HUKUK SİSTEMİ + DEMOKRASİ = EMPERYALİZMDİR!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü “HUKUK SİSTEMİ + DEMOKRASİ =EMPERYALİZMDİR” başlığı altında sizinle yapmış olduğumuz sohbetimizin bugün de bir nevi devamı mahiyetinde, dertleşeceğiz..

Tabi, yaşadıklarımız ve karşılaştıklarımızı daha kapsamlı, daha detaylı bir biçimde, irdelemek istiyorum...

Özellikle, Türkiye’nin kapalı muamma bir sistemin örtüsünü açarak, deşifre etmeye gayret edeceğiz...

Bu, Türkiye’nin olmazsa olmazı olmalıdır..

Her şey şeffaf ve net, açık aleni olmalıdır...

Hiçbir şey kapalı kalmasın, kapalı kapılar ardından da yaşatılmasın?

Gerçekler ne ise kamuoyuna açıklansın..

Ki biz de gerçekleri kamuoyuyla paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

Yeter ki yapılanlar yapanların yanında kar kalmasın.

Yürürlükteki sistem demokratik bir sistem midir?

Yürürlükteki rejim, gerçek manada hukukun üstünlüğüne dayalı bir rejim midir?

Öyle deniliyor..

Peki gerçek manada vaki midir?..

Bize göre hayır.

Evet denilemez..

Çünkü kamu vicdanı yaşananlar karşısında üzülüyor..

Gördüğü, yaşadığı, sorguladığı hadiseler silsilesi; hiç de bu minvalde vücut bulmuş değil..

Neden mi?

Zira mevcut müesses nizam, dikiş tutturamaz hale geldi..

Denir ya; neresinden tutarsanız tutun, elinizde kalır.

Hiçbir tarafı ama hiçbir tarafı hukuka dayalı değildir.

Keyfiliğe ve hukuk dışı yasalara dayalıdır.

* * *

Sevgili okurlar!

Maskeleri düşürüp, vaziyeti deşifre etmeden önce hukuk sistemimizden bahsedelim.

Adaletin ve hukukun “şaşmaz terazisine” baktığımızda, hal-i hazırdaki durum ne hazindir ki, bırakın hukukun varlığından bahsetmek, bu memlekette hukukun ve adaletin gölgesinden bile geçemiyoruz.

Yani hukukun esamisi yok.

Ancak şeklidir.

Zira bilimsel olarak hukukun hakiki anlamına bakıldığında, önce ilahi adalete dayalı bir hukuk sisteminin varlık göstermesi gerekir..

İşte o zaman, ancak hukukun gerçeğine rastlayabilirsiniz.

Sonra insan temel hak ve özgürlüğünü görebilirsiniz..

Çünkü hukuk ve insan hakları birbirini tamamlayandır...

Hiç kuşkusuz ki, hukuk ve adalet kavramlarının varlığı, tarafsızlık tartısından geçmelidir.

Yansız, adaletin mutlak bir terazisi olmalı...

Artıyı-eksiyi ancak böyle ölçebilir..

Ki dünya hukuk literatürü de bize bunu gösteriyor.

Hukuksal anlamda, adaletin değerleri ile adil değerler, tarafsızlık ve yansızlıkla “terazisinde” kendisini bulursa, ancak hukuk olabilir.

Adalet gerçekleşebilir.

Yoksa vesayetçi ve darbeci hukuk anlayışıyla hukukçuluk gerçekleşemez.

Maskara olur.

Allah aşkına, şöyle bir etrafımıza bakalım!

Türkiye’deki mevcut hukuk sistemi, dünya hukuk literatürünün neresine uyuyor, dünya hangi yönde dönüyor, Türkiye hangi istikamette gidiyor?

Peki, yansızlığını, yani tarafsızlığını nasıl ispat ediyoruz?

Kamu vicdanını neyle ikna edebiliyoruz?

Bir defa her şeyden evvel iş hukukuna bakıldığında, hukuk literatürüne hukuk normlarına uygun bir yasal düzenleme ve mevzuat olması gerekir...

O da yoktur.

Çünkü hukuk normlarına uygun olmayan bir hukuk, hukuk olmaktan daha fazlasıyla “ukuk” manasına girer.

Yani elem verici, vicdanları titreten bir zulüm anlamını taşır.

Hukukun ana gerçekleri, adaletin üstünlüğüdür.

Adaletin üstünlüğü ise ilahi hükümlere dayanmaktadır.

İlahi hükümler, yürürlükte olmayan bir hukuk sisteminde hiçbir zaman adalet aranmaz.

Ve uygulama şeklini lanetler.

Aranmamakla beraber, tam tersine zulme dönüşür.

Mezalim şeklini alır.

Ve topluma barış yerine kargaşa gelir.

Sulh-i umumi yerine umumi bir terör gelir.

İşte hal-i âlem meydanda.

* * *

Özellikle sizi 1970’li yıllardaki CHP dönemine götürelim.

Yani Ecevit’in Başbakan olduğu dönem..

Amansız ve sosyalist devrimci sendikalar kanunu söz konusuydu.

Bu da tamamıyla vesayetçi, darbeci yasaların mecrasından çıkıyordu.

Devletin Başbakanı Bülent Ecevit’ti.

O dönem SSK adını taşıyordu.

Şimdi ise SGK adını taşıyor.

Maşallah evlere şenlik!

Ne SSK’dır, ne SGK’dır.

Ne Sigortadır ve ne de Sosyal Güvenliktir.

Tümüyle işvereni ve işçiyi sömürenlerin tahakkümü altında kalan bu millet, o zulme baş eğmek zorunda kalmıştı.

Hala da aynı o kanunlar, ne yazık ki hukuk adına, adalet adına yürürlükte olup, iş mahkemelerinin bazı hâkimlerinin keyfiyete dayalı vicdanlarına bırakılmış durumdadır.

Her ne kadar davacı tarafın, yani işçinin işvereni dava ettiği anlaşmazlığın temel amacı ise; bu hukuk literatürü dışında oluşan iş kanununun hukuksuzluğudur.

Ve yargıçların taraflı davranışıdır.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi dedik ya;

Hukukun temel ilkeleri, ana normları, dünya hukuk literatürünün süzgecinden geçmesi lazım.

Ki o zaman hukuk diyebilesin.

Yoksa böylesine bir hukuk hiçbir zaman hukuk olamaz.

Çünkü açık ve net olarak yanlıdır.

Zulüm fışkırtıyor.

Zaten hukukçuların birçoğu da iş hukukunun ne kadar yanlı bir hukuk olduğunu itiraf etmektedirler.

Peki, ey Türkiye!

Ey otorite diyelim!

Allah aşkına, gelin kamu vicdanının süzgecinden geçirelim bunları!

Yansız bir hukuk olma gerçeği varken, burada hukukun tarafsızlığını, yansızlığını, bu tür uygulamaların neresinde arayıp bulabilirsiniz?

Yok.. Ne mümkün?

CHP’nin 50-60 sene önceki çıkarmış olduğu İş Kanununun mezalimi orta yerde iken hala da CHP’nin lideri durumunda olan çıplak vicdana sahip  Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Adalet istiyoruz” demesi neye delalettir?

Koskocaman büyük bir yalandan ibarettir.

Bunu örnek olarak söyledik.

Ama bir de gelelim “Miras Hukukuna” bakalım.

Miras Hukukuna bakıldığında, mutlak bir eşitlik olması yerine, tümüyle eşitsizlik, tarafgirlik, yanlı bir hukuk sisteminin uygulama şeklini görüyoruz.

Vefat eden ve varlık sahibi olan kimselerin varlıkları miras olarak kaldığı zaman, evlatlar arasında paylaşım şekli, yüce Kur’an hükümleri doğrultusunda yani ilahi adalete dayalı olarak erkek evlat iki hisseye sahipken, kız evlatların da bir hisse alması gerekirken, mevcut hukuk sistemimiz tümüyle tam tersine işliyor.

Eşitlik adı altında evlatlar arasındaki dengesizliğin, tarafgirliğin dik alasını yaşatmaktadır.

* * *

Bir de Milli Eğitim sistemine bakıldığında…

O da apayrı bir garabet...

Okutulan kitaplar, tedrisat müfredatlarının hiçbir tarafı milli ve yerli olmamakla beraber, tümüyle dış mihraklardan ithal edilip kaynaklanmakla beraber, vicdanlarına ilahi korku ve İslam sevgisi, kardeşlik birliği enjekte edilmediği için, o gençliğin yoz bir beyinle uyuşturucu müptelasıyla karşı karşıya kaldığını görüyoruz.

Fazla uzatmayalım.

Adaletin neresindeyiz?

Hangi yasalarımız hukuk normlarına uygundur?

Gerçek manada hukukun üstünlüğüne dayalı hangi yasalarımızı örnek olarak gösterebiliriz?

Dünkü yazımızın son bölümünde Yeni Şafak Gazetesinin yazarı olan Yusuf Kaplan kardeşimizin bir önceki yazısından bazı örnekler getirmiştik.

Ama sadece birkaç paragraf.

Bugün de kalan diğer paragrafları sizinle paylaşmadan geçmek istemiyoruz.

Zira o da Türkiye’de hukukun ne kadar yıpranmış bir sistem olduğu gerçeğini deşifre etmektedir.

“Bu ülkenin hukuksuz hukuk krallığının kralları tarafından “yargısız infaz”la idam edilen “Menderesler”i, bu hakikati iyi bildikleri için, kefenleriyle dolaştılar bu ülkede! Kefenleriyle ölesiye hizmet ettiler, hâlen de ediyorlar bu millete! Bu milletin makûs talihini yenmek, önünü açmak, tarihî yürüyüşünü yeniden başlatmak için...

Millet, onca çile, onca yargısız infazdan sonra dostunu, düşmanını çok iyi biliyor artık.

O yüzden Menderes, idam sehpasına giderken, şu tarihî sözleri söyleyebilmiştir:

“Bir Menderes gider, bir Menderes gelir. Halkın vicdanını susturamazsınız. Bu millet kendisine hizmet edeni unutmaz. Ben sussam, millet susmaz, vicdan susmaz, hakikat susmaz.”

“Canımıza kastedenler, belki canımızı alabilirler ama bizi milletin kalbinden atamazlar.”

“Allah, bu memleketi zalimlerin hışmından korusun; fitneye, fesada fırsat vermesin. Bu bayrağı rüzgârsız bırakmasın. Gönül yolculuğuna çıkarken hakkınızı helal edin!”

AYM, “NE İŞE” YARAR VE NEDEN LÂYÜSEL’DİR?

Türkiye’de zihni körleştiren berbat bir akıl tutulması yaşanıyor: İnsanlar, ölüleri bile yarıştırıyor! Bu, bir toplumun vicdanının susması, donmasıdır!

Benzer bir akıl tutulması, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) konumu ve kararları konusunda da yaşanıyor: AYM’nin verdiği kararlar, ideolojik / siyasî kamplaşmalara göre yargılanıyor: Verilen karar, bir tarafın hoşuna gidiyorsa, alkışlanıyor; yoksa yuhalanıyor!

Daha da traji-komik olansa şu: Dün AYM’nin kendi taraftarları hakkında verdiği olumsuz kararı yuhalayanlar, bugün olumlu bir karar vermişse, alkışlıyorlar!

Akıl tutulması değil de, nedir bu?

Oysa asıl sorun, bizatihî mevcut hukuk rejiminin varlık nedeni ve işletiliş biçimi! Tartışılması, konuşulması gereken asıl yakıcı sorun bu ama kimse oralı bile değil!”

En derin saygı ve sevgilerimle.