İŞ MAHKEMELERİ YARGIYI YIPRATIYOR?!

Evet, sevgili okurlar

Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendini “kanunlar devleti” değil, “hukuk devleti” olarak tanımlamaktadır..

Ki siyaset dilinin topluma karşı yaptıkları açıklamalarda verilen nutuklar da, hep bu yöndedir.

“Türkiye bir hukuk devletidir” diye...

Bu nerdeyse yakın tarihimizde siyaset alanında oynanan oyunlar, gerçekleşen roller, herkes yani ister iktidarlar, ister muhalefet olsun, aynı cephede yürüyen bir siyaset dili olarak kullanıla gelmiştir..

İktidarda olan bir şekilde kendini savunuyor, “milletten ve milli iradeden yanayız” diye nutuklar atıyor.

Muhalefet ise aynı tarzda “siz az yapıyorsunuz, biz iktidara gelirsek daha fazla yapacağız” diye nutuk atıyor..

Ama heyhat!

Hiçbiri de bu devletin bünyesinde çalışmakta olan bazı önemli kurum ve kuruluşlarının ne kadar demokratik, adil, hukukun üstünlüğüne saygılı olduğundan haberdar değil..

Tabi, Hindistan’daki Sağır Sultan dahi biliyor..?

Ama ne hikmetse, onlar bilmiyor, duymuyor ve görmüyor?..

***

Bir önceki “İŞ MAHKEMELERİNDEKİ YARGILAMA ŞEKLİ” başlığı altında kaleme alıp yayımlanan yazımızda; çok önemli ve can alıcı konuları sizinle paylaşmıştım...

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e de bazı konuları “atfen” dile getirerek, buradan duyurmuştum...

Ve şunu da ifade etmiştim “bu minvaldeki” yazılarımız devam edecek....

***

Elbette ki, “devlet, kutsal bir varlıktır...”

Zira devlet kendi milletinin bağrından çıkmış manevi bir olgudur...

Ki bu manevi olgu zaman zaman maddeye çevriliyor, maddeleşiyor, soyut iken somutlaşıyor...

Böylece, milli gücü kendi bünyesinde biriktiriyor.

İşte o milli gücü, milletin aleyhine değil, hep milletin lehinde kullanması gerekiyor...

Eğer devletin can damarı durumunda olan yasama, yürütme ve yargı erklerinin bünyesinde milli iradeyi temsil etme şekli yoksa...

O temsilliyet yaşatılmıyorsa, işler kişilerin keyfiyetine bırakılıyorsa, yasalara uygun hukuk ilkelerine göre hareket edilmiyorsa, o zaman o devlette hukukun üstünlüğünden bahsedilemez..

Hukuk devleti olarak da kendini topluma inandıramaz.

Hiç kuşkusuz ki, devletin bünyesindeki hukuksal yaşam; devletin izzetidir, şerefidir, namusudur ve yüce değeridir...

Lakin ehliyetsiz insanların eline verildiği takdirde, devlet yücelme yerine her gün biraz daha alçalıp yok olmaya mahkûm kalır...

Böylesi bir hal, vay o milletin haline demekten başka bir şey denilemez...

***

Bir örnek vermek istiyoruz...

Bölgemizde, özellikle Diyarbakır’ımızda bazı iş mahkemelerinin hâkimleri, ya yasaları bilmiyorlar, ya hukukun üstünlüğüne inanmıyorlar, ya da yargının ne kadar tarafsız, yansız olması gerektiğini idrak edemiyorlar...

Veya da resmen tarafgir davranıyorlar...

Ne hikmetse, bazıları sözde işçileri temsil eden davacı avukatlardan yana tavır takınıyorlar.

Hatta bilgisiz bilirkişilerin beyanlarını incelemeden hemen kabul edip, onun paralelinde karar veriyorlar..

Beri yanda, işsizliği ortadan kaldırmaya yönelik çalışan istihdam unsurlarını, iş çevrelerini de adeta birer “suçlu potansiyeli” olarak görüyorlar.

İşverenin savunmalarını dahi kısıtlamaya çalışıyorlar.

Vahim bir mağduriyetle karşılaşan iş verenler, gördükleri muameleye ve  savunma kısıtlamasına karşılık, avukatları ve bizatihi kendileri tarafından, redd-i hakim talepleri dahi, göz önüne alınmıyor..

Talep reddediliyor ne yazık ki.

Önceki yazımda, bu mevzuyu Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’e atfen, diyerek seslenmiştim...

Bakanlık tarafından bu yazının bir ihbar olarak kabul edilmesini istemiştim...

Diyarbakır’daki birçok iş mahkemesinin önemli dosyaları Bakanlığın teftiş kurulu heyeti tarafından incelemeye alınması gerektiği çağrısında bulunmuştum...

İşin içinde çok yönlü rantların döndüğünü...

“İşçinin hakkını savunuyorum” diyen avukatların hiç de iyi bir hukuk savunucusu olamadıklarını, “işçilerin tazminatlarını” zimmetlerine geçirdiklerini, belirtmiştim...

Mahkemelerce dosyaların tevdi edildiği bilirkişilerin de birçoğunun kişisel rant ve çıkar peşinde olduklarını...

Bazı hukukçuların, bazı bilirkişilerin dağdaki PKK unsurlarıyla da zincirleme iş birliği içinde olduklarına dikkat çekmiştim....

KCK, HDP, PKK üçlü ittifakıyla iş birliği içinde olup sözde “savunma” erki libası altında tüm bunları icra ettiklerinden bahsetmiştim...

“Hedef bölgede işsizliği körüklemek, istihdam yaratan iş çevrelerini de bundan vazgeçirmektir” demiştim...

Ki yoksul kalan, işsiz kalan halk, PKK unsurlarının kucağına rahatlıkla, “yem olarak” atılabilinsin...

Bir nevi annelerin çocuklarını işsizlikten dolayı dağa kaçırıp hedeflerine ulaşmalarıdır...

Ama ne yazık ki efsanevi CHP’nin Ecevit’i ve bugünkü Kılıçdaroğlu’su 1970’li yıllarda Dev-Sol’un ve sosyalist anlayışlı sendika başkanlarının güdümü altında bu iş kanununu yasalaştıran o köhne ve yıpratıcı anlayış, hala da tazeliğini korumaktadır...

Oysa şöyle bir sorunun akla gelmemesi mümkün değil.

Bu rantiyecilik ve oy avcılığına yönelik çıkarılan bu yasanın hukukla ne alakası var?

Hukukun neresinde yeri var?

Bu soruya, hiçbir mercii cevap veremiyor..?

İkinci husus;

Yargılama esnasında bazı yargıçların tutumları, açıkça adaleti zedeliyor, yıpratıyor ve dolayısıyla Adalet Bakanlığını da yıpratmaya yönelik çok büyük yanlışlar yapılıyor.

Şöyle ki;

Resmiyet kazanmış kanıtlayıcı belge, bulgu ve davacının ıslak imzalarına rağmen, yargılama hâkimleri bunları hiçe sayıyor...

Yalancı,  husumetli ve aynı zamanda birinci dereceden akrabasının tanıklığını kabul eden bu hâkimlerin orada bulunması ve o işin onlara verilmesi bize göre hukuki değildir..

Adalet Bakanlığı için yıpratıcı bir ihmaldir.

Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun bunları görmezlikten gelerek hala da iş başında tutmaları bize göre apayrı bir garabettir.

Davacı tarafının kirli düşünce ve uydurma savunmalarıyla beraber, bazı bilirkişilerin danışıklı ittifaklarıyla işbirliği yaparak, mahkemeleri yanıltıcı bilgilerle adeta teslim alma hareketidir bunlar.

Davalı tarafın avukatları ve şirket temsilcileri, savunmak istedikleri gerçekleri ne kadar ileri sürerse sürsün, illaki savunma hakları ellerinden alınıyor.

Hem de duruşma esnasında yüksek sesle bağırarak savunmalarına engel olan hâkimlerin var olması?...

Hâsılı kelam.

Biz aylardan beri yazıyoruz-çiziyoruz.

Bu söylediklerimize temel dayanak noktası, Cuma günü, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmanın muhtevasıdır..

Gözaltına alınan avukatların, faaliyet alanlarıdır...

Sonuç itibariyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti “hukuk devleti” ilkesiyle, hareket etmek zorundadır..

Ki bizde onu ifade ediyoruz...

***

Değerli okurlar...

Diyarbakır Barosu’nun eski üyelerinden Ankara Barosu Avukatlarından Murat Baran Usal, Diyarbakır Söz Gazetesi’ne bugün, “Konuk Yazar” olarak, kaleme aldığı bir yazı var...

 “ACI ÇEKEN TOPLUMUN İKİYÜZLÜ İSTİSMARCILARINA DUR DE!” başlıklı bir yazı...

Gazetenin 10. Sayfasında yer alıyor...

Yazıyı, pür dikkat okumanızı tavsiye ediyorum.

Çok ibret-engiz ve şayan-ı dikkat bir yazı...

Okuyunca, hakikatleri daha bir detaylı anlayacaksınız...

Neler oluyor neler?...

En derin saygı ve sevgilerimle.