IRKÇILIK ÜZERİNE BİNA EDİLEN SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR! (III)

Sevgili okurlar.

Sizce…

Günümüzdeki Türkiye’nin yeri "çağdaş medeniyetçilikle" geçinen dünyanın neresindedir?

İşte bu sorunun cevabını bulabilmemiz için gerçek manada "Çağdaş medeniyetçiliği" ve yer küresini; özellikle de Batı dünyasını iyice irdeleyip incelememiz gerekir.

Tabi ki, yalan söylemeyen tarihi okuyarak.

Eğer ki Türkiye;

“Demokratik medeni bir dünya” olarak kendini tanımlayan Batı dünyasının yanında yer alıyorsa…

Ve onunla beraber olabilme iştiyakı ve hevesi içindeyse…

Vay haline..

İnanın sevgili dostlar, Türkiye demek ki çok zor bir yola girmiştir.

Çünkü ata düşmanı, dost olmaz!

Bu serüven dikenli ve uçurumlu bir yoldur...

Badireli karanlık bir gelecekle karşı karşıyayız demektir.

Ki hal-i âlem orta yerde.

***

Ama tam tersine;

Osmanlı ruhuyla yaşayan bir Türkiye isek…

Hatta daha da ileriye doğru gidersek…

1071’li yıllarda Alparslanların, Malazgirt meydan muharebesindeki O Ruh' taşıyıp-yaşıyorsak.

Ki, Padişahın Cuma günü hutbe okuyup tüm askerlere “2’şer rekât namaz kılıp da savaşa girin” emrini veren idareciliği düstur tutuyorsak.

Ve o sorumluluk ruhuyla savaşan ordunun kazandığı zaferin, Ruhuna sahipsek.

Pek tabi ki, Kudüs’ü kurtaran Selahaddin-i Eyyubi’lerin bıraktığı mirasın, ruhuyla hareket ediyorsak…

Eğer ki; Onların torunları olarak kendimizi tanımış ve tanıtmış bir seviyede dünyaya bir üstünlük sağlamış isek.

Bilinmelidir ki; yolumuz dikenli ve uçurumlu yol değildir…

Cadde-i kûbra denilen geniş, rahat, trafik canavarından uzak bir yolda yürüyoruz demektir.

O yolun sonunda da mükâfat vardır, ödüllendirme vardır, rahatlık vardır, huzur vardır, barış vardır.

***

İşte buradaki “Mefrekut-tarik” denilen yolun ikiye ayrılış noktasında kendi yolumuzu kestirebilmişsek, ne mutlu bize ki geleceğimiz büyük bir Türkiye’yi karşılayacaktır.

Bu her iki yoldan ayrılış biçimini de sağ veya sol yol diye tanımlarsak sağdaki giden yol, dikensizdir, uçurumsuzdur.

O yolun yolcusu kesinlikle kendine bir istikbal, bir gelecek teminiyle rahatlıkla yolunu takip eder ve muradına erişir.

Ama soldaki giden yol ne kadar rahat olursa olsun, dikenlidir, yolun ortasında ejderha ve yılanlar ile insan kılığındaki eşkıya canavarları vardır.

Her türlü fitne ve belayla karşı karşıya kalmaktan kendimizi kurtaramayız.

Bu her iki yolun ayrılış noktasındaki tespit ve tercihimiz, sorumluluk veya sorumsuzluktan geçer diyoruz.

Gerçek manada mesuliyet denilen toplumsal bir sorunu üstlenen siyasi iktidarlar ve muhalefet, her şeyden evvel kesinlikle kötüye kötü, iyiye de iyi demek zorundadır.

***

Eğer ki bir toplum; milli iradesinden ibaret olan seçme ve seçilme özgürlüğünü serbest kullanmayıp, rant peşine düşerse o yolunu şaşırmış demektir.

Kötüyü de iyi olarak insanlara yutturmaya çalışırlar kı, bunun sonu da uçurumdur.

Kötü insan demek her şeyden nemalanmak demektir.

Menfaatini ve kişisel rantını ön planda tutmak demektir.

İyiyi de iyi olarak tanımlamaya çalışan kişi ise hem insanların huzurunda, hem de huzur-i ilahide büyük bir sorumluluğu omzuna almış demektir.

İşte bu sorumluluk idrakinden dolayı gittiği her yol ona açıktır.

Yolu rahatlıkla ve kolayca kestirir, amacına ulaşır.

***

Bu itibarla bundandır ki, bugün Türkiye’mizin kendine biçmiş olduğu "güvenilir ve güçlü" devlet olma vasfı arıza-i bir durum içermektedir.

Terör ve şiddetten kendini arındıramayışı da bundandır.

Çünkü değerlerine.

Bin yıllık geçmişine ait olan "güçlü mirasa" sahip çıkmamaktadır.

Eğer çıkmış olsaydı "hal böyle" olmazdı.

Onun için diyoruz ki;

Mutlaka batı dünyasının ne kadar iğrenç bir ahlakla yaşadığını ve karşı karşıya olduğunu idrak etmelidir.

Avrupa Birliği’nden…

Kesinlikle ruhen ve cismen, maddeten ve manen o çürümüş tek dişi kalmış canavar Avrupa’nın, batı dünyasının kötülüğünden kendini uzak tutması gerekir.

Avrupa Birliği adı altında yaşayan bir Türkiye, hiçbir zaman kötüyü kötü olarak tanımaz!

Ya da tanımazlıktan gelir.

İyiliği de iyilik olarak kendine düstur kılmaz…

Onunla bir türlü bağdaşamaz hale gelir ki felaketin dik alası da buradadır.

***

Zira yıllardan beri Türkiye’nin etrafını saran terör odakları ve devletin iç menzillerine kadar sızdırılmış fitne unsurlarını, unutulmamalıdır ki Avrupa’nın gizliden gizliye bize sızdırdıkları "şer oluşumlardır?"

Dediğim o ki; Avrupa Birliği bize hiçbir zaman dost olmaz.

İkiyüzlülükle, aldatıcı bir unsur olarak kendini dost gösteriyorsa da emperyalist, kandırıcı sahtekâr bir anlayış ile bizi sömürmeye dayalı "maske" takıyor.

Nerdeyse elli seneden beri gittiğimiz bu yolun son noktasında karşımıza çıkan nedir?

Hiç kuşkusuz ki "derin karanlıklar."

İşte bu derin karanlıkların içinden de dev gibi her gün biraz daha büyüyerek palazlanan terör odakları çıkmaktadır.

Zira peşinen tercih etmiş olduğumuz soldaki yol; dikenli, uçurumlu ve ejderhalı yoldur.

Bu nedenledir ki Türkiye olarak terör odaklarıyla savaşıyorsak ve bir türlü arpa boyu kadar da ilerleyemiyorsak, demek ki bu terör odaklarının dayandığı bazı odaklar var ki devlet de oraya erişemiyor.

Ama gerçek manada milli ruhla, emperyalist eşkıyaların meydanlarından uzak durup sorumluluğu omzuna alan bir devletin varlığı ki bu da daha kolay bir yol, devlet büyüklerinin omzuna almış olduğu sorumluluğu idrak etmesidir.

***

Bu itibarladır ki yüce İslam Peygamberi Efendimiz (s.a.v), şu Hadis-i Şerif’in bünyesine taşıdığı sorumluluğun yoluna davet ediyor.

Hadis mealen şöyle diyor;

“Uyanık olun, hepiniz birer çobansınız ve o çoban olma idrakiyle beraber sorumlusunuz.

Devlet adamı kendi milletinin çilesinden ve refahından sorumludur”

Demek ki devlet adamı, deyim yerindeyse insanların sorumluluğunu omzuna almış hayvan sürüsünü yöneten bir çoban gibidir.

O çoban hayvan sürülerini sabah dağa götürüp, akşam zararsız, ziyansız eve geri getirebiliyorsa, taşımış olduğu sorumluluğun hakkını vermiş ve tanımış demektir.

Keza kişi de ehil ve ailesinin hukukundan, terbiyesinden, eğitiminden ve kültüründen sorumludur.

Aynı şekilde her kadın, evindeki aile reisi olan kocasının hizmetinden sorumlu olduğu gibi doğurduğu çocukların yetiştirilmesinden ve büyütülmesinden de sorumludur.

Şu halde bu sorumluluğun mesuliyetini taşıyan insan mutlak surette insanlık cevherinden mahrum düşmeyen kaliteli bir insandır ki topluma ve özellikle kendi yakınlarına hizmet verir ve yetiştirir.

Onun içindir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor;

“Fe kullu kumra in ve kullu kum mes’ulun an raiyetihi”

Yüce hadisin meali şudur ki;

“Herkes kendi mevkiine, makamına ve değerine göre sorumluluk taşımaktadır.

Her sorumlu insan; ister devlet adamı olsun, ister aile reisi olsun, ister gerçek manada bir çoban olsun, kendi yapmış olduğu teslimiyet görevinden sorumludur."

Böyle olunca İslam da sorumluluk, iman ve uygulamasından ibarettir.

Ama başıboş bir sorumsuzluk hiçbir zaman sorumluluk manasını taşımaz.

Bu itibarla herkes bu görevinden sorumlu olmalıdır ve o idrakiyle yaşamalıdır ki helal ile haramını karıştırmadan, fesat ve fitne unsuru olmaktan kendini kurtarabilsin.

En derin saygı ve sevgilerimle.