önemli akademisyen ve bürokratların siyasete girmek için istifa furyasıydı.

Dünkü Bölgesel Yayın yapan Diyarbakır Söz Gazetesinin sürmanşetinde konuya dair “SON GÜN HAMLESİ” başlıklı haberi okuduk.

Haber devamla şöyle diyor;

“7 Haziran seçimleri için kamuda görev yapanların istifa veya emekliye ayrılma süresi dün mesai bitimiyle sonlanırken, kamu kuruluşlarında adeta istifa furyası yaşandı”

Özellikle Diyarbakır ilimizde çok önemli isimlerin istifası dikkat çekiyor.

Dicle Üniversitesi’nden tutun da, devletin kamu kuruluşlarındaki birçok önemli kişilerin istifasına kadar..

Burda anlaşılan şudur ki insanların siyasete, politikaya girme iştihalarının ne kadar "çok kabarık" olduğu gerçeğidir..

Bazı önemli şahsiyetlerin ihraz ettikleri makam, mevki ve hayat boyu şerefle ve izzetle ifa ettiği görevden vazgeçmeleri, "siyaset alanına tırmanmaları" gerçekten der demez insanı düşündürüyor.

Ülkemizde mevcut demokratik sistemin normal bir düzeyde yürüyemediği halde ve siyaset alanındaki birçok siyasetçinin uzun süre siyasette kaldıkları, yanlış uygulamalar nedeniyle yıprandıkları, kendilerini kamuoyu nezdinde kötü şaibelerden kurtaramadıkları  bilinir olmasına rağmen, bile bile bu tehlikeli ve neticesi görünmeyen tırmanışa yürümeleri gerçekten dikkat çekicidir..

Ki birçok soruda insanın aklına gelmiyor değil?..

Oysaki bu durumda Türkiye’mizdeki siyaset faktörünün içinde bulunan birçok seçkin insanı yıprattığını görüyor ve biliyoruz.

Hiç kuşkusuz ki birçok siyasetçinin siyaset hayatından önceki yaşam tarzları pırıl pırıl, tertemiz iken siyaset alanına girdikten sonra ister istemez kendilerini yıpratan şaibelerden bir türlü kurtulamadıklarını da, görüyoruz.

Memleketin, insanların, dost ve ahbaplarının gözlerinde dev büyüklüğünde göründükleri halde, siyaset alanına girdikten sonra nerede ise cüceleşiyorlar, küçülüyorlar ve günü geldiğinde, milletin karşısına özellikle seçilen bölgenin seçmenlerinin karşısına alın açıklığıyla çıkamıyorlar..

Tabiri caizse milletin karşısına çıkacak "yüzleri" olmuyor?

* * *

Şu halde “Görünen köy kılavuz istemez” misali..

Bile bile bazı insanlarımızın çok büyük, kabarık bir iştahla "siyasi alana" tırmanmaları, gerçekten insanın, aklına der demez kişi için "olabilir mi" diye yanlış sorular gelmiyor değil?

İnsanın aklına gelen ilk soru budur ki:

Türkiye’de ister muhalefet olsun, ister iktidar olsun, siyaset kişileri yıpratır.

Siyasetin birilerini yüceltip toplumun karşısına günahsız ve şaibesiz geri dönmeleri nerdeyse görülmüyor.

Buna rağmen, siyasete bunca kabarık iştahlı ihtiras niye?

Bu soruya da cevap vermek için bilimsel denenmiş bazı konuları irdelemek gerekir.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bilindiği gibi Türkiye nüfusunun yüzde 99, 9’u Müslüman’dır.

Yüce İslam dininin itikadıyla, inancıyla yaşamaktadır.

Tam manasıyla İslam’ın ana kural ve kaidelerini yaşamasa dahi herşeyden evvel, İslam’a mensup bir ümmet anlayışı hâkimdir.

Şu halde sabah akşam kalkıp otururken her Müslüman öncelikle ve özellikle İslam’ın vermiş olduğu seviyede kendini görmesi lazım.

Yani çok büyük titizlikle helalini helal olarak, haramını da haram olarak bilerek, anlayarak yaşaması gerekir.

Hayatını çok büyük titizliklerle idame etmesi için dikkatli olması lazım.

Sivil hayatındayken, işgal ettiği önemli makam, mevki görevindeyken, şaibesiz, lekesiz, yıpratılmamış biri olarak bilinmesi halinde siyaset alanına girdikten sonra nerede ise sistemin ters dönen çarkları arasına girip sıkıştıkça sıkışıyor ve bir türlü seviyeli ve sırâtel mustakîm denilen gerçek yola istese bile giremiyor.

Oysaki yüce kitabımızın ilk suresi olan “Fatiha” suresinin önemli ayetinde geçen “Sırâtel mustakîm” günde beş vakit namazda her Müslüman bunu tekrarlıyor.

Ama ayetin tümünü; “İhdinâs sırâtel mustakîm” ayetini tekrarlayan her Müslüman, kendini bu yüce duanın Allah’a karşı yakarış ve yalvarmanın içinde iken büsbütün bunu unutup zigzag çizen, hayatı bunaltan mevcut düzenin siyasetine gidip de “Sırâtel mustakîm denilen gerçek yolda yürüyebilecek miyim?” diye her kişinin bunu düşünmesi lazım.

Bu itibarla inanan Müslüman’ın yaptığı duaların en önemlilerinden birisi de şudur:

“Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ve onunla yaşamayı bize nasip et. Batılı da batıl olarak bize göster, onun kötülüklerinden de bizi uzak kıl”

Bu dua ile yaşayan her Müslüman siyaset alanında da aynı duayı idame edebilse, kendilerini haram yediren sistemin afetlerinden kurtarabilene ne mutlu.

* * *

Bakınız...

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin Fatihada geçen “İhdinâs sırâtel mustakîm” ayetinin bilimsel yorumunu şöyle yapıyor;

“Sırâtel mustakîm (Doğru yol) demek, şecaat (yüreklilik, cesaret), iffet ve hikmet ve ilimle karıştırıp birbiriyle pekiştirmenin sonucunda mutlak adalet ve doğruluk vasfı ortaya çıkar”

“İhdinâs sırâtel mustakîm” anlamı;

"Ya Rab, bizi sirat-ı müstakim olan doğru yolda hidayet kıl, basiret ver, akıl ver, adil olmayı nasip eyle"

Böylesine yüce bir değerde olan bu ayeti, günde beş vakit namazlarımızın tüm rekâtlarında okuyoruz ve kendimize dua ediyoruz.

Ama her nedense insanların fıtrat kanunu gereği zaman aşamasında insan değişime, inkılâplara, felaketlere daima maruzdur ve muhtaçtır.

Şu insan bedenine yerleşen, can veren, güç veren ruhun yaşayabilmesi için, yüce Allah üç kuvveti insan vücudunda ihdas etmiştir.

“İnsanın ruhaniyet derinliğine yerleştirilen bu üç kuvvetin birincisi ve başlıcası;

Celb-i menfaat (Kişisel rantın celbi) için, kuvve-i şehviyeyi behimiye (hayvani bir karakterin şehvetli arzu ve isteklerinin) galibiyeti söz konusudur.

Bunun anlamı, kişisel menfaat, rant ve çıkar demektir.

İkincisi ise kişileri kötülüklerden ve zararlı şeylerden korumak için, adeta yırtıcı hayvanların gücünü vermiştir.

Üçüncüsü ise kişilerin iyilikle kötülükleri birbirinden ayırt etme gücüdür, bu da akıl ve meleke gücüdür”

Hulasa; yüce Allah insanları yaratırken, fıtrat ve yaradılış kanunu gereği insanların ruhundaki yaratmış olduğu birincisi; hayvani iştahlar (kişisel rant, çıkar), ikincisi; insanları zarar ve kötülüklerden kurtarmak için vurucu ve yırtıcı kabiliyet, üçüncüsü ise; akli melekelerin hakimiyetini yaratmıştır.

Bundan anlaşılan şudur ki insan kişisel rantına mağlup düşer, ama zararlı olan şeyleri de kendinden uzaklaştırmaya çalışır veya kötülükle iyiliği birbirinden ayırt edip akli melekelerini kullanır.

Demek ki bu üç faktör, her insanda mevcut olmalıdır.

Hangisi galip gelirse, insan ona uyar ve o paralelde hareket eder.

Tekrarlıyorum, “Yüce Allah bize hakkı hak olarak gösterip, bildirsin ve ona tabi olmayı nasip etsin. Batılı da batıl olarak bize bildirsin, bundan da uzak durmayı nasip eylesin”

Yani özetlenmesi gerekirse, yüce Allah her insanın hayat dengesini koruyan ve adaletli kılan akli melekeyi nasip eylesin, kişisel rant ve çıkar afetinden uzak kılmayı nasip eylesin.

En derin saygı ve sevgilerimle.